Hani hep derim ya Biz Türkler soğuk savaşı pek beceremeyiz, gerçekten de öyle…
Bu cümleyi tekrar etmekten nefret ediyorum ama “Bence Avrupa’nın en önemli keşfi ‘Türk milletinin soğuk savaşa pek aklının basmadığı’ gerçeğini öğrenmekti.”
Baktılar ki, sıcak, erkekçe, mertçe, topla tüfekle yapılan savaşlardaki maharetimizi, soğuk ve sinsi savaşlarda bir türlü gösteremiyoruz, savaş stratejilerini buna göre inşa edip Osmanlı’yı yıktılar.
İlginçtir ki Türk milletinin son iki Başbuğları, her ikisi de asker olmalarına rağmen, sıra ülke yönetimi yani siyasete gediğinde, sanki hiç asker olmamış ve askerlik yapmamış gibi davrandılar, sıcak savaş üzerine yetiştikleri halde daha ziyade soğuk savaş ve psikolojik harp üzerine yoğunlaştılar.
Başbuğ Atatürk…
Bizim şansımız, büyük önder Atatürk’ün en az sıcak savaş kadar soğuk savaşın yani psikolojik harbin de dehası olmasıydı.
Daha savaş bitmeden, düşman yurttan atılmadan eğitim ve ekonomi kongreleri toplaması, “Bir millet irfan ordusuna malik olmadıkça, savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin yaşayacak neticeleri vermesi, ancak irfan ordusuyla kaimdir” demesi ve bunu uygulaması, hep bu dehanın ürünüydü.
Tek başına ‘Gençliğe Hitabe’ bile soğuk savaş ustası olduğunun göstergesidir.
En az dış düşmanlar kadar, iç düşmanlarla boğuşmak zorunda kalan bir önder olarak ‘iç cepheyi’ sağlam tutmanın önemini biliyor, her fırsatta uyarıyordu.
Şunu iyi biliyordu ki “Tarih, ihanetler açısından da tekerrürden ibarettir.”
Atatürk’ten sonra, ‘iç cepheyi’ güçlü tutma konusunda sınıfta kaldık.
Dahili bedhahları, içerideki iş birlikçileri, cumhuriyetin rövanşını almaya çalışan hain ve dönekleri görmezden geldik.
Ve Başbuğ Alpaslan Türkeş…
Biz Ülkücüleri, düşmanın silahıyla silahlanın emri gereği daha ziyade soğuk savaş stratejisi üzerine yetiştirdi. O birilerinin asker yetiştiriliyor dediği ‘Komando Kampları’nda yakın döğüş değil, ihanetin tuzağına düşmüş insanlarımızı ikna etme yöntemleri ve psikolojik harbin gerekleri öğretiliyordu.
Nitekim Rahmetli Başbuğ’un ‘Ben altı ay hazırlık, altı ay icraat olmak üzere bir yılda terörün kökünü kazırım’ diye hazırladığı ama birilerinin ‘Türkeş yine asıp kesecek, katliam yapacak’ diye okumadan uydurdukları o raporda askeri çözüm yok denecek kadar azdı.
Dolayısıyla, hayatta iki Başbuğ tanırım; Atatürk ve Türkeş…
Bir sorun varsa ülkenin gündeminde, onlar bu konuda ne demişler, ne yapmışlar ona bakarım.
Hiç olmadı ama hadi oldu diyelim, kurduğum veya kuracağım cümle her iki Başbuğun fikirleriyle de uyuşmuyor mu, işte o an Atatürk milliyetçiliği ve Ülkücülüğü bir yana bırakır ‘şahsi görüşüm, bu davamı ve partimi ilgilendirmez, ben böyle düşünüyorum’ demesini de bilirim.
Çünkü gerçek Atatürk milliyetçileri ve gerçek Ülkücülerin, beni yıllardır tanıyanların, beni hemen hain ilan etmek yerine ‘yok canım o ihanet etmez, olsa olsa bir gaflette bulunmuştur’ diyeceklerini, beni hoş görüp geçeceklerini umarım. En azından söyle yaparım.
Ne mi anlatıyorum?
Şimdi tersi oluyor da onu…
“Ülkücülükten istifa edince senin şirazen kaymış ve frenin tutmamış ki, seni İP bile durduramamış gitmiş CHP’ye sarılmışsın” tenkidi hiç ummadığım birinden gelince birkaç kelam etmek farz oldu.
Can kardeşim, Ülküdaşım!
İngiltere’de trafiğin soldan işlediğini bilmeyip, haliyle ters yola giren ama kendisinin doğru yolda zannedip kalan herkesi suçlayan Temel misali hakaret etmeyin.
Konu Filistin ise Başbuğlarımız bu konuda ne demiş, ne düşünmüş araştırmadan, hem konu hem başkaları hakkında hüküm vermeyin.
Ha, şahsi fikrinizse, açıkça beyan edin, muhataplarınızı parti veya dava adına yargılayıp hüküm vermekten kaçının.
Şimdi sizler, hadi lan oradan siz “PUDRACILARINIZI GÖNDERİN FİLİSTİN’E’ dedim diye, Mehmetçik Filistin’e gitsin diyenlere, yağma yok! “Analar, Orta Doğu'nun gelmiş geçmiş bütün ihanet, isyan, kaypaklık ve riyakârlıklarının bedelini ödesinler diye doğurmuyor o evlatları dedim diye beni döneklikle suçlayan sevgili arkadaşlar…
Bunu şahsi görüşünüz olarak ifade ediyorsanız, hadi neyse de, ama bunu parti ve dava adına yapıyorsanız, partiden ve davadan bihabersiniz demektir.
Benim bu yazım Başbuğ Türkeş’in Filistin ve Filistinliler hakkındaki görüşleri doğrultusunda yazıldı…
Önüne geleni davaya ihanetle itham etmek yerine birbirimizi anlamaya çalışsak, her şey daha güzel olacak…