İsrail’in Filistin zulmünü hilafet, kadın cinayetlerini de şeriat arayışlarına bahane eden müptezeller yine devrede…
Bugün, o müptezellerin hilafet isteyenlerine, paylaşımlarından çok istifade ettiğim Taner Ünal cevap versin. Hüküm ve yorum siz okurundur…
“Ankara'daki Filistin eyleminde "hilafet" çığlıkları yükseldi! Dertleri Filistin değil, Türkiye Cumhuriyeti rejimini yıkarak Batı'nın "Türksüz Anadolu" Hayalini gerçekleştirmek.
Hilafetin "İngilizlerle anlaşarak kaldırıldığını" söyleyenler yalancıdır. "Hilafet, Hilafet" diye bağıranlar Türk ve Atatürk düşmanları, Cumhuriyet yıkıcıları ve onların yetiştirdiği uşaklarıdır.
Halifelik, terim olarak İslam devletlerinde Hz. Muhammed’den sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade eder.   Hz. Peygamber’den sonra ilk dört halife seçim, veliaht tayini, kurul seçimi gibi farklı usullerle seçilmelerine rağmen Halifelik Muaviye ile beraber babadan oğula geçen bir saltanat biçimine dönüşmüştür. Aslında Halifelik 4 Halife ile birlikte son bulmuşken, Emevi ve Abbasi Devirlerinden sonra 1517 tarihinde Osmanlı Devleti’nin Mısır’ı fethetmesiyle beraber Memluk kontrolünden Osmanlı Devleti’ne geçtiği kabul edilmektedir. 
Hilafet, Osmanlı Sultanına “dokunulmazlık” kazandırmak ve “Devşirmelerce Türklere karşı baskı aracı” olarak kullanılmak dışında hiçbir işe yaramayan, tarih boyunca Türk Milletine ve Osmanlı Devletine zarar veren, Türk düşmanı devşirme yöneticilerin işine yarayan bir unvan/makam durumundadır. 18.yy sonlarında Araplar arasında bağımsızlık hareketlerinin başlaması, Fransa ve İngiltere'nin Mısır Umman başta İslam ülkelerini ele geçirmeye başlamaları ile Hilafetin bir önemi olmadığı ortaya çıktı. 
Araplar 19.yy'dan itibaren “Halifeliğin Kureyş’in hakkı olduğu ve Osmanlı Sultanlarının bu hakkı kullanmalarının uygun olmadığı” söylemini artırdılar. Hilafet makamının hiçbir talebine uymadılar. Birinci Dünya Savaşında İngilizlere karşı yayınlanan Kutsal Fetvaları yırtıp attılar ve 100.000 Altın istediler. Ateşten günlerde hazine boşaltıldı, memur maaşları ödenmedi ve o 100.000 Altın bulunarak Araplara verildi ancak Araplar İngilizlerden 150.000 Altın daha alarak Osmanlıyı arkadan vurdular ve 2 Milyon Türk'ü şehit ettiler. 
Kurtuluş Savaşı sonrası Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrası işbirlikçiliği belli şahısların Lozan Sonrası bile Batı'nın taleplerini Halifeye iletmeleri, bu taleplerini basında dillendirmeleri üzerine, Büyük mücadeleler ile elde edilmiş bir bağımsızlığın zedelenmesi endişesini taşıyan aydınlar ve tepkilerini dile getirmeye başladılar. Bu tepkiler Mustafa Kemal Paşa'nın yurt gezilerinde dillendirmesi ile Büyük millet Meclisine yansıdı. Hilafetin devamını İngilizler ve Türkiye düşmanı ülkeler istiyordu. 
Daily Telgraf gazetesi, halifeliği kaldıran Türkiye’ye 4 Mart 1924’te şöyle saldırdı: “Türkler halifeliği kaldırmakla Batılılaşacağını, uygarlaşacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar... 6 milyon nüfuslu Türkiye halifelik sayesinde büyük devletler arasında sayılıyordu. Bundan sonra bu devlet artık üçüncü sınıf bir Tatar devletçiği derecesine düşecektir!” İngiltere başta Batılı ülkeler bir hafta boyunca halifeliği kaldıran Türkiye’ye ateş püskürdü. İngiltere ve Batılı ülkeler Kurtuluş Savaşı ve Lozan'da yedikleri tokadın acısını ülke içerisinde halen kendilerine bağlı İslam maskeli ajanları vasıtasıyla çıkaracaklarının hesabını yapıyorlar bu kargaşa ve karmaşa ortamını ancak Din istismarına ve din esasına dayalı kışkırtmalar ve fitnelerle sağlayacaklarını düşünüyorlardı. Atatürk ve yarım yüzyıldır çok sayıda savaşların içinde kalmış, Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarının acısını yaşamış Milletvekilleri bu oyunları görüyor "Hukuki açıdan Halifelik makamının dini değil dünyevi bir makam olduğu ve devlet başkanlığını temsil ettiği, Türkiye’de Meclis ve devlet başkanı var olduğuna göre adı ne olursa olsun bu görevi ifa etme iddiasında olan başka bir makam kabul edilemeyeceğini" söylüyorlardı Halifelik konusunda endişeler bununla kalmıyor "Ankara’nın kontrolü dışında başka bir otoritenin varlığı devlette çift başlılığı getireceği, girişilen siyasi, sosyal ve kültürel yenilik/Devrim hareketleri karşısında Batı destekli Hilafetin şeni bir muhalefet odağı olma potansiyelinin genç Cumhuriyet için ciddi bir tehdit olarak görüldüğü" bu tartışmalarda dile getiriliyordu, Genç Cumhuriyetin ileri gelenleri "Hilafetin Dış politika bakımından da büyük tehlikelere maruz kalmamıza sebep olacağını Genç Türkiye Cumhuriyetinin millî devlet anlayışının ötesinde milletlerarası bir mahiyeti olan, Halifelik makamının alacağı kararlar ve yapacağı eylemler ile Türkiye’yi yeni kurulan uluslararası sistemde zor duruma sokması ihtimalini" dile getiriyorlardı Nitekim İngiltere "muhatabının Hilafet Makamı olduğunu" söyleyerek Türkiye Cumhuriyeti’ni uzun süre tanımak istemedi. Öyle ki İngiltere, halifeliğin kaldırılmasından ancak altı yıl sonra, 1930’da Ankara’da büyükelçilik açtı.
Hilafet Vahdettin tarafından kullanılmak istenildi ancak Araplar "kendi hakları olduğu için", Hintli Müslümanlar ise "Kurtuluş Savaşında ihanet ettiği ve kaçtığı" için kendisini tanımadılar. 
Neticede Araplarda kendilerine ayak bağı olmaması için Hilafeti kullanmak istemediler. Bu sırada Hilafet pazara düştü ancak alıcısı çıkmadı! Son Halife Abdülmecit Efendi görevden alındıktan ve Yurt dışına taşındıktan sonra hilafeti satmak için çok uğraştı. Mısır Kralı Faruk tarafından yapılan 40.000 İngiliz lirası tutarındaki teklifi reddeden Abdülmecid, Abdülmecid’in 200.000 İngiliz lirası verildiği takdirde Mısır Kralı Faruk lehine hilafetten feragat edeceğini söyledi ancak fiyatta anlaşılamadı. Tekrar Ediyoruz. Hilafetin "İngilizlerle anlaşarak kaldırıldığını" söyleyenler yalancıdır. Hilafet Hilafet diye bağıranlar Türk ve Atatürk düşmanları, Cumhuriyet yıkıcıları ve onların yetiştirdiği uşaklarıdır.”