Soma davası, sonuçları itibariyle nasıl öldüğümüze bakarak nasıl yönetildiğimizin ve nasıl bir adalet sistemine sahip olduğumuzun göstergesiydi.
Dava sonuçlandı ve biz Balzac’ın “Kanunlar örümcek ağları gibidir: Zayıfları ağa yakalanır, güçlüler ağı delip geçer” sözünün teyidini yaşadık adeta…
Kanunlarımız değilse de uygulamamız, güçlüden, zenginden yana maalesef…
Bir tarafın iktidar yanlısı ve zengin olması, yani kefenin bir tarafının ağır basması kararları çok etkiliyor.
Soma’da bunu gördük, yine zengin ve iktidardan yana olan bir iş adamı kazandı, 301 can ile birlikte ‘Adalet’ de öldü.
Benzeri bir dava da ilimizde var.
Şu meşhur Coşkunlar Havai Fişek Fabrikası davası…
Failin ve faillerin, zengin ve iktidar yanlısı olması durumunda nelerin değiştiğini ve değişebileceğini daha ilk günden hissetmiştik, hatırlarsanız.
Peki, bu durum davanın seyrine yansıyor mu, sonucuna yansır mı?
Davayı çok yakından takip eden İsmail Saymaz, geçtiğimiz hafta, patlayıcıların taşınması ve imhası sırasında yaşanan ikinci patlamayı dair gelişmeleri yazdı.
Bakalım fatura kime kesildi?
“Havaifişek Fabrikası'nda, ruhsatsız şekilde depolama alanı kurulup kaçak barut üretildi. İşçiler aşırı üretim için zorlanırken, Çinli ustaları Yang'ın “Bunlar eninde sonunda patlayacak” uyarısına kimse kulak asmadı.
Devlet yetkilileri, kalan patlayıcıları imha edecek şirket bulamadığı için jandarmaları seferber etti.
Jandarma dediğin, köylü çocuğu…
Adeta ölüme gönderildiler.
Görünen o ki Sakarya'da birbirine bağlı iki iş cinayeti gerçekleşti.
Kâr hırsından ötürü önlem almayan iktidar yanlısı iş adamı, denetim görevini yerine getirmeyen kamu idaresi ile jandarmaları ve sürücü Fatih Üretmen'i ölüme süren sorumsuz askeri yetkililer, iş cinayetinin failleridir.
Jandarmalara verilen şehitlik şilti de…
Üretmen'e bağlanacak malul aylığı ve yapılacak yardım da bu gerçeği örtemez.
İhmal bombasının patlaması için bütün koşullar biraraya gelmişti.
Karardan alıntılıyorum:
“Kamyonların iç kısımları ve yan kapaklarının brandayla kaplanmadığı, deforme olmuş patlayıcı ve yanıcı maddelerin gelişigüzel yüklendiği, uyarıcı levha asılmadığı, yangın söndürme cihazının bulunup bulunmadığına ilişkin sorgulama yapılmadığı, 300 kilo üzerinde patlayıcı taşınmasına rağmen bilgi ve deneyimi olmayan onbaşıların görevlendirildiği, koruyucu kıyafet ve malzeme verilmediği…”
Normalde imha işlemi patlayıcının bulunduğu yerde gerçekleştirilirdi.
Ancak, “Patlamanın kalıntılarının daha büyük bir patlamaya sebebiyet vermemesi için bu yol benimsenmişti. Yani tam da korkulan olmuştu.
Karardan: “Personelin fabrikadaki büyük miktarda patlayıcının temizliğini yapacak görevli ve taşımayı yapacak araç temin etmekte zorlandıkları, görüşülen kişilerin riskten çekinerek çalışmak istemedikleri, temizlik ve taşıma işleminde jandarma kullanılmasının zorunluluktan kaynaklandığı…”
Profesyonel şirketlerin çekindiği imha işlemi, eğitimi olmayan jandarmalara yaptırıldı.
İş güvenlik kıyafeti çok görüldü.
Ölümcül patlayıcılar elle yüklenip boşaltıldı.
Bu çocuklar denek miydi ki ölümün kucağına itildiler?
Jandarma Yüzbaşı M.U.Y. ve Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş B.G. hakkında soruşturma izni verildi.
Fatura, emri yerine getirmekten başka seçeneği olmayan yüzbaşı ve onbaşıya kesildi.
Sakarya'da onlara emir ve talimat veren bir komutanları yok muydu?
Büyük Coşkunlar Fabrikası'nda işçilerini ölüm pahasına çalıştıran işverenden ne farkı var, gencecik jandarmaları her an infilak etmeye hazır patlayıcıların içerisine sokanların?
Hesap vermeyecekler mi?”
Vermeyeceklerdir…
Bu ülkede hep makinistler, şoförler, işçiler, jandarmalar suçlu oluyor. Fatura hep onlara kesiliyor.
Yandaşa, zengine, patrona, amire, komutana dokunulmuyor…