Seçim propagandalarını Hz. Ömer’in devlet adamlığı ve adaleti üzerine oturttular.
Hz. Ömer kıssaları üzerinden, devleti adil yöneteceklerini, adaletsizliğe meydan vermeyeceklerini, herkese hakkını vereceklerini, insanlara eşit davranacaklarını, partizanlık, soyluluk, zenginlik, akrabalık üzerinden hareket etmeyeceklerini, emanete riayet ve işi ehline verme anlayışını yerleştireceklerini iddia ettiler.
Hz. Ömer gibi, devlet idaresinde danışma ve işbirliğine önem vereceklerini, devleti tek adamla değil, ortak akıl ve istişare ile yöneteceklerini, yanında hısım akraba değil bilgili, deneyimli ve uzman kişiler bulunduracaklarının sözünü verdiler.
Bizi seçerseniz, Hz Ömer gibi davranacağız demeye getirdiler yani.
Bugün bu sözlerin yerine gelmediğini hepimiz biliyoruz.
Hz. Ömer’in sakalının bir teli dahi olmadıklarını da…
Merak ettim, dünyanın herhangi bir ülkesinde Hz. Ömer’e benzeyen en azından andıran tek bir yönetici var mıdır diye…
Birkaç tane buldum. Yılmaz Özdil’in arşiv yazarlığından yararlanarak bir tanesini örnek vereyim;
Namuslu adamdı. Cuntaya direndi. Altı defa vuruldu. Defalarca tutuklandı.
14 yıl hapis yattı. İki defa hapisten kaçtı.
Demokrasiye geçildi…
Cumhurbaşkanı seçildi ama Cumhurbaşkanlığı sarayında değil, eşine ait köy evinde oturmaya devam etti. Suyun bile kuyudan çekildiği bir köy evi…
Siyasi görevlerinin dışında, mesai saatleri dışında, sıradan yurttaşlar gibi yaşıyordu.
Cumhurbaşkanlığı maaşı 12 bin dolara denk geliyordu, yüzde 90'ından fazlasını yoksullara, hayır kurumlarına bağışlıyordu, kalanıyla geçiniyordu.
Eşi çiçek yetiştiricisiydi, çiçekçilere satarak gelir elde ediyordu, “eşimin kazancı bize yetiyor, devletten maaş almama gerek yok” diyordu.
Makam uçağı vardı, kabul etmedi, hiç kullanmadı, özel uçağa bile hiç binmedi, sıradan yurttaşlarla birlikte yolcu uçaklarıyla seyahat etti.
87 model aracına binmeye devam etti.
Şoförü yoktu. Koruması yoktu. Banka hesabı yoktu. Kredi kartı yoktu.
“Siyaset, para biriktirmek için değildir, halk olmaktır” diyordu.
Birleşmiş Milletlerde konuşma yaptı, “kalıcı olan aşk, dostluk, dayanışma ve ailedir, belirleyici olan hayat olmalıdır, tüketim değil” dedi.
Cumhurbaşkanlığı süresi bitti, illa gene seçileyim, koltuğa yapışayım, kazık çakayım, oyları çalayım filan demedi, emekli oldu.
Bir önemli özelliği de şuydu;
Cumhurbaşkanı seçilmeden önce “tarım” bakanıydı.
Akılcı ve halkçı politikalarıyla beş yıl gibi kısa sürede Uruguay topraklarının yüzde 90'ını tarım yapılabilir hale getirdi.
Ülkesini buğday, pirinç, mısır, arpa, yulaf deposu haline getirdi.
Canlı hayvan varlığını, sığır, koyun, domuz, kümes, toplam 45 milyona çıkardı.
Ülkesindeki canlı hayvan nüfusunu, ülkesindeki insan nüfusunun 13 katına çıkardı.
Süt ürünleri sektörünü, beş katına büyüttü.
Topraktan elde edilen kazancın bir kısmını denize döktü, balıkçılık patladı, üç katına çıkardı.
Tarım ve hayvancılık sayesinde işsizliği azalttı, kişi başına düşen geliri arttırdı, maaşları yükseltti, köyden kente göçü durdurdu.
Kıyaslamak isterseniz…
Türkiye'nin nüfusu 82 milyon kişi, sadece 18 milyon ineğimiz var.
Uruguay'ın nüfusu sadece 3.5 milyon kişi, 16 milyon ineği var.
Büyük ülke Türkiye, yiyecek kıyma bile bulamazken… Küçücük ülke Uruguay işte böyle devasa bonfile haline gelmişti.
Çünkü, en az üç çocuk yapmayı teşvik etmek yerine, en az üç inek yapmaya kafa yormuştu.
Tarım ve hayvancılık sayesinde işsizliği azalttı, kişi başına düşen geliri arttırdı, maaşları yükseltti, köyden kente göçü durdurdu.
Biz ise, dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydik.
Şimdi o ülkeden inek ithal ediyoruz. Saman ithal ediyoruz.
Ulan bu, hangi Müslüman ülkenin Cumhurbaşkanı ki diyeceksiniz?
O, bir İslam ülkesinin değil maalesef, Uruguay’ın Cumhurbaşkanı, adı da Jose Mujica…
Hz. Ömer’in devlet adamlığı mirasından geçtim, Atatürk’ün en azından tarım politikalarını sürdürebilseydiler, öp de başına koy