CHP Genel Başkanı Özgür Özel, 2024 yılı bütçe açılış konuşmasında Osmanlı’nın son döneminden örneklerle, AKP’nin ülke yönetim biçimini eleştirdi.
Bu eleştiri aynı zamanda iktidar mensuplarının Osmanlı hayranlığının ve saltanat severliğinin sebepleri gibi geldi bana.
Bakalım size de öyle gelecek mi;
2009 yılıydı, Adalet ve Kalkınma Partisinin Sayın Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan çıktı ve dedi ki “Bu millete iki yüz yıldır istikamet dayatıyorlar.”
O gün iki yüzyıl geriye gidilince karşımıza Sened-i İttifak geldi, padişahın yetkilerinin kısıtlanması ve tek adamın yetkilerinin ilk kez tartışılması.
Şimdi, o tek adam rejiminden demokrasiye geçiş konusunda Recep Tayyip Erdoğan'ın temelden bir itiraz yaptığını burada kayda geçirmek isterim.
Özgür Özel, şimdiki Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un sözleri üzerinden AKP ile CHP farkını ortaya koydu;
Sayın Numan Kurtulmuş şöyle der: “Biri genç Türklerden başlayıp bugünkü CHP’ye kadar gelen bir siyasi akım ve onun karşısında her aşamada yüz elli yıldır onlarla karşı karşıya gelmiş ikinci bir siyasi akım var. Türkiye’de 2 ana yol var, biri genç Türklerden CHP’ye giden yoldur, biri de bizim yolumuzdur.” der bunu 1 kez, 2 kez değil, görevi icabı Anadolu’nun dört bir yanında tekrarladı.
Biz bu karşıtlıklar üzerinden bir siyaset örmeye bugün için pratik bir fayda yüklemesek de Numan Bey’in ortaya koyduğu o 2 yolun nereden başlayıp nelerle karşılaşıp nereye vardığını da hatırlamak gerekiyor.
Örneğin biz Anayasa’yı ve Meclisi savunan yoluz, diğer yol meşrutiyetin ilanından sonra Meclisi otuz üç yıl kapalı tutan yoldur; biz İkinci Meşrutiyet için canını ortaya koyanların yoluyuz, diğer yol Damat Ferit Hükûmetinin yoludur; biz Sevr’i yırtıp atıp Lozan’ı yapanların yoluyuz, diğer yol Sevr’e imza atanların yoludur.
Biri İstanbul fetvasıyla Mustafa Kemal ve arkadaşlarına idam isteyenlerin yoludur; diğeri, Ankara Fetvası’yla Millî Mücadele’yi sahiplenenlerin yoludur.
Biri, Millî Mücadele aleyhinde bildiri yayınlayıp İngiliz uçaklarından attıran İskilipli Âtıf’ın yoludur; diğeri, Ankara Müftüsü, Millî Mücadele’ye destek olan Rıfat Börekçi’nin yoludur.
Biri, 6’ncı Filo gelince ona karşı direnen solcu öğrencilerin karşısına dikilenlerin yoludur; bizim yolumuz, 6’ncı Filoyu denize dökenlerin yoludur.
Bizim yolumuz, meşrutiyetler ilan eder, meclisler kurar, tek adamın yetkilerini millete, Meclise verir; diğer yol, 16 Nisan, rejime kasteden Anayasa değişikliğiyle bu Meclisin elinden sözlü soruyu, gensoruyu, güvenoyunu alarak, Meclisin yetkilerini saraya devreden yoldur.
Bugün bu tartışmanın; Türk demokrasi tarihi açısından iki yüz yıllık, dünya demokrasi tarihi açısından sekiz yüz yıllık kazanımlardan dramatik bir geri gidişe itiraz olduğunu tespit etmek isterim, tutanaklar önünde bu itirazı kayda geçirmek isterim ve hatırlatmak isterim ki: Cumhuriyetin ilk çeyreğinde cumhuriyetin ilk bütçelerini Cumhuriyet Halk Partisi yaptı.
Cumhuriyet Halk Partisinin, cumhuriyetin kurucu kadroları devleti gerçek anlamda güçlendirmenin en temel yolunun güçlü ve millî bir ekonomi yaratmak, toplumun refahını yükseltmek olduğunu gayet iyi biliyorlardı.
1923’te İzmir İktisat Kongresi’ni toplayarak başladılar, toplumun tüm paydaşlarını bu kongreye dâhil ettiler. Alınan kararlar ışığında, ülkede sermayenin çok kıt olduğu gerçeğine rağmen, önce ulaşım altyapısını oluşturdular; bütün Türkiye coğrafyasına yayılacak şekilde temel ihtiyaçların üretimi için fabrikalar, bankalar, ekonomik teşekküller kurdular.
İşte, bu öngörülü ve kararlı akıl, 1929’da dünya ekonomik krizine, anında ve doğru tepkiler vererek genç cumhuriyetin erken dönem kazanımlarını korumayı başarıyordu.
Hepimizin hala övünerek söylediği Onuncu Yıl Marşı’ndaki demir ağlarla örülen memleket, okuma yazma ve eğitim seferberliğiyle her yaştan yaratılan genç nüfus, kurulmuş yüzlerce kamu iktisadi teşekkülü, üretime dayalı bir ekonomiyle ülkemizi hızla kalkındırdı; Türkiye ekonomisi on beş yılda tam yüzde 196 büyüdü.
Türkiye ekonomisi büyürken ve başarıya ulaşırken cumhuriyetimizin kurucu kadrolarının feraseti ve öngörüsüyle ülkemiz, İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmayı, bir büyük yıkımdan, bir büyük savaştan, belki toprak kayıplarından, bir kenarda oluşan millî bakiyenin de ortadan kalkmasından bu toprakları ve genç cumhuriyeti koruyordu. İkinci Dünya Savaşı’nda ekonomik yıkım büyüktü.
Bu ekonomik yıkım sırasında birileri hızla kalkınmaya, yaraları sarmaya, sanayileşmeye, bilime ve akılcı kalkınma programlarına sarılırken maalesef o dönemden itibaren artık Türkiye devrimcilik ilkesinin de ruhuyla, büyük bir seferberlikle hem iktisadi hem insani hem siyasi hem de sosyal alandaki Cumhuriyet Halk Partisinin yaptığı devrimlerden ve yaptığı bütçelerden mahrum kalacaktı.
Bugün üzülerek görüyorum ki bu bütçe cumhuriyetin ilk çeyreğini kalkındıran, zenginleştiren, millî ekonomiyi güçlendiren bütçeleri örnek almak yerine son yirmi yıldaki yoksullaştıran, işsizleştiren, emeği ucuz iş gücü hâline getiren, gelir adaletsizliğini büyüten, enflasyonla mücadele yeterliliği göstermeyen bütçelerin bir tekrarı