Dün yazdım; Esenyurt, mülteci özerk kampına dönüşmüş ve çoktan özerkliğini ilan etmiş bir ilçemiz…
Biz ne yapıyoruz? Esenyurt’un mülteci özerk bölgesine dönüşmesine itiraz eden, başkanı özerklik yanlısı ilan edip görevden uzaklaştırıyor ve hapse tıkıyoruz.
Haliyle bir çoğumuzun aklına da Esenyurt’un bu şekilde kalmasını isteyenler, Esenyurt’un bu şekilde kalmamasını isteyen seçilmiş başkanı görevden almış olabilirler mi sorusu geliyor.
Ben bugüne kadar iktidarın ve iktidar belediyelerinin Esenyurt’un mülteci özerk bölgesi haline getirilişinden şikayetçi olduklarını hiç duymadım.
Ama bugün özerklik yanlısı suçlamasıyla görevden alıp hapse tıktıkları belediye başkanının, Esenyurt’ta “Göç, Göç Yönetimi ve Belediyeler Paneli’ düzenlediğini, bu sorunu kamuoyunun gündemine getirdiğini ve bu sorunun çözümü için destek istediğini gayet iyi biliyorum.
Prof. Dr. Ahmet Özer’in, bu trajik olaya ideolojik değil bilimsel yaklaştığını da…
İşte o panelde, Başkan Ahmet Özer’in konuşmalarından birkaç cümle aktarayım ki, başkan bilim adamı mı yoksa terörist mi daha iyi anlaşılsın;
“Göç, devletin çözmesi gereken büyük bir sorun. Belediyeler bu dramatik göç dalgalarına hazırlıksız yakalandıkları için maalesef üstesinden gelemediler. 
Devletler ya da hükümetler bir kentleşme politikasına sahip olmadıklarından belediyeler niteliklerini yitirmeye başladı.
Yaşadığımız dramın baş aktörlerinden biri Esenyurt. Devlet, göçle gelen insanlarla ilgili aş, iş, beslenme, barınma gibi temel insan hakkı olan unsurları yerine getirmiyor. Bir kente gelen vatandaşın o kent üzerinde hakları var. Bu hakları onlara verdiğiniz takdirde onlardan görevlerini yerine getirmelerini beklersiniz. Ama hakkını ihya edebilecek ortamı ne devlet sağlayabilmiş ne de yerel yönetimler sağlayabiliyor. Çünkü hem sığınmacı nüfusumuz var hem de göçmen nüfusumuz var. Bunlar zaten kayıtlı değil. Dolayısıyla mevcut komşularımıza, sakinlerimize vermemiz gereken hizmetten kesintiye gitmek zorunda kalıyoruz.”
Panelde çok önemli bulduğum cümlelerden birisi de şu; “Yaşanan bu göç dalgası, bizim demografik yapımızı değiştiriyor, dolayısıyla ulusal karakterimizi de tehlikeye atıyor. Bunu görmekte fayda var. Bu göç olgusu da bizden daha çok uluslararası, emperyalist güçlerin işine geliyor. Dolayısıyla soruna farklı çerçevelerden bakmamız gerekiyor. Orta Doğu açısından bakarsak insanları yurtlarından kovan bir barbarlıkla karşı karşıyayız. Toplumsal barış noktası çok önemli. Bu noktada bizim önerdiğimiz Orta Doğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı’nın kurulmasıdır ve bu son derece önemlidir.” 
Acaba bu cümleden yola çıkarak mı bilim adamı bir başkanı terörist ilan ettiler diye düşünmeden de edemiyor insan…
Pardon, terörist diyemiyorlar, terörle iltisaklı diyorlar!
Bu kelime de son 10 yılda girdi hayatımıza…
Direk terörist diyemediklerini, terörist olduğunu ispat edemediklerini ‘iltisak’ gibi sihirli bir kelimeyle ekarte etmenin silahı olarak kullanılıyor.
Son yazısında Taha Akyol da bu kelimeye taktı ve güzel izah etti;
“Eskiden yaygın bilinmeyen, sadece emniyet bürokrasisinde kullanılan “iltisak” kelimesi 15 Temmuz darbe teşebbüsünden beri hukuk hayatımızda sıkça kullanılan ve artık kitlelerce de bilinen bir kavram oldu.
Yargısız işten atmaların da sebepsiz tutuklamaların gerekçisi olarak kullanıldı.
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasında yine “iltisak” önemli rol oynadı…
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i suçlu göstermek için basına sızdırılan haberlere bakılırsa, en önemli delil, bir vefat üzerine telefonla “taziye”de bulunmasıymış…
Ailenin iki oğlu PKK’ya katılmış, dağda… Üçüncü oğul hakkında bir iddia bile yok. Ailenin annesi ölüyor, Ahmet Özer de, üçüncü oğula telefon açıp annesinin ölümü için taziyede bulunuyor.
Böyle ilişkilere “iltisak” diyorlar!
Bu yaşananlar, 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrası çıkarılan KHK’ler ile mevzuatımıza ithal edilen ‘iltisak’ ibaresinin nasıl kötüye kullanıldığının bir göstergesidir.”
Bütün mesele, Osman Kavala arkadaşlarının delilsiz mahkum edilmesi, Özer’in tutuklanması gibi somut vakaların ötesinde, “iltisak” diyerek siyasi kararla yüzbinlerce vatandaşın KHK ile işten atılıp ekmeğiyle oynanması, yüzbinlerce vatandaşın soruşturmaya maruz kalması, tutuklanmasıdır…
Haksız mahkumiyetler bu bütünün bir en vahim parçası.”
Ceza hukukunda “iltisak” kavramı yoktur. Hatta bu iktidarın AB standartlarına uygun hazırladığı Türk Ceza Kanunu’na göre, “terör örgütüne sadece sempati duymak, amaçlarını benimsemek” bile örgüt üyeliği suçu sayılmaz. “Örgüt üyesi”, Yargıtay tanımıyla, “örgütün amacını benimseyen, hiyerarşik yapısına dahil olan, verilecek görevleri yerine getirmek üzere kendi iradesini örgüt iradesini terk eden kişidir.
Türkiye “hukuk devleti” sıralamasında 117. sıraya böyle düştü.”