Hendek ilçesinin Yeşilyurt köyünde doğup büyüdüm. Bu köy, bundan dört yıl önce korkunç bir patlamayla yok olan Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası’nın enkazından beş altı kilometre uzaklıktadır. Bu korkunç olay yaşandığında annem ve babam köydeydiler.
Patlamanın yaşandığı gün onlarla konuştuğumu hatırlıyorum. Önce ayaklarının altındaki toprak sallanmış. Deprem olduğunu sanmışlar. Bir müddet sonra, balkonda otururlarken gökyüzünden toza benzer zerrecikler inmeye başlamış. Ürpererek anlamışlar ki gökten kül yağıyormuş.
Biz çocukken köyümüzden kimse fabrikada çalışmazdı. Kış günleri pek iş olmazdı. İnsanlar sadece soğuktan korunmayı düşünürlerdi. Yazdan kesilmiş odunları sobaya atar, akşama kadar çıtırtıları dinler, gölgelerin duvarlarda oynamasını izlerlerdi. Şimdi sabahları köy meydanına işçi servisleri geliyor. Uykulu, mahmur delikanlılar, genç kızlar bu servis arabalarına doluşuyorlar. Çünkü babalarını, atalarını yüz yıllardır doyurup duran toprak, artık kimseyi doyurmuyor. 
Biz çocukken kül; kimse için kuzinenin başımıza açtığı bir dertten, oturduğumuz odaya yayılan basit bir pislikten, odunun yahut kömürün form değiştirmesinden başka bir şey ifade etmezdi. Oysa artık köyümüzün bazı evlerinde kül, evlat demek. O evlerde yaşayan biçareler, sıcak bir temmuz gününde endişeyle kendisinden haber bekledikleri evlatlarının gökyüzünden ağır ağır süzülüp alın terine ve gözyaşına karışmasını çaresizce izlediler.
İnsan söyleyemiyor ama gerçek bu. Bu kentin gülen, ağlayan, konuşan, seven, sevinen, etten ve kemikten gerçek insanları dört yıl önce bir anda buz gibi soğuk, gri renkten bir tutam küle dönüştü. Pek çoğunun cenazesine hiç ulaşılamadı. Soma’da kömür tozuna, Hatay’da, Maraş’ta, Antep’te inşaat molozuna karışanlarla aynı akıbete uğradılar. Erzincan’da siyanürlü toprağın içinde kayboldular. Hepsinin anaları, başka başka kentlerin adliye koridorlarını feryatlarıyla dolduruyor. O koridorlarda müvekkillerinin külden, molozdan, siyanürden fazlası olduğunu haykıran avukatları yıllardır esaret altında..
Biz çocukken bu küçük köyün dışındaki Dünya’yı tanımak isterdik. Biz büyüdük. Büyüdükçe Dünya kirlendi. Kirletenlerden hesap soramadık. Ateşin çıtırtısı, toprağın kokusu, özgürlüğün rüyası dünkü kadar güzel, bol ve bedava değil. Hepsinin bedelini ödedik. İçinde yaşadığımız rant düzeninin dokunup kirletmediği, acıya, kedere bulaştırmadığı pek az şey kaldı. Şimdi sadece babamın dizinin dibinde oturup televizyona baktığım çocukluğumun huzurlu sabahlarını istiyorum. Külün kül, toprağın toprak, denizin deniz olduğu sabahları…