Onlar her ne kadar takiyye (gerçek düşüncesini, inancını gizleme) yapsalar da bu ülkeyi yönetenlerin ‘reklam arası’ olarak kabul ettikleri, saymadıkları, görmedikleri, kabullenmedikleri bir dönem ve bir liderin olduğunu çok iyi biliyoruz.

Dönemin ismi Anadolu’nun işgali, kurtuluşu ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu ve o liderin ismi de ATATÜRK’tür…

Hepsi bir yana, sadece ve sadece ‘keşke Yunan kazansaydı’ diyen sözde akıl hocalarına gösterdikleri ihtimam en önemli göstergedir.

Bir de milli bayramlarda ortadan kaybolmaları…

Bir milletin milli bayramları, birileri için ‘yas’ teşkil ediyor ve ne acıdır ki onlar bu ülkeyi yönetiyorsa vay halimize!

Bugün 26 Ağustos…

İyi de hangi 26 Ağustos? Malazgirt Zaferi mi yoksa Büyük Taarruzun başlaması mı?

Malum devri iktidarlarında bayramlarımız bile bölündü…

Bizim için her ikisi de…

Ama yukarıda bahsettiğim kesime göre biri makbul öteki yok hükmünde…

Allah’tan iki tane 26 Ağustos var ki, birisine katılmaları diğerine katılmamalarının mazereti oluyor.

İçinde Atatürk olmadığı için Malazgirt Zaferi kutlamalarını tercih ediyor, diğerini danışmanlarının yazdığı birkaç metinle ve mümkün mertebe Atatürk’ü anmadan geçiştiriyorlar.

Camilerimiz de böyle değil mi?

Çanakkale Zaferi kutlanıyor mesela ama hutbenin içinde Atatürk yok.

Haliyle yıllardır, kurucusunu ve varlık sebebini inkar eden bir Diyanet, hadi varlıklarını geçtim unvanlarını, koltuklarını borçlu oldukları Atatürk’ü görmezden gelen bir hükümet ile karşı karşıyayız.

Malazgirt Zaferi Türk milletinin Anadolu yurt edindiği gündür, kutlu olsun…

Büyük taarruz ise Türk milletinin Anadolu’dan sökülüp atılmasının engellendiği gündür, kutlu olsun…

Biz birilerine ‘Allah’a şükür, büyük Atatürk’e de teşekkür etmeyi bir türlü öğretemedik. Aksine Atatürk’e sempati duymanın bile kafirlik olduğunu iddia ettiler, ediyorlar da…

Neyse…

26 Ağustos, bir milletin makus talihinin değiştiği andır.

26 Ağustos, halen din adamlarımızca haram mı helal mi olduğu tartışılan satranç mantığının mücadeleye uyarlanmasıyla kazanılan bir zaferin başlangıç noktasıdır.

26 Ağustos, 22 gün süren bir varlık-yokluk mücadelesinin ilk adımıdır

26 Ağustos, sonradan “Deli Halit Paşa” diye anılacak olan Albay Halit Beyin, bir mülazımın, “Komutanım bir ricat anında benim askerlerimin durumu ne olacak” diye sorması üzerine “Bak teğmen, bir daha ricat lafı edersen, seni buraya gömerim!” demesinden de anlaşılacağı gibi bir kararlılığın ve delice bir vatan sevdasının işaretidir.

İktidarın tavrı Milli Eğitim müfredatına kadar yansıdı maalesef ve yeni neslin ‘reklam arası’ tabir ettikleri bu dönemi öğrenmeleri engellendi.

Ve bu tavır hepimiz kutsalı olan mabetlerimize yani camilerimize kadar yansıdı.

Ama biz bu işin peşini bırakmayacağız.

Ve bütün bu inkar edilen dönemin öznesi olan ATATÜRK’ü unutturmayacağız.

Bakın;

“Hayatında Türkiye'ye hiç gelmemiş olan Arnold LUDWIG, ABD’li bir Psikiyatri Profesörü, bir kitap yazmış, kitabın adı; “KING of the MOUNTAIN.”

Dünyada ülke yönetmiş politikacılarla ilgili bir kitap, sadece 20’nci yüzyılın liderlerini kapsıyor!

Saddam’dan Kaddafi'ye, Mao'dan Roosevelt'e, De Gaulle'den Nehru'ya, Churchill'den Hitler'e, Mussolini'den Mandela'ya, Stalin'den Nasır'a, Esad’dan Arafat’a kadar liderleri incelemiş!

2 bin kişiyi ele almış, çalışması tam 18 yıl sürmüş…

Araştırma sonunda 377 devlet insanı öne çıkmış!

Bu liderlerin hepsine aynı olmak üzere 200 kadar değişik kıstas uygulanmış, bu kıstaslara göre, 1'den 31'e kadar değişken puanlar verip değerlendirmiş ve bir sıralama yapmış.

Uyguladığı testin tam adını da “Political Greatness Scale” (PGS) olarak tanımlamış.

Buna göre liderler sıralanmışlar!
Roosevelt ve Mao 30’ar puan alırken, Nehru 25, Churchill 22, Golda Meir 12, Fidel Castro 23, Lenin 28, Khomeini 23, Kennedy 15 puanda kalmışlar.

Sadece tek bir lider 31 puanla ilk sırayı almış…

Bu lider de "Visionary" sıfatıyla, 20’nci yüzyılın gelmiş geçmiş en büyük devlet adamı unvanına layık görülmüş…

İktidar ve dalkavukları inkar etseler de siz onun kim olduğunu biliyorsunuz; ATATÜRK…

Daha ne olsun ki?