Haklı çıkmaktansa, mutlu olmayı tercih edenlerdenim. Dolayısıyla haklı çıkmak bugün benim için hiçbir anlam ifade etmiyor ama seçim sonuçları benim için pek sürpriz olmadı.

Tabii ki buradan ilan edecek değildim ama fikrimi ve tahminimi soran dostlara -elbette ki onların azmini ve umutlarını da kırmamaya çalışarak- seçimlerden pek umutlu olmadığımı ifade etmiştim.

Hatice’ye bakma, neticeye bak misalinde olduğu gibi, sonuç derken hem Hatice’yi hem neticeyi birbirinden ayırmadım.

Burada Hatice, muhalefetin sandıkta kazanması ama işin neticesi de muhalefetin galibiyetini kabullenecek bir iktidar ve sonucu tescil edecek bir resmi makamın varlığıydı.

En üst ağızdan yaptıkları konuşmalarla -ki seçimi darbeye benzetmek dahil- seçim sonuçlarını canının istediği değerlendirme sinyalleri veren bir iktidar gücüne şahit olduk.

Dolayısıyla bugün korktuklarımızın başımıza gelmemesi, bunların aman da ne kadar demokrat ve halk iradesine ne kadar da saygılı oldukları anlamına gelmiyor.

‘Ya kaybetselerdi’ sorusu hiç aklımdan çıkmıyor.

Kişi ya da kurumların ne kadar centilmen oldukları yendiklerinde değil, yenildiklerinde anlaşılır. Yenen için tebrik etmek kolaydır da yenilenin yeneni tebrik ettiği sportif ve siyasal müsabaka pek nadirdir.

Kaldı ki, ‘demokrasi’ evet sihirli bir kelime ama bu ülkede hep sözde kalmıştır. Bunu bu seçimle bağlantılı söylemiyorum, okuyanlar ve tanıyanlar bilir her süreç ve ortamda söylemiş ve yazmışımdır; demokrasi bu ülke insanına hep bir beden fazla gelmiş ve bu ülke insanları demokrasinin kısmi nimetlerinden istifade etmekle birlikte, demokrasiyi özü itibariyle kabullenememiştir.

Niye böyle derseniz, sebebi tarihsel süreçte aramak lazım.

İnsanların ve toplumların nezdinde bedel ödenerek elde edinilen kazanımlar makbul ve değerlidir.

Biz bu demokrasi nimetine bedel ödeyerek sahip olmadık. Bir nevi hazıra konduk.

Diyeceksiniz ki efendim Kurtuluş Savaşı?

Derim ki alakası yok. Biz Kurtuluş Savaşını işgale karşı verdik. Eğer Atatürk, savaşın ardından padişahlık sistemini lağvedeceğini ve padişahı sürgüne göndereceğini söyleseydi, ahalinin yarısı itiraz ve isyan eder, o savaş da kazanılmazdı.

Büyük Atatürk, savaşta akan o kan ve gözyaşını demokrasi nimetine döndürdü de biz demokrasi ile tanışabildik.

Ama örneğin Avrupa, bizzat demokrasiye kavuşabilmek için büyük bedeller ödedi.

Hasılı bizde demokrasi tepeden, Batı’da ise tabandan yukarı doğru kuruldu ki o bakımdan onlar için pek kıymetlidir.Biz de ise olmasa da olur. Nitekim, onca mücadeleden sonra elde ettiğimiz parlamenter sistem ve demokrasi mücadelesini, bir halk oylaması ile tekrar ‘tek adam rejimine’ evirmek, dünyada ancak ve ancak bize mahsustur.

Seçim günü, çok partili hayata geçişimiz ve İsmet İnönü konusunu, yazacak bir şey bulamadığımdan değil, bugünleri gördüğümden yazdım.

Buna bir devam yazısı geleceğine bilerek…

İktidar kazanır yani tek adam rejiminin devamı yönünde karar alınırsa da iktidar sandıkta kaybeder ama bunu kabullenemezse de yani her halükarda bu yazının bir devamı olacaktı.

İşte bugünkü yazı o yazının devamıdır.

Beyler, evet tepeden inme ve hazıra konma şeklinde gerçekleşti ama biz bu ülkede iki kez demokrasiyle taçlandık.

İlki isteseydi padişahlığını ilan edebilecek veya padişahın kucağına oturarak bir ömür mutlu mesut yaşayabilecek olan Mustafa Kemal Atatürk’ün bize hediye ettiği cumhuriyet ve demokrasidir.

İkincisi ise İsmet İnönü’nün kararı ve iradesiyle tek parti devrini kapatıp, çok partili demokrasiye geçmemiz…

Her ikisi de kansız, acısız yani bedelsiz oldu malumunuz.

Ve haliyle biz hiç ama hiç kıymetini bilemedik…

Bilemedik çünkü biz çok partili rejimi, bir türlü demokratik Rejime döndüremedik.

Başta Demokrat Parti olmak üzere, bu ülkenin bütün sağ/muhafazakar partileri çok partili rejim sayesinde iktidara geldiler, demokrasinin nimetlerinden tıka basa istifade ettiler ama bu rejimi, demokratik rejime dönüştürmekten hep kaçındılar.

İşte parlamenter sistemden yine tek adam rejimine geçişimiz de yine sağ/muhafazakar bir iktidara nasip oldu.

Bu ülkede demokrasiye katletmek nasıl ki adı ‘Demokrat’ olan bir partiye nasip olduysa, yıllar sonra demokratik sosyal hukuk devleti imajını yerle bir etmek de adında ‘Adalet’ olan bir partiye nasip oldu.

Kızmaca, darılmaca yok. Araştırın, göreceksiniz.

Demokrat Parti’nin, 28 Nisan 1960 yılında uygulamaya koyduğu Tahkikat Encümeni uygulamasının padişahlık özentisinden ve tek adam/parti rejimine duyulan özlemden ibaret olduğunu göreceksiniz.

Bunun gibi yüzlerce örneği var.

Şimdi Emre Kongar’a bırakayım son sözü;

Türkiye, 16 Nisan 2017 Halkoylamasıyla kabul edilen “yamalı bohça” niteliğindeki bir Anayasa’ya ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” dedikleri, siyaset bilimi literatüründe NeoPatrimonyal Sultanizm denilen ucube bir “Şahsım Devleti”ne mahkûm edildi.

Ve bu iktidar, bütün gücüyle, mali, ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel ve eğitimsel politikalarla din ve mezhep kimliğinin istismarına dayanan, Demokratik Cumhuriyet karşıtı bir politika izledi ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin temellerini erozyona uğrattı...

Bütün seçimleri kendi lehine yapılan haksız, hukuksuz ve adaletsiz kampanya ve uygulamalarla yönetti ve 7 Haziran 2015 hariç, hepsini kazandı.”

Dolayısıyla bu seçimi de kazandı diye pek üzülmem ama siz yani iktidar yandaşları da kazandık diye pek sevinmeyin.

Çünkü, galip sayılır bu yolda mağlup…