10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü tam yurtta ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde coşkuyla kutlandı!
Öyle değil tabi. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı mı bu?
Kimine göre sıradan, hani şu belirli günler ve haftalar namıyla matuf günlerden biri…
Samimiyetinden asla şüphe etmediğimiz kişi ve gruplar müstesna çoğu için adet yerini bulsun babından kutlamalar, daha acısı da çoğunun cenazemize katılan katilin/katillerin taziye sunması misali bayağı, ikiyüzlü davranarak kutlamak zorunda kaldıkları günlerden biri…
Neyse ki bize de ‘Çalışamayan Gazetecileri’ anmak, hatırlatmak ve kamuoyuna duyurmak bakımından bir fırsat…
Evet, bu ülkede çalışamayan, çalıştırılmayan, dahası hapse tıkılan gazeteciler, sırf muhalif diye kapatılan gazeteler var.
Ama bakın buna sebep olanların bugün yarın yine gazetelerde çıkacak demeçlerine her biri demokrasi ve özgürlük havarisi sanki…
Demek ki 10 Ocak aynı zamanda ikiyüzlülüğün önemli bir göstergesi…
Bu anlamlı gün 1961’den buyana kutlanıyor.
Sebebi hikmeti de şu; 4 Ocak 1961’de basın çalışanlarının bazı haklarına yasal güvence getiren 212 sayılı kanun çıktı ve 10 Ocak’ta Resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Bir süre (1961-1971 arası) “Çalışan gazeteciler bayramı” adıyla kutlandı.
1971 yılındaki askeri müdahaleden sonra ülkede gazetecilerin bazı haklarının geri alınması üzerine kutlama gününün adı “10 Ocak Çalışan gazeteciler günü” olarak değiştirildi.
212 Sayılı Yasa, iş sözleşmelerinin yazılı olarak yapılması, sözleşmelere işin türü ve ücret miktarının yazılması gibi gazetecilerin sosyal ve yasal haklarını belirleyen hükümleri içeriyordu.
Bu yasa patronların pek hoşuna gitmedi. 9 patron ortak bir bildiriyle gazetelerini 3 gün kapatma kararı aldılar,
Gazeteciler de, bu üç günlük boykotu boykot edip “Basın” adlı bir gazete yayımladılar.
Çalışan Gazeteciler Günü, bu olayın bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Dedik ya ‘gün’ kutlamak adetten ya yapılanlar?
Türkiye basın özgürlüğüne yönelik uyguladığı baskılarla tüm dünyada kötü şöhretini korumayı sürdürüyor.
Gazetecileri Koruma Komitesi'ne göre Türkiye en çok sayıda gazetecinin tutuklu olduğu ülke.
Tüm dünyada mesleklerini yaptıkları için tutuklu bulunan gazeteciler, basın çalışanları ve yöneticilerinin üçte biri Türkiye'deki cezaevlerinde bulunuyor.
Büyük çoğunluğu aylardır tutuklu bulundukları cezaevlerinde yargılanmalarının başlamasını bekliyor.
Özellikle 20 Temmuz 2016’da, sözde darbe sonrası olağanüstü hal ilan edilmesinin ardından basın özgürlüğüne yönelik baskılar ciddi bir şekilde arttı.
Baskılar farklı basın kollarından farklı görüşlere sahip muhalif gazetecileri etkiledi.
2016 yılında Türkiye, dünyada en fazla gazetecinin cezaevinde olduğu ülke konumuna geldi ve bugün bu pozisyonunu hala korumaktadır.
Bugün OHAL’in sona ermesine rağmen 150’den fazla basın çalışanı hala cezaevinde…
Cezai soruşturma, kovuşturma ve tutuklu yargılanma tehdidi, medya üzerinde ürkütücü bir etki yarattı. Artık Türkiye’de alternatif ve muhalif görüşler sunan yalnızca birkaç küçük medya organı kaldı.
Bu ülkede gazetecilik suç haline geldi, getirildi…
Öyle ki tüm dünyadaki tutuklu gazetecilerin üçte biri Türkiye cezaevlerinde
170’den fazla medya organı kapatıldı.
Yetmedi ‘havuz medyası’ oluşturularak medya tekelleştirildi ve buna direnen yüzlerce basın emekçisi de işsiz kaldı.
Oysa gazetecilik bir kamu görevidir.
Halkın demokratik toplumda tartışma ortamına katkı sağlayan her konuda doğru, güvenilir bilgiye erişim hakkını sağlaması ancak bağımsız medya ve bağımsız gazetecilerle mümkündür.
Demokrasinin yeşermesi için haberin özgürce dolaşabildiği bir ülke olması gereken Türkiye, korku ikliminde yaşamayı hak etmiyor.
Hapse tıkmadıkları gazetecilere de, iktidarın hoşuna gitmeyen haber ve yorumları sebebiyle rekor para cezaları veriliyor.
Şimdi bırakın nutuk atmayı ve timsah gözyaşlarını; Haber sizin hakkınızdır. Ekmek gibi su gibi…
Burada mesele sadece gazetecilerin ekmeğinin elinden alınması değil, sizlerin haklarınızın elinizden alınması ve en demokratik haklarınızı dahi kullanamıyor olmanızdır bütün mesele…