Hukuk fakültelerinde hocalar, ilk derslerinde öğrencilerinin ezber bilgilerini değil adalet duygularını ölçen bir sınav yaparlar.
Öğretim görevlisi derse girer ve bir öğrenciye adını sorar...
Öğrenci örneğin ‘Ali’ diye cevap verir. Öğretmen bir anda, “Defol bu sınıftan, bir daha asla dersime gelme” der.
Bütün öğrenciler şaşkınlık içindedir, neye uğradığı şaşıran Ali de sınıfı terk eder.
Herkes ne olduğunu anlamak için beklemektedir hiç birinden tek bir ses bile çıkmaz…
Hoca sınıftaki sessizlikle beraber ileri geri yavaş yavaş dolaşmaya başlamış bütün öğrencileri şöyle biraz süzdükten sonra ‘çıkın dışarı, ders bitti, sizden hukukçu falan olmaz” diyerek sınıfı boşaltır.
Bir süre sonra koridorda şaşkın şaşkın bekleşen öğrencilerini tekrar sınıfa alır ve sorar; “Kanunlar ne için vardır?”
Kimi düzeni korumak, kimi toplumda yaşayan bireylerin hak ve hürriyetini sağlamak için kime yaşam haklarını idame ettirmek, kimisi vatandaşa hakkını yasalar çerçevesinde nasıl arayacağını öğretmek falan der…
Hoca ‘adalet için’ cevabını alıncaya kadar ‘başka’ diye sorar.
Bu cevabı alınca da işte aradığım cevap bu dercesine “peki az önce arkadaşınıza adaletsiz davrandım. Neden müdahale etmediniz? Neden arkadaşınızın haklarını savunmadınız?” diye sorduktan sonra, o unutulmayacak ilk ve en önemli dersini verir;
“Sevgili arkadaşlar, bu olaydan hepinizin çıkarması gereken bir öğüt var, bunu size 100 saat sınıfta ders versem anlatamazdım. Asla bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetinde olmayın, o yılan bir gün mutlaka sizi de sokacaktır.
Adaletsizliğe şahit olup göz yuman insanlar haysiyet ve onurlarını kaybetmeye mahkûmdur.
Bir şahsa karşı yapılan haksızlık, herkese karşı yapılmış bir tehdit demektir.”
Maalesef günümüzde pek çok hukukçu, derslerine çalışmış, kanunları ezberlemiş ama ‘hukukçu, hukuk adamı’ olamamıştır.
Ve Hukuk fakültelerinde hocalar, öğrencilerinin adalet duygusunu pekiştirmek için yaşanılan şu örneği verirler.
Alman Kralı II. Frederick 1750 yılında gezerken bir yeri çok beğeniyor; “Bana şuraya bir saray yapın” diyor.
Ertesi gün adamları gidip bakıyorlar, Kral’ın beğendiği yerde bir değirmen…
Değirmenciyi bulup sorarlar;
Bizi Kral gönderdi. Burayı görüp çok beğendi, satın alacak. Kaç para?
Değirmenci, satılık değil, satmıyorum ki ne parası, der.
Saçmalama, bak Kral istedi falan diye korkutsalar da nafile.
Dönüp durumu krala anlatırlar.
Kral sinirlenir, getirin şunu, bir de ben konuşayım, der, adamı yaka paça II. Frederick’in huzuruna getirirler.
Kral, paranı fazlasıyla vereceğim, dese de adam inat edince kral kükrer;
Satacaksın, mecbursun, unutma ki ben Kralım!
Değirmenci, cevap verir;
Asıl sen unutma ki Berlin’de hâkimler var! Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar kral bile olsa adaletten üstün değildir. Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz. Orada oturamaz!
Bu söz üzerine II. Frederick, kendi koyduğu kuralları ve yerleştirdiği kanunları çiğneyemez, değirmene komşu bir saray yaptırır ve orada oturur.
İnatçı ama değme hukukçulardan daha hukukçu o değirmenci ile komşu olurlar.
Değirmenci, her sabah arka bahçeye çıktığında krala seslenir; Hey Frederick, ekmek yaptım göndereyim mi?
II. Frederick sonraları hep anlatır;
“Adalet her sabah bana, ‘sıcak bir ekmek kokusuyla’ gelirdi.”
Ve değirmencinin ‘Berlin’de adalet var’ sözü, sonraları bir atasözü olarak yerleşir.
Ne zaman bir Alman’ın adalete ihtiyacı olsa, ‘nasıl olsa Berlin’de hâkimler var’ der.
Doğrudur, Berlin’de 1750, evet, evet 1750 yılından beri ADALET vardır.
Gel gör ki, yıl 2020 ve biz de halâ o adalet yok!
Örnek çok, Gezi Davası, sözde 28 Şubat Davası vesaire…
Adalet Bakanın; “Adalet bir sayı ve skor işi değildir. Kaç dava açtığımız, kaç dosyayı karara çıkardığımızdan daha önemli olan adaleti ne ölçüde gerçekleştirdiğimizdir” diyor.
Buna inanan ve güvenen mahkeme Gezi Davası Dosyasını sonuçlandırıp, beraat kararı veriyor.
Ama hakkındaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ‘serbest bırakılmalı’ kararı dahi uygulanmayan Osman Kavala, son mahkemede beraat etmesine rağmen, o altı saat içerisinde icat edilen bir başka suçlama ile -ki daha önce gündeme getirilip, gereksiz bulunan bir suçlama ama belli ki yedek olarak tutulmuş- salıverilmiyor.
Adalet bakanını dinliyor, ‘Oh çok şükür, demek ki Ankara’da hâkimler varmış’ diyorsunuz. Ardından kararlara bakıyor hayal âleminden kurtulup gerçeğe dönüyorsunuz.
Yazık! Her ile/ilçeye devasa adalet sarayları yaptınız ve bununla övündünüz ama yaptığınız o sarayların içine ‘ADALET’ koymayı unutmuşsunuz…