Zaferlerle taçlandırılmış tüm savaşların;
nöbette unutulan, varoluşu önemsiz bir anısı olarak kaldım akıllarda günbegün.
Avuçlarımda kalan tek ganimet ise;
Hissiz bir Ölümün özgürlüğünü esir almanın karanlık ferahlığı ve bu özgürlüğe istemsizce teslim olmanın o, ivmesi kaotik sınırsız yok oluş gücü oldu..
Bu, unutuluşun ezberine adanmış kanlı Cenk arenasında; İnancı geceden vurulup katledilmiş ruhumu ağır bir yük gibi sırtlanıp, bedenimin ölümünü kusursuz bir arayışla yaratırken, yaklaştığımı hissettiğim sonumu artık kana kana arzuluyorum.
Günah işlemekten korkan bir dinsizim ben
Asırlardır Hinnom Vadisinde insan yakılmadı, açıkçası O’ndan(?) hiç korkmuyorum.
Ama kendimden beraat kararı almamak için  nefsime bahaneler uydurmadan kurduğum vicdan mahkemelerimin huzurundaki geçmiş günahlarımın kefareti bu; defteri dürülüp kalemi kırılan ömrümün kalanını,
Ta ki Kül olana dek, kendimi yakıp ışığımı saça saça yaşamakla mahkumum…
Önümde ölü bir gençliğin kırık camlarından oluşan saydam bir geleceğin yolu var.
Adım atsam kırılacak, dokunsalar kendi içinde parçalara ayrılacak bir düzenek üzerine kurulu.
Zihnim, fark ettiği bu gerçekliği ihanet ettiği heveslerime ceza olarak her unutmaya başladığım anda tekrardan yaşatıyor.
Gözlerim, yaşadığım bu paradoksun başta gelen şahidi.
İçimde henüz hiç yaşayamamış bir çocukluk ile savaşan benliğim, kirpiklerim ise lanetli geçmişimin pusunu taşımakla yükümlü..
Zaman geçtikçe daha da düşüyor göz kapaklarım.
Gülmekten kısılması gereken göz kenarlarım, hüznün getirdiği emarelerle buruşuyor yalnızca.
Kahkahalarım ise kimsenin farketmesini istemediğim içimdeki acıyı maskeleyen bir duvar sadece.
Ellerim, artık var olmayan göz yaşlarımla beraber yüzüme asfalt oluyor.
Düşünceleriyle beni içine gömen bu kaotik zihnin kölesiyim. Katledilmiş bir geçmişin, mahvolmuş Umutlarına tutunup
Yaşayamadığım bir hayatın kanserli bedenine mahkum bir kuruntudan oluşmak zorunda olduğum bir ‘şeyden’ ibaretim.
Ne olduğunu bilmediğim, aynada yansımasına aşina olamadığım bir gölgenin sahibiyim.
Varlığım yokluğuma, yokluğum ise varlığıma itaat eden birer suçlu yalnızca.
Neyim, ne olacağım, nasıl olacağım, nerede olacağımı bilmediğim bir cenazenin tabutunda uzanmakta olan bir cesedim biten günün gecesinde.
Dağınıklığımı düzenden say; morgda makyaj yapılmaz, bilirsin...
Her gece yarısı yeniden işlenen bir cinayet gibiyim, henüz hiçbir sabah yatağımda ölü bulunamadım.
Yüzümdeki nihilistan gülümsemenin gergin huzurunda, hayat denilen kabusa sisifosvari bir direnişle tekrar tekrar uyandım..
Bilirsin ya ben;
Sınırsız görünen zamanı, sonsuz döngüde yaşadığım bir hapishane gibi hissettiğimden beridir; üzerimde ölümün özgürlüğüne teslim olmanın ferahlığı var.
Ve bu derin hissizliğin bana verdiği gücün hasstasıyımm...