Her Cuma namazında Arapça ve ardından Türkçe meali okunan Nahl suresi 90. Ayeti Cuma müdavimleri bilir.

Ayet mealen; “Allah başkalarına adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve muhtaç oldukları şeyleri yakınlara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri, zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir” şeklindedir.

Bugün olacağı gibi her Cuma dinleriz, dinleriz de gereğini yapar mıyız?

İki kişi, iki grup veya konumuzla ilgili olarak iki parti veya iki ittifak arasında adaletle hüküm verir miyiz?

Her şeyden önce hüküm vermek için bilgi ve donanım gerekir. Araştırmak, soruşturmak, tarafları ve taraftarları enine boyuna dinlemek, bilgileri akıl ve vicdan çerçevesinde süzmek ve hakkıyla hüküm vermek gerekir.

Bir taraf yalan söyleyebilir, delilleri karartabilir, sizi kandırabilir, doğaldır.

Ama siz kanmayacaksınız, yok eğer o kadar kafanız basmıyorsa da hüküm vermeyeceksiniz.

Çünkü hüküm vermek büyük bir vebaldir!

Deprem ve sonrası mesela…

Bir taraf alenen doğruları söylemiyor ki olabilir herkes haklı çıkmak istiyor. Ama doğruları siz bulacaksınız ki hüküm vermeye ve konuşmaya hakkınız olsun.

Ne diyor mesela bu taraf? Yani iktidar kanadı…

İsmail Saymaz’dan aktaralım. O da depremin ilk gününden itibaren sahada olanlardan birisi;

“Kendisi bir yaşındayken Adnan Menderes’in 1955’te yaptığı Esenboğa Havalimanı için “Biz yaptık” diyebiliyor.

Hatta Turgut Özal’ın 1987’de açtığı Adnan Menderes Havalimanı’nın ustalık eseri olduğuna inanıyor.

Bunlar daha ne ki? “Bizden önce üniversite mi vardı” dediği Sivas’ta, Cumhuriyet Üniversitesi 1974’ten bu yana hizmet veriyor. Kendisine mal ettiği Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi 1982’de, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi 1992’de kuruldu.

Erdoğan, “99’dan önce” diye bakmadan bu eserlere konarken; sıra depremin sorumluluğunu almaya geldiğinde, yıkılan binaların yüzde 98’inin 1999 yılı ve öncesinde inşa edildiğini savunarak, enkazı ‘Eski Türkiye’ye iteliyor.

Erdoğan’ın verdiği oran, ne kadar gerçeği yansıtıyor, bilinmez. Belki enkazlar kaldırıldıktan, belki iktidar değiştikten sonra işin aslını öğrenebileceğiz.

Ancak Hatay’da tanık olduğum yıkım Erdoğan’ı doğrulamıyor.

Çünkü 1999 yılı ve sonrasında inşa edilmiş binaların yıkıldığını ve hasar aldığını gördüm.

Buna en çarpıcı örnek, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi.

Bu hastane şehrin biraz dışındaki Güzelburç Mahallesinde 140 bin metrekarelik Hazine arazisi üzerine inşa edildi. TOKİ tarafından yapılan binanın temeli 2013’te atıldı. Aralık 2016’da hizmete açıldı.

İşadamı Erol Bilecik’in inşa ettirdiği anadolu lisesi ve kongre merkezi binaları sapasağlam ayakta dururken…

Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi hasar gördü, kullanılmaz hale geldi.

Hastanenin zemini çatırdadı ve yerinden oynattı. Ön yüzeyinde çatlaklar meydana geldi. Tavan kaplaması çöktü ve tüm ekipmanları hasar gördü. Parke taşları kırıldı, merdivenler büküldü, avlu çöktü.

Hastane kullanılamaz hale geldiği için deprem gecesi alelacele boşaltıldı. O kadar ki, doktorlar yoğun bakımdaki hastaları bırakarak kaçtı. Ertesi gün avlusunda sahra hastanesi kuruldu.

Hatay’da sadece Eğitim ve Araştırma Hastanesi yıkılmadı. Beş yıl önce inşa edilen müftülük yerle bir oldu. Müftü Ömer Faruk Bilgili can verdi.

2007’de açılan Hatay Havalimanı’nın pisti kırıldı.

Jandarma, Emniyet, polisevi, karakollar, belediye ek binası ve itfaiye de yerle bir oldu.

1999’dan önce inşa edildiği belirtilen bu kamu binalarının niye depreme karşı güçlendirilmediği sorusu orta yerde duruyor.

Ayrıca başta Rönesans Rezidans olmak üzere onlarca yeni bina da toplu mezara dönüştü.

Dedim ya… Erdoğan’ın adetidir.

Örneğin, depremin vurduğu Adıyaman’da, “Biz yaptık” dediği havalimanı 1998 yılında inşa edilmişti.

Fakat şimdi 2007’de bizzat açılışını yaptığı Hatay Havalimanı’nı hatırlamıyor. Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin adını bile anmıyor.

Evet, “99’dan önce” iktidar sahipleri sorumluluktan kurtulmak için “Enkaz devraldık” derdi. Fakat kendi enkazını, önceki iktidarlara yıkan bir iktidar yoktu.

CHP Kahramanmaraş Milletvekili Ali Öztunç, Elazığ Depremi sonrası, 5 Kasım 2020’de soru önergesi verdi.

Önergede şunları yöneltti:

“Doğu Anadolu Fayı’nda devam eden hareketlilik gözleri fayın Elazığ’dan sonraki devamı niteliğindeki Kahramanmaraş ve Hatay’a yöneltmiştir. Uzmanlar fayın Kahramanmaraş bölümünde 500 yıldır birikmiş büyük bir enerji olduğunu ve bu fayın her an harekete geçebileceğini dile getirmektedir.”

Öztunç, şu soruyu yöneltti:

“Riskli binaların tespiti yönünde çalışma yapılmış mıdır? Kaç bina riskli olarak değerlendirilmiş ve ne tedbir alınmıştır?”

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan verilen yanıtta 2012’den beri 4576 bağımsız bölüm içeren 1396 yapının riskli olarak tespit edildiği, bunlardan 1303’ünün yıkıldığı bildirildi.

Oysa… Kahramanmaraş Depremi’nden sonra Bakan Murat Kurum’un yaptığı açıklamaya göre şehirde 10.777 binadaki 53.227 bağımsız birim ağır hasar gördü ve yıkıldı.

Ve 837 binadaki 5.924 bağımsız birimin orta, 16.824 binadaki 86.759 bağımsız birimin az hasarlı olduğu belirlendi.

Yalnızca 20.746 binada 52.260 bağımsız birim hasar görmedi.

Anlamak mümkün değil.

Hani, olası bir depremde riskli bina sayısı 1396’ydı.

Hani riskli binalardan 1303’ü yıkılmıştı.

Şehirde topu topu 93 riskli bina kalmış olması gerekmiyor mu?

Bakanlık 10.777 ağır hasarlı ve yıkık yapıyı nasıl açıklayacak?”

Hani bol keseden hüküm veriyorsunuz ya hüküm vermeden önce biraz araştırıp soruşturun diye aktardım.

Gerisi size kalmış!