Hayatım hayalime yetişmedi diyordu…
Kaç insanın hayatı, buluşabiliyor ki hayalleriyle? Her daim yarım kalmıyor mu bir şeyler?
İşte tamda bu noktada kaygısız telaşsız insanlar, anlıkta olsa hayranlık uyandırıyor bende. Hiç bir zaman, hiçbir şeyin tam olmayacağını bile bile bu soluksuz mücadele niye diyorum …
**********************************
Sonra zaman denen kavramla yüzleşirken buluyorum kendimi. Yıllar, mevsimler, saatler ve anlar doludizgin geçip giderken, telaşımın zamanın içini doldurmak olduğunu anlıyorum. Yarım kalmışlıklara çok yakından ve çokça tanık olduğum halde, hayallerim hayatıma yetişsin istiyorum ben. Ve mutlak çaba sarf etmek gerek diyorum.
************************************
Bunları düşünürken bir baba geliyor aklıma, hayatın içerisinde ki sorumluluklarını, misyonunu tamamlama çabasını düşünüyorum, çocuklarını hayata hazırlama gayretinde ki anneler geliyor gözümün önüne. Zaman, çok zaman gerek diyorum. Toprağa atılan bir tohumun yeşermesini beklemek gibi değil ki çocuk yetiştirmek. Ağacın meyve verince, tamam oldu deyip kenara çekilmek gibi de değil. Mevsiminde ekilip de tutmayan, seneye yeniden ekeriz dediğimiz bir fide gibi hiç değil, çocuklarımız. Zaman çok kıymetli endişesiz , kaygısız öyle aheste aheste de yürünmez bu yol diyorum…
***************************************
Telaşlarımın yersiz olmadığımı bir kez daha anlıyorum. Çocuk diyerek örneklendirdim ben, ama yaşayan her canlı bir yerden tutunmaz mı hayata ya da tutunması gerekmez mi aslında ? Değerli bulmaz mı zamanı? Sanatçı örneğin, tualinde ki boşlukları, bir yazar satır aralarını doldurmak için zaman istemez mi? Zaman içerisinde bir öğrenci eğitimini tamamlamayı, bir çiftçi ürününü hasat etmeyi beklemez mi? Bir aşık sevdiğine kavuşmayı beklerken ömrünü tüketmez mi?
Çoğaltılabilir örneklerle, herkes her daim geri dönmemek üzere anlamlı bir biçimde, içerisini doldurarak yürür bu yolu diyerek bu söylediğime de inanmak istiyorum.
Ve zaman, hep dolu dizgin geçer. Bu süreçte iyi niyet içeren, iyiliği besleyen her adım, her çaba, her yarış, karşılığı olsun olmasın, mutlak takdire de değer diyorum.
*************************
Buraya kadar her şey tamam gibi ama hepimizin atladığı bir şey var sanki. Gittikçe yayılan, birçoğumuzun yakalandığı şu salgın hastalık; umarsızlık. Bir çocuğun büyüyüp gitmesine, çiçeğin boynunu bükmesine, su kaynaklarının tükenmesine, buzulların erimesine, doğanın sessiz çığlıklarına, hayvanların yaşam alanlarının ve neslinin tükenmesi gibi önemlisinden, en minik detaya kadar endişe verecek derecede umarsız kalışımız geliyor aklıma ve canım sıkılıyor…
***************************
Telaşlar bir kenara bırakılmış, kaygılar rafa kaldırılmış, hiç bitmeyeceği sanılan bu yolda, zaman mefhumunu da unutarak bir çizgi üzerinde, elimizde akıllı telefonlarla yürür olmuşuz diyorum.
Mesela nasıl olduğundan çok, nasıl göründüğün önemli sosyal medyada. Bilmiyorum farkında mıyız biz, ama bir bir anlamsızlaşıyoruz hepimiz. Onlar olmazsa bir yol yürünmez sandığımız şeylere hedef diyoruz örneğin . Para gibi, statü gibi belki de hiç karşılaşamayacağımız ,ulaşamayacağımız bu şeyler için bir ömür tüketiyoruz. Ya bu gibi anlam ve değer yüklediğimiz kavramlar için telaşlıyız biz, ya da hiçbir şey için.
**********************************
Yol içerisinde ki güzellikleri göremeden geçip gidiyoruz zamanın içinden. Gözlerimizle bakarken gönlümüzü kaybediyoruz. Yolda bulduklarımızı yanımızda kilerle değişiveriyoruz. Böyle olunca da iyiden iyiye değersizleşiyoruz, değersizleştikçe anlamsızlaşıp ,anlamsızlaştıkça da umarsızlaşıyoruz .Yanımızda ki dostları, ardımızdan gelen evlatları ,önümüzde yürüyen ana ve babaları, ataları, bizi ısıtan gelenek ve göreneklerimizi, kim olduğumuzu söyleyen geçmişimizi, ders niteliğinde hatalarımızı siliveriyoruz. Sözlerimizle davranışlarımız çelişiyor ,eleştirdiklerimiz gibi yaşıyor, akıllı telefonlarda akıllı paylaşımlar yapıyor, kim olduğumuzu unutuyoruz. Sosyal medyada paylaştıklarımızı yaşamımız sanıyor kendi kurgularımıza inanıyoruz. Sonra ne oluyor biliyor musunuz? Hayatımızla birlikte bize ayrılan süre doluyor …Ve hayatımız hep hayallerimizin gerisinde kalıyor…