Geçtiğimiz hafta Çorlu Tren Kazasının duruşması vardı.
7 yıl geçmesine rağmen adalet yine tecelli etmedi.
Ne olmuştu?
Edirne’den İstanbul’a giden tren, Çorlu’da devrildi, 25 insanımız hayatını kaybetti.
Cinayetten farksızdı… Raylar çamaşır ipi gibi havada asılı duruyordu, altında toprak yoktu, çünkü kontrol eden yoktu, rayları kontrol etmesi gerekenleri işten çıkarmışlardı, bir ay önce yapılması gereken bakım-onarım ihalesini de iptal etmişlerdi.
Olayın failleri belliydi; görevini yapmayanlar, işini savsaklayanlar…
Lakin bu iktidarın bürokratları kutsaldır, dokunulmazdır ya yine tek suçlu yağmur oldu.
Yağmur yağdığı için, biriken sular sele dönüşüp rayların altını boşalttığı ve haliyle trenin devrilmesine sebep oldukları için suçlu bulundular.
Ha, bir de ‘kader planı’ vardı. Eceli gelen ama öyle ama böyle ölecekti, ne olmuştu yani!
Hemen her bela ve musibet sonrası onlarca kere yazmak zorunda kaldığım bir cümle var; “Bir ülkenin nasıl/neyle/ne şekilde yönetildiğini anlamak için, insanların nasıl öldüğüne bakmak yeterlidir.”
İşte öyle ve işte böyle pisi pisine ölüyoruz.
Çünkü yönetim anlayışımızda liyakat yok. Partizan kadrolaşmalar, her türlü görevlendirme ve atamalarda yandaş kayırmalar bizi bu hale getiriyor.
Liyakat demişken, şöyle bir geçmişe uzanalım da kimine göre diktatör olan Atatürk ile kendi atadığı bir bürokrat arasında geçen liyakat dersi konulu bir olayı hatırlatalım.
Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları'nın kurucusu ve ilk genel müdürü Behiç Erkin’di.
Daha Kurtuluş Savaşı yıllarında Atatürk’ün keşfettiği ve “Ben cephede ne yapılması gerektiğini biliyorum, sen cepheye askerin mühimmatın erzağın nasıl getirilmesi gerektiğini biliyorsun, demiryolları işin ehli biri tarafından yönetilmezse bu işi yapamayız, demiryolları sana emanet” dediği adamdı.
O görevini başarıyla gerçekleştirdi ve ardından da o yokluk döneminde memleketin demirağlarla örülmesinin en önemli aktörüydü.
Bahsettiğim liyakat dersi Kurtuluş Savaşı'nın en kritik günlerinde verildi.
Mustafa Kemal, sevkiyattan sorumlu tuttuğu Behiç beye acil ibaresiyle bir telgraf göndermişti.
“Sevkiyatı hızlandırın, trenleri son sürate çıkarın, geciktiren idamla cezalandırılır” diyordu.
Behiç Erkin’in cevabı tam bir liyakat örneğiydi;
“Bu hat 40 kilometreden süratli gitmeye müsait değildir, hızlandıralım derken tek bir sevkiyat bile yapamayabiliriz, emrinizi aldım, bu nedenle uygulamadım, ikinci emrinizi bekliyorum” dedi!
Mustafa Kemal'den tekrar telgraf geldi;
“Sen nasıl uygun görürsen Behiç…”
Yılmaz Özdil’in dediği gibi: “İşte bu diyalog ve bu omurgalı karakter nedeniyle, Mustafa Kemal tarafından Behiç'e Erkin soyadı verildi.”
Mustafa Kemal kendi el yazısıyla Behiç'e gönderdiği mektupta, Erkin'in anlamını şöyle yazmıştı: ‘Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi.”
İşte bugün bürokratlarımız ‘Erkin’ davranamadıkları içindir ki olmaması gereken kazalar oluyor ve insanlarımız pisi pisine ölüyor.
İlimizde yaşanan Pamukova Tren Kazasını hatırlayın. Henüz hatlar tam olarak bitirilmemişti ama dönemin iktidarının acelesi vardı. Açtık demek için, hızlı tren yaptık demek için, reklam uğruna henüz hazır olmayan hat açıldı.
Seçim şovu yapmak için, oy toplamak için, eksikleri tamamlanmadan açılan, sinyalizasyonu bile olmayan tren hattında, Ankara garından çıkan hızlı tren, karşı yönden gelen kılavuz lokomotifle kafa kafaya çarpıştı, dokuz insanımız hayatını kaybetti, 86 insanımız yaralandı.
Yani, dönemin bürokratları Behiç Erkin gibi, kendilerine o emri verenlere liyakat dersi verselerdi, o kaza yaşanmayacak 38 insanımız ölmeyecekti.
İstatistiklere ve ilgili haberlere bakın; 2016'da 67 ağır kaza 95 ölü, 2017'de 45 ağır kaza, 54 ölü.
Bunlar çoğunlukla liyakate daha doğrusu liyakatsizliğe bağlı kazalardı. Yönetici ve görevli endeksli kazalardı bunlar ki kimisinde tren trene vurdu, kimisinde hemzemin geçitte tren insana vurdu, kimisinde tren raydan çıktı falan...
Ama hiçbir bürokrat ya da görevli kusurlu bulunmadı, ceza almadı yani liyakat örneği gösterilmedi maalesef.
Haliyle dönemin bürokratları tarihe Behiç bey gibi geçme şansını teptiler, onlar dalkavukluğu tercih ettiler.
Behiç Erkin, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan “Hatırat” isimli kitabının son paragrafında şöyle yazmış;
“Yukarılarda beyan ettiğim veçhile ben, 1920-1928 seneleri arasında demiryollarını idare ederken, ihmale hiç tahammül edemezdim. Aldığım ve aldırdığım tertibat sayesinde bu sekiz sene içerisinde hiçbir yolcu telef olmamış ve yaralanmamıştır. Alelhusus, 1922 büyük taarruzu sırasında Yunanlıların tahrip ettikleri demiryollarının ilk tamiri, iki metre boyunda ray parçalarıyla yapılmış ve demir köprüler gelinceye kadar ahşap köprülerle hat işletmeye açılmış iken, bu sırada dahi bir kaza kaydolunmamıştır.”
Ya şimdi? Teknoloji var, imkan var, fırsat var ama liyakat yok.
Dedim ya bürokratları o kadar kutsal ki, sözde İslamcı iktidarlar ama bürokratlarını yedirmemek için Yüce peygamberin “Emaneti (işi/görevi/yetkiyi) ehline veriniz” emrine bile muhalif davranıyorlar.
Anladınız siz onu…