Bu sorunun imla kuralları gereği soru işareti ile bitmesi gerekirdi ama ben ünlem koydum.
Sebebi yazının içerisinde…
Geçtiğimiz Cuma günü bir cenaze vesilesiyle İYİ Parti Sakarya Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dikbayır, Sakarya İl Başkanı Selçuk Kılıçaslan ve Ferizli İlçe Başkanı Fatih Akgün, kurucular kurulu’ndan Orhan Ünver ve Adapazarı belediye Başkan adayı doktor Aydoğan Arslan ile sohbet imkanı bulduk.
İçeriği itibariyle hiç de hoş olmayan bir sohbet demek zorundayım çünkü konumuz İYİ Parti’de neler oluyor ağırlıklıydı.
Ülke elden giderken, dört bir tarafımız adeta kuşatılmışken, sapladığımız borç batağı ülkenin geleceğini ipotek altına almışken, mevzu ‘İYİ Parti’de neler oluyor’ olmamalıydı.
Lakin oyun kurucular, gündem belirleyiciler, muhalefet mikserleri öyle istediler ki şu konuştuğumuz konuya bakın.
Peki, ne olmuş İYİ Parti’de?
Olağan genel kurul yapılmış, partinin genel başkanı ve yönetim organları seçilmiş, seçilenler sevinmiş, seçilemeyenler üzülmüş falan.
Mevzunun en çok yandaş medyada konuşuluyor olması biraz da konuşacak mevzu ve muhalefeti eleştirecek konu bulamamalarından kaynaklanıyor, bu belli…
Lakin İYİ Parti, parti içi demokrasi hususunda sınıfta kaldı demeleri ne kadar komik!
Sanki ağababalarının partilerinde demokrasinin zerresi varmış gibi…
Oysa İYİ Parti’de demokrasinin varlığı, bizzat ekranlarınızda misafir ettiğiniz veya sosyal medya paylaşımlarına balıklama atladığınız İYİ Partililer.
Biraz empati yapsalar, acaba bu konuşmayı, bu eleştiriyi AKP’li veya MHP’li birileri yapsa halleri nice olurdu diye birazcık kafalarını zorlasalar, ne kadar saçmaladıklarının farkına varacaklar. Ama maksat o değil ki…
Bakın neredeyse 10 gündür İYİ Partililer de konuşuyor.
Lakin dikkatinizi çekerim, henüz evi, ofisi basılan, dayak yiyen, tehdit edilen veya partiden atılan hiç kimse yok...
Olmasın da… Çünkü çoğunu yakından tanıyor, İYİ Parti’ye girmekle nasıl bir riske girdiklerini gayet iyi biliyor ve emeklerine saygı duyuyorum.
Neyse o malum soruyu sordum elbette ve cevabını da az çok aldım ama ben onları yazmayacağım.
Yazmayacağım çünkü -beni yanlış anlamasınlar- ben Meral Akşener’i, ben ablayı hepsinden daha eski tanırım.
28 Şubat süreciydi, değme erkeklerin analarının eteklerine saklandıkları, pustukları, sustukları o meşum dönem.
Yazılarımda ve konuşmalarımda en sık kurduğum cümle şuydu; TBMM’de üç tane erkek var ama onlar da etek giyiyorlar.
Meral Akşener, Tansu Çiller ve Nazlı Ilıcak…
Diğer ikisi asıllarına döndüler ama Akşener halen etek giyen erkek vasfını sürdürmeye devam ediyor.
Ediyor ki, o yapısını, karakterini, özelliklerini çok iyi bildiğim MHP’de, onca erkek varken tek başına direndi, aday oldu, kovuldu ve İYİ Parti’yi kurarak en azından MHP’de Ülkücülük yapamayacaklarını anlayan Ülkücülere yeni bir kapı açtı, adres gösterdi.
Akşener yanlış yapabilir, hatadan münezzeh değildir, kusurları da olabilir ama bana bir Allah’ın kulu
Akşener davasını sattı, davasından taviz verdi, çok af edersiniz kucağa oturdu, saraya bekçi/köpek oldu, mevki-makama paraya tamah etti diyemez.
Ortada bir satılma, bir şerefsizlik, bir ihanet olmadığı müddetçe gafleti de sorun etmem, büyütmem…
Meral Akşener’in en çok hoşuma giden yönü kendini ‘ben bir cumhuriyet kadınıyım’ demesi ve bir cumhuriyet kadını gibi cumhuriyetin kendine tanıdığı hakları dibine kadar savunmasıdır.
Dik duruşunun sebebi hikmeti cumhuriyet kadını olmasıdır.
O’nun bu özelliğini Reşit Galib’e benzetirim.
Hani şu, Atatürk’ün sofrasında Atatürk’e diklenen, herkesin yüceltme yarışına girdiği o dönemde bir öğretmen sıfatıyla davet edildiği Atatürk’ün sofrasında devrin milli eğitim bakanına sarınca Atatürk’ün, ‘kendisi hocamdır, sözlerinizde müsamahalı, ölçülü olunuz, bu sofrada hocama ve bir Milli Eğitim Bakanı'na hakaret etmenize müsaade edemem, yorgunsunuz, çekilin odanıza, istirahat buyurun’ denildiğinde “Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır” diyerek diklenen, Atatürk ve arkadaşlarının sofrayı terk etmeleri üzerine tek başına o sofrada sabahlayan, Atatürk’e “Sen bu milletin bir ferdisin. Senin birinci büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir” diyen Reşit Galip…
O gün Reşit Galip bu cüreti cumhuriyetten alıyordu.
Bu gün Meral Akşener, bu cesareti cumhuriyetten alıyor.
Ama ne acıdır ki o gün Cumhurbaşkanı “Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir” sözleriyle kendisinin putlaştırılmasına izin vermeyen ve kendisine diklenen Reşit Galib’i behemehal Milli Eğitim Bakanı yapan Atatürk idi.
Bu da hem Akşener’in hem ülkenin şanssızlığı…
Akşener hep diklendi;
İç İşleri Bakanı oldu PKK’ya ve iç-dış destekçilerine diklendi.
28 Şubat sürecinde anlı şanlı paşalara diklendi.
DYP’de Tansu Çiller’e diklendi.
AKP kurulurken ‘sen de gel’ diyen Erdoğan’a diklendi.
MHP’de Devlet Bahçeli’ye diklendi.
Biz de O’nun bu dik duruşunu sevdik.
Eğilmediği sürece de sevmeye devam edeceğiz.
İYİ Partililere düşen de, iktidar ve ortaklarının partilerine örtülü müdahale için fırsat kolladıklarını şu dönemde, ağızlarından çıkan her söze dikkat etmeleri ve düşmana malzeme temin etmemeleridir.