Tamam, marketleri zapturapt altına aldık, bir süre zam yapmayacaklar, yapamayacaklar.
İyi de pahalılığın bütün suçu marketlerde miydi? Eğer bütün suç onlardaysa da Tarım Kredi Marketlerinin fiyat konusunda onlardan aşağı kalır bir tarafı var mıydı?
Kimse kimseyi kandırmasın, topu da taca atmasınlar özellikle gıda artışlarının tek sebebi Türk tarımının çökmesidir.
Çökmedi. Bile isteye çökertildi aslında…
Türk tarımı çökertilirken de yabancılar ihya edildi.
Fındık en önemli ihraç ürünümüzdü, mesela. Ama çiftçi üretici para kazanamıyordu. Çünkü dünyanın yüzde yetmiş fındık ihtiyacını karşıladığımız halde fiyatı biz belirleyemiyorduk. Bunun için hiç değilse bir yıl devletin ‘satmayın, burunları sürtülsün, paranızı ben vereceğim’ demesi gerekiyordu.
Ama aksine üreticiyi yerli ve yabancı tüccarların insafına terk ettik.
Onlar da üreticiyi daha bakım ve ilaçlama aşamasında borçlandırarak, üreticinin direnme gücünü kırıyorlar, fiyat belirleme ve pazarlık güçlerini ellerinden alıyorlardı.
AKP iktidara gelince fındığımızın kaderini Cüneyt Zapsu’ya teslim etti. Zapsu uluslararası bir fındık alivrecisiydi, yani yabancı firmaların Türkiye’deki temsilcisi…
Haliyle yerli üreticinin daha fazla para kazanması için değil yabancı firmaların fındığımızı daha ucuza almalarını sağlamaktı görevi. Öyle de yaptı.
Tarım Bakanlarımızın da alivreci Zapsu’dan farkı yoktu.
Sürekli yabancı ülke ve firmaları memnun etmek için çaba sarfettiler.
Mesela Mehdi Eker, bile isteye üreticimize mağdur edip ilk kez canlı hayvan ithal etmemize sebep oldu. Emeklerinin karşılığında Fransa devleti tarafından “şövalye liyakat madalyası” ile ödüllendirildi.
Görevi, kendi çiftçisinin sorunlarını çözmek, tarım ürünleri üretimini arttırmak ve hatta ihraç etmemizi sağlamak olan Bakan Mehdi Eker, kendi çiftçisi dururken taa Sudan’a gidip, bu ülke ile tarımsal işbirliğinin ilk adımları attı.
Bakan Çelik, karşılığında Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir’in elinden teşekkür plaketi aldı.
Bizim ekilip biçilemeyen binlerce dekar alanımız bomboş dururken, Afrika’nın göbeğindeki Sudan’ da tarım yapacağız diye tutturdular.
Bir Sonraki Tarım Bakanı Faruk Çelik döneminde işler hızlandı. Sudan’da arazi kiraladık.
Sonraki Tarım Bakanımız Ahmet Eşref Fakıbaba döneminde anlaşmalar hızlandı. Türkiye’de toprak bitmiş gibi Sudan’da hayvancılık, pamuk ve soya üretimine yoğunlaştık.
Kendi çiftçisiyle başı hiç olmayan mevcut Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a, Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir tarafından Sudan devlet madalyası takdim edildi.
Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay da Sudan’ı çok sevenlerin basında geliyor. Gayretleri sonucu
Sudan’da bir milyon dönüm tarım arazisi işletimi başladı.
Yine uluslararası patates tüccarlarının alivrecisi olduğu bilinen Tarım Bakanı Pakdemirli dönemi başladı. Kendi çiftçisi ile bir karelik fotoğrafı olmayan Pakdemirli’nin Sudanlı çiftçilerle nasılda içli dışlı olduğunun yüzlerce fotoğrafını gördük.
Pakdemirli olaya stratejik bir boyutta kattı; Kendi çiftçimiz intihar ederken Sudanlı mutlu çiftçilerle kameralara poz verip “insanlar burada sayın cumhurbaşkanımızın adını haykırıyor, Sudanlı çiftçilerin gözlerindeki sevgi selini bizzat gördüm, Sudan'daki tarım hayvancılık yatırımlarımızı arttıracağız” dedi.
Bizim çiftçimiz toprağını terk edip gittiği büyükşehirlerde asgari ücrete mahkum olurken, kendi iddialarına göre Sudan’ın tarımına, üretimine ve istihdamına katkı sağladık.
Pakdemirli, literatüre ‘Paramız var ki alıyoruz kardeşim’ deyimini kazandırdı malumunuz. Üretmek yerine paramızla almamızın bir ‘itibar’ meselesi olduğunu ondan öğrendik.
Sayesinde Sudan’dan sıfır gümrükle eşek eti ithal anlaşması imzalayarak itibarımıza itibar kattık!
Türkiye’de 300 çeşit peynir varken, dünyanın en çok peynir üreten dördüncü ülkesiyken Venezuela’dan sıfır gümrükle peynir ithal ettik.
Hükümetin bu Sudan sevdasının bize ne katkısı oldu bilmiyoruz, şimdiye kadar alın şu patlıcanı afiyetle yiyin diyen olmadığı için ne ürettiler bilmiyoruz.
Ama ülkemizdeki çiftçinin perişanlığını an be an görüyor, bizzat yaşıyoruz.
İthalata mahkum edilmenin bedelini de her gün ödüyoruz.
İşte şu ayçiçeği yağı krizi ‘paramız var ki alıyoruz kardeşim’ anlayışının bir ürünüydü mesela.
Paramız varken bile alamadık.
Aynı sonucu, savaş sebebiyle buğday ve türevlerinin ithalatı konusunda da yaşadık.
Hasılı, biz paramız olduğu müddetçe yine yabancı çiftçi ve üreticileri zengin etmeye devam edeceğiz ki yeni Bakan Vahit Kirişçi’de alivreci çıktı.
Hatırlarsınız, yeni Bakan göreve başladığında CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu, ülkemizdeki gıda arzı ve aşırı fiyatlanmanın temelinde, dünya gıda tekellerine danışmanlık yapanların Türkiye’de Tarım Bakanı olmasının yattığını iddia etmişti.
Basın açıklamasından özet aktarayım;
Ayçiçek yağında da yerli üretimi desteklemek yerine ithalatçı politikalar benimsendi.
2010’larda 1,3 milyon ton civarında Ayçiçek yağı üretimi vardı, şimdi 2 milyon ton civarında…
800 bin ton ayçiçek tohumu açığını ithalatla kapatıyoruz.
Türkiye, ayçiçek tohumu ithalatında dünya birincisi.
Bunlar neden oluyor? Kendi kendine yeten ülkeye ne oldu 20 senede? IMF programlarını biz getirmedik diyorlar ama uyguluyorlar.
Bu program sebebiyle pancar ekimini sınırlandırıyor, şeker üretiminizi 4’ten 1’e düşürüyorlar.
Çünkü dünya gıda tekellerinin milyonlarca ton fazla şekeri var.
Bu ithalatlar al gülüm ve gülüm tarzındaki ithalatlardır. Cumhurbaşkanının etrafında birtakım adamlar türemiş, bunlar ithalattan korkunç paralar kazanıyor. İthalattan aldığı vergiden dolayı devlet de ithalatı teşvik ediyor.
Cumhurbaşkanı kararıyla Türkiye Azerbaycan’dan kuru çay ithal etti. Azerbaycan çay ülkesi değil. Ürettiği çay kendi ihtiyacının yüzde 10’unu bile karşılamıyor. Nedir bu diye soru sorduk, önerge verdik, hiç cevap vermediler.
Tüm bu ithalat işleri bu şekilde Cumhurbaşkanı’nın etrafında kümelenen birileri tarafından yapılıyor.
Çünkü etrafında birileri toplanmış, bakanları bile yabancı firmaların danışmanlığını yapıyor, onların adamları. Pakdemirli öyleydi, bu yeni bakan da öyle çıktı.”
Fazla söze gerek var mı?