Kaç gündür ‘yalan’ üzerine yazıyorum.
Çünkü seçim sathı mahaline girdiğimizden bu yana yalanlar havada uçuşuyor.
Ve bu yalanlar bizzat İslami cenahtan olduklarını iddia edenlerce söylenince, bize de ister istemez ‘yalan’ amelinin dinimizce ne büyük bir günah olduğunu hatırlatmak düşüyor. Evet, dinimiz yalan ve yalancılığı günahların en büyüklerinden birisi olarak kabul eder.
Peygamber Efendimiz "Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?" buyurur ve bunu üç kere tekrar eder. Sahabe efendilerimiz, "Evet" deyince: "Allah'a şirk koşmak, anne-baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak" buyururlar. Ardından da "Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahitlik." diyerek yalanın da büyük günahlardan olduğunu üstüne basa basa tekrarlayarak ifade eder.
Yalan niçin büyük günahlar içinde ifade ediliyor? Çünkü yalan, pek çok büyük günahı tetikleyebilecek potansiyele sahip bir günahtır. Diğer büyük günahlar ise kendi başına müstakil bir günahtır. Ancak yalan neredeyse bütün büyük günahlarla irtibatlıdır.
Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de, "... Yalan sözden sakınınız." (Hac, 22/30) "Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin." (Ahzâb, 33/70) buyurarak, bu çirkin günah hakkında bizi ikaz eder.
Yalanın küçüğü büyüğü olmaz. Yalan yalandır. Yalanın pembesi yeşili de olmaz. Küçük küçük söylenen yalanlar, zamanla insanı yalancılığa götürür. Taviz tavizi doğurur. Baştan küçümsenerek söylenen minik yalanlar, insanda alışkanlık haline gelebilir. Neticede de o insan daha büyük yalanlar söylemeye başlar ve Allah katında yalancı hükmünü alır.
Peygamber Efendimiz (asm) bir hadislerinde bu hakikati şöyle dile getiriyor:
"Yalandan sakının. Yalan insanı günaha, o da cehenneme götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan araştırırsa, Allah katında yalancılardan yazılır."
Yalan söylemek hangi hâl ve şart olursa olsun caiz değildir.
Yalan sosyolojik boyutları sebebiyle en büyük haramlardandır. Zira yalan örneğin kişinin içki içmesi gibi tek kişiyi veya zina gibi iki kişiyi değil tüm topluma etki eder, bir veya iki kişiyi değil tüm toplumu helak eder.
İşte özellikle şu seçim döneminde siyasilere düşen en önemli görev toplumu, toplumun tercihlerini etkileyecek yalanları söylememek ve topluma düşen de bu yalanlara inanmamak ve itibar etmemektir.
Şimdi Allah aşkına “Bunlar Öcalan’ı serbest bırakacaklar” veya ‘Bunlar talimatı Kandil’den alıyorlar’ demek ne demek?
Hele hele, bugüne kadar yaptıklarını unutup veya görmezden gelip muhalefeti itham etmek?
Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu ülkede İmralı’yla da kandille de gizli değil, açıktan ilişki kuran siyasi iktidardır.
2019 yerel seçimleri öncesinde Kürtlerin oyunu alabilmek için Öcalan’ın mektubunu TRT’de okutan AK Parti iktidarıdır, kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ı TRT’de konuşturan da aynı iktidardır.
Hal böyleyken iktidarın, Millet İttifakı’na dönüp “Öcalan’ı serbest bırakacaklar” ithamını hangi yalanla izah etmek gerekir doğrusu bilemiyoruz…
Şu notu da paylaşayım ki malumunuz hafıza-i beşer nisyan ile maluldür;
Erdoğan 2013 yılında bir televizyonda Öcalan’la ilgili bir soruya verdiği cevapta şöyle dedi, inanmayanlar internetten bulsun;
“Kendilerine 12 kanallı televizyon verdik. Kendisini hayata dahil ettik. Orada kendi takımını da Türkiye’yi de izliyor. Jimnastik noktasında haftada 3 gün dediler, her gün yapsın dedim. Arkadaşlarıyla günaşırı görüşüyordu ‘her gün 1’er saat yapsın’ dedim.”
Buna bir ilave de Özgür Özel yaptı. AKP iktidarı Öcalan’ı affetmek için iki kere kanun taslağı hazırladı ama TBMM’de püskürttük, dedi. Girin internete belgeleri var.
E daha ne olsun?
MUAVİYE SİYASETİNE DEVAM!
Muaviye, Hz. Ali’ye karşı isyanında tutarlı bir gerekçe üretemediğinde ‘kader’ kavramına sığınmış ve Müslümanların başına kendisini Allah’ın tayin ettiğini söylemişti.
Bu şirk kabul görünce gerisi şöyle geldi;
Emevi yöneticilerine karşı gelmek, kadere, dolayısıyla Allah’a karşı gelmek olduğundan, karşı gelenin öldürülmesi helal sayıldı.
Muaviye’nin oğlu Yezid işi daha ileri götürdü;
"Ey insanlar! Sizin uğraşmanıza gerek yoktur. Allah bir işi beğenmediği zaman onu değiştirir… Allah bizi değiştirmediğine göre, karşı çıkmaya sizin hakkınız olamaz. Size düşen itaat etmek, Allah’ın iradesine rıza göstermektir.”
Bu anlayış Araplarla sınırlı kalmadı, zamanla Emevi siyasi anlayışını, biraz da işlerine geldiği için 'din' yerine koyan liderler türedi.
Müslüman toplumların başına geçen hemen bütün yöneticiler, kendilerini Allah’ın yeryüzündeki tek temsilcisi olarak görüp emirleri sadece ondan aldıklarına inandıkları için kendilerini sorgulanamaz kıldılar.
Dolayısıyla sorgulayanlar ve itaat etmeyenler, aynı zamanda Allah’a isyan etmiş olarak görüldüler.
Talihsizlik o ki Müslüman dünyaya musallat olan bu kaderci anlayış yüzünden kendilerini doğrudan Allah tarafından tayin edilmiş ‘kayyum’ olarak gören yöneticiler, kelimenin tam anlamıyla Müslüman despotlara dönüştüler...
Oysa akıl ve irade sahibi olan insan geleneğin değil, sadece Kur’an’ın muhatabıdır. Dolayısıyla hiçbir Müslüman, kimsenin kayyumluğunu asla kabul edemez.
Hiç kimse ümmetin temsilcisiyim diye Müslümanların geleceğini ipotek altına alamaz.
Ve hiçbir Müslüman, geleceğini bu kayyumlara ipotek edecek kadar aptal olamaz!
Olmamalı...