ÜLKÜCÜLER EMPERYALİST SENARYOLARA FİGÜRAN OLMAMALI!

Bir önceki gündem Savaş Tezkeresiydi.

İçeriği; “Türkiye'nin hak ve menfaatlerini etkin bir şekilde korumak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olarak yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına ve bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması yönündeki önceki tezkerelerin süresinin iki yıl uzatılması” olan Cumhurbaşkanlığı tezkeresine ‘hayır’ demem ve ‘evet’ oyu veren, aynı zamanda üyesi olduğum İyi Parti’yi eleştirmem, vatan haini ilan edilmeme, HDP’nin kayığına binmekle suçlanmama ve Ülkücülüğümün sorgulanmasına yol açtı.

Bu yorumu yapan arkadaşların zahmet edip de tezkerenin içeriğini, ilgili yazımı, CHP’nin şerhlerini, TBMM’de yaşanan tartışmaları okumadıklarından adım gibi eminim.

Çoğu olaya ve sonuca bakıyor, içerikle ilgilenmiyor.

Konu ne? Irak ve Suriye’de askeri operasyon yetkisi…

İşin içinde asker ve savaş olunca milli duygularımız kabarıyor, haliyle kahramanlık nutuklarından etkileniyor ama bugüne kadar yapılan operasyonlarla ilgili hiçbir şey bilmediğimiz ve sonuçları hakkında tahmin bile yürütemediğimiz halde çoğumuz ‘şimdi ben buna karşı çıkarsam beni hainlikle suçlarlar, HDP’nin dümen suyuna girdi derler, neme lazım ben yine kahramanlık türküleri söylemeye devam edeyim’ korkusuyla hareket ediyoruz.

Bir diğer hastalığımız da parti taassubu, partinin liderine sonsuz sadakat, sorgulamadan biat ve kesintisiz itaat anlayışı…

Bende de bu meret hastalık yok işte kahretsin!

Takım tutar gibi parti tutup parti taassubu içinde yüzseydim MHP’den kopmaz, mensubu olduğum ama bu görüşüne katılmadığım İyi Parti’yi eleştirmez, ben de herkes gibi sair parti ve düşüncelerle kavgaya gözüm kapalı bir şekilde devam eder, işte bu kavgalarla beslenen siyasi partilere kul köle olmayı sürdürürdüm.

Ülkücülük Emperyalist senaryolara figüranlık yapmak değildir.

Merhum Arvasi, Türk İslam Ülküsü adlı eserinde şöyle der;

“Bugün yeryüzünde iki sömürgeci ‘blok’ vardır. Bunlardan biri kara renkli kapitalist emperyalizm; diğeri ise bütün fraksiyonu ile kızıl emperyalizm.

Birincisi ‘çok uluslu şirketlerin’ paravanasında, ‘az gelişmiş veya gelişmekte olan halklara yardım etmek, özgürlük ve uygarlık götürmek’ maskesi altında, ikincisi de ‘ezilen, sömürülen halklara bağımsızlık, özgürlük ve adalet götürmek’ maskesi altında sınıfsal savaş sloganı ile ‘iç savaşlar’ çıkarmakta ve ‘dünya proleterlerinin dayanışması’ adı altında işgalini gerçekleştirmektedir.”

Ülkücü gözüyle bakarsak bugün Suriye’de yaşananlar, ABD’nin açıkça ilan ettiği Büyük Ortadoğu Projesinin devamı, bunun karşılığında Rusya’nın söz konusu topraklarda etkili olma arzusunun ifadesidir.

ABD bu topraklara ve petrole çökmüş, Rusya ise ebedi projesi olan ‘sıcak denizlere inme’ sevdasını gerçekleştirmiştir.

Maalesef Türkiye de bu noktada her iki ülkenin taşeronluğunu yapmaktan öteye gidememiştir.

O taşeronluk halen sürmekte ama bu görev ‘oralarda bir Kürt devleti kurulursa’ hamaseti ile gizlenmek istenmektedir.

Bir Ülkücü bunları yutmamalı, bu oyuna gelmemelidir.

Kaldı ki, MHP’nin de içinde yer aldığı 97. Hükümetin yıkılma sebebi de ABD çıkarına uygun hareket etmemesi, ABD’nin Irak’a müdahalesine izin vermemesidir.

Hükümetleri bu sebeple yıkılan hiçbir Ülkücünün, bugün bu oyunları alkışlama, bu oyunların piyonları ile birlikte hareket etme hakkı da haddi de yoktur vesselam.

Uzatmayayım, şerhlerim ve karşı çıkış sebeplerimin sair kısımları, aşağıda paylaşacağım yazarların feveranlarında gizlidir.

Gerçi bir kısmınız ’söylenene’ değil ‘söyleyene’ bakarak hüküm vermekten vazgeçmeyeceksiniz ama olsun. Olur da bir kişinin ile kalp gözünün açılışına vesile olursak ne mutlu bizlere…

Ben yine sözümdeyim. İyi Parti bu kez İyi yapmadı ve bir yanlış bütün doğrularını sildi süpürdü.

GÜNDEMİN MEDYADAN YANSIMALARI

LEVENT GÜLTEKİN

İktidarın yanlış politikalarına ‘devlet hassasiyeti‘ ya da ‘milli duruş’ veyahut ‘kamuoyu baskısı‘ gibi gerekçeler ileri sürerek her seferinde destek oluyorlar.

Peki memurlardan, bürokratlardan iktidara karşı beklediğimiz dirayetli, kararlı, cesur duruşu muhalefet niçin gösteremiyor?

Ya da Merkez Bankası’ndan beklediğimiz bağımsızlığını koruma hassasiyetini muhalefet kendi bağımsız politikasını geliştirmede niçin gösteremiyor?

İktidar artık bütünüyle kontrolü kaybetti.

Ülkeyi yıkıma sürükleyen akıl almaz kararları artık peşi sıra alıyor.

Bunlardan biri de yanlış Suriye politikasını sürdürme inadı.

Peki bunca olup bitene rağmen yarın Suriye ve Irak tezkeresi oylamasına ‘Evet’ oyu vermelerini neyle izah edeceğiz?

Hani nerede iktidarın yanlışlarına ortak olmama kararlılığı ve dirayeti?

Hani nerede yanlışlara dur deme tavrı ve cesareti?

Peki her alanda yanlış yapan bir iktidar konu Suriye olduğunda mı doğru karar veriyor ki muhalefet Suriye politikasında iktidarı desteklemekten geri durmuyor?

İyi Parti lideri Meral Akşener “Eleştirilerimiz saklı tutarak tezkereye ‘Evet’ oyu vereceğiz” dedi.

Kılıçdaroğlu son dönemde Erdoğan’ın sağlıklı karar vereme yetisini kaybettiğini ve meselenin artık doktorların alanına girdiğine vurgu yapıyor.

Peki bu durumda sormak gerekmez mi zihinsel sağlığını kaybettiğini, doğru karar alma yetisini yitirdiğini düşündüğünüz bir iktidarın Suriye politikasına niçin destek oluyorsunuz?

“Muhalefetin toplumu dönüştürücü bir işlevi olması gerekiyor” derken tam da bunu kastediyoruz.

Muhalefet eğer iktidarın Suriye politikasını yanlış buluyor, orada binlerce evladımızın hayatının tehlikeye atıldığını, dahası Suriye macerası üzerinden ülkenin büyük bir felakete sürüklenme ihtimali olduğunu görüyorsa bunu en sarih şekilde topluma anlatması ve toplumu da bu konuda şimdiye kadar ikna etmiş olması gerekmiyor muydu?

“Toplumu ikna edemedik o halde yanlışa ortak olalım” mı diyecekler?

Oy kaybederiz endişesiyle bu yanlışa ortak olmak ile bir bürokratın işini kaybetme endişesiyle iktidarın yanlışlarına ortak olması arasında ne fark var?

Kimileri de “Ama muhalefet ‘Hayır’ oyu verse de iktidar zaten o tezkereyi geçirecek, bari muhalefet bundan zarar görmesin” gibi tuhaf gerekçeler üretiyor.

İktidarın oyu her şeye yetiyor diye muhalefetten doğru tavrı beklemeyecek miyiz?

Yani bir taraftan Suriye politikasını eleştirip diğer taraftan Meclis’te tezkereye “Evet” demek, bir taraftan ‘bağımsız yargının yok edildiğini‘ söyleyip diğer taraftan HSK seçimlerinde parti kimlikli üye seçimine katılmak, bir taraftan Erdoğan’ı sağlık nedeniyle artık doğru kararlar alamadığını söyleyip diğer taraftan onun önerdiği savaş tezkeresine olur demek…

Bütün bunlar muhalefeti toplum nezdinde ciddiyetsiz, kararsız, kendi doğrularının peşinden gidemeyecek kadar dirayetsiz duruma düşürüyor ve toplumu dönüştürücü işlevine de büyük bir zarar veriyor.

NECATİ DOĞRU

Tezkere süresi uzatıldı. Niçin 1 yıl yetemedi? Niçin 2 yıla genişledi?

Barış Harekatı'nın ana hedefini oluşturan; Ordu, Fırat Nehri'nin doğu yakasında 145 kilometre uzunlukta 30 kilometre derinlikte “güvenli bölge” kuracaktı, ne oldu?

Şehit veriyoruz?

Askerimizi kim vuruyor? Güvenli bölge ne içindi? Unutturuldu.

Suriyeli sığınmacıları bu güvenli bölgeye yerleştirecektik. Üç yıl bitti, bitiyor. Güvenli bölgeye Suriyeli yerleştirme niçin bu kadar uzadı? Ne oldu da uzadı?

İdlib sorunu vardı.

İdlib'te yuvalanmış teröristleri, sivil insanlardan ayırıp temizleyecektik. Temizlik nasıl gidiyor?

12 gözlem kulesi dikmiştik. Gözlem kuleleri işlerini yapıyor mu? Yapıyorsa askerlerimiz niçin şehit oluyor?

Çok önemli denilmişti. Dikkatler çekilmişti. M4 otoyolu ve M5 otoyolunun güvenliğini bizim askerimiz ile Rus askeri birlikte devriye gezip koruyor olacaktı. Koruyor mu?

Koruyorsa bizim askerimiz niçin şehit oluyor? 33 askerimiz şehit edilirken Ruslar seyir mi ediyordu?

IŞİD Türkiye'de cirit mi atıyor? Kim izin veriyor? Niçin izin veriliyor? Hesap ne?

Türkiye'ye faydası ne? Bölgeye katkısı ne?

Öncelikle cevap aranan soru şu: Suriye'ye asker göndermeye Meclis izni isteyen tezkerenin içine “Yabancı silahlı kuvvetlerin vatan topraklarında bulunması” maddesi de yerleşti. Kim bu yabancı silahlı kuvvetler? Tezkerenin içine yabancı askerin ülkeye gelmesine izin yetkisi konulması hangi ihtiyaçtan doğdu?

Yabancı asker! Niçin gelecek? Kimi koruyacak? Kimi korkutacak?

SAYGI ÖZTÜRK

Tezkerede yer alan yabancı ülke askerlerinin ülkemiz içinde konuşlandırılmasına yönelik yetki verildi. Bu konuyu siyasiler farklı yorumladı. Ben de komutana sordum. İşte anlattıkları:

Suriye'den ABD ya da Rusya ile müşterek bir harekât yapmak için olabilir. Ne ABD ne Rusya YPG'ye yönelik bir harekat yapar mı? Ben pek ihtimal vermiyorum.

Eğit-Donat kapsamında olduğu gibi IŞİD ile mücadele kapsamında olabilir mi? Evet olabilir ama bu harekât YPG'yi güçlendirmek ve bizi onlarla işbirliği yapmaya zorlayacak bir durumu getirir. Bu nedenle ülkemizin hayrına olmayacak bir seçenektir.

Suriye rejimine yapılacak bir harekât olabilir mi? İdlib için ABD askeri ile birlikte bir harekât demektir. Bu Rusya ile ilişkileri göz önünde bulundurursak pek de ihtimal dahilinde ya da ülkenin hayrına olacak bir seçenek olarak görülmüyor.

Burada şunu da ifade etmek gerekirse ABD askerinin ülkemiz içinde konuşlanması hem ajan hem ispiyonaj faaliyetlerinin artması demektir. Ülke içindeki pek çok sivil toplum ve yerel yönetimlerle sözde “iyi niyetli” ama ülkemize zarar verecek ilişkiler kurulması durumunu da beraberinde getirecektir. Amerikan askerini yakinen tanıyan biri olarak bu durumun başımıza büyük bela aşacağından şüphem yok.

MEHMET TEZKAN

En çok İyi Parti’nin tavrı beni şaşırttı.

Siz değil miydiniz tek adam yönetiminden şikayet eden…

Siz değil miydiniz bir kişinin bu kadar çok yetkiyle donatılmasına itiraz eden…

Siz değil miydiniz bu sebeple sistemi değiştireceğinizi söyleyen…

Cumhurbaşkanı’na yabancı silahlı kuvvetler çağırma yetkisi verdiniz. Bunun ötesinde daha ne yetki vereceksiniz? Daha ne diyeceksiniz?

Yarın öbür gün Afrika’dan uçaklar dolusu silahlı askerler gelirse ne oluyoruz diye ayağa kalkamazsınız, karşı çıkamazsınız…

Çünkü bu gidişin önünü siz açtınız. Siz de onay verdiniz…

Şimdi diyeceksiniz ki, tezkere reddedilseydi Suriye’deki, Irak’taki askerlerimiz geri dönmek zorunda kalacaktı. Sınır güvenliğimiz tehlikeye girecekti.

Hayır efendim girmezdi.

AKP ve MHP’nin oylarıyla geçerdi ama Meral Akşener de güçlü tavır gösterseydi, bu işi büyük mesele yapsaydı belki torba tezkereden yabancı asker çağırma yetkisi çıkartılırdı…

MURAT YETKİN

CHP’den beklenen, tıpkı daha önceki asker gönderme tezkerelerinde olduğu gibi, tıpkı son oylamada İYİ Parti’nin yaptığı gibi tezkereyi yerden yere vurmak ama milli güvenlik gerekçesiyle onaylamaktı. CHP’nin devlet partisi imajı bunu gerektirirdi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın AK Parti’sinin MHP lideri Devlet Bahçeli destekli hesabı da bunun üzerineydi. Böylece HDP Meclis’te yalnız kalmış olacaktı. MHP’nin “Anayasa Mahkemesi HDP’yi kapatsın, kapatmıyorsa Anayasa mahkemesini kapatalım” ısrarı siyasi-psikoloji açısından güçlenecekti. Doğrusu PKK’nın istediği de buydu. Böylelikle askeri bakımdan darbe üstüne darbe yiyen PKK’nın HDP üzerindeki “Türk Meclisinde size yer yok, çekilin” baskısı da ağırlaşacaktı.
Ezber, CHP’nin, HDP’nin talebine rağmen, İYİ Partiyle arayı bozmamak için mecburen “Evet” diyeceğiydi.

Aslında Suriye tezkeresi oylamasında ne denileceği CHP bünyesinde haftalardır tartışılıyordu. Oylamada devlet partisi refleksiyle hareket edilmesini savunanlar çoğunluktaydı. Neticede Suriye ve Irak topraklarında PKK’ya karşı yürütülen bir mücadele vardı. Asker oradaydı. Her gün şehit haberleri geliyordu. Sınır ötesi tehdit devam ediyordu. CHP’nin önceliği sınır güvenliği olmalıydı. Ayrıca, ret oyunu fırsat bilen AK Parti ve MHP’nin “HDP gizli ortak” söylemiyle CHP’nin üstüne gelmesine meydan verilmemeliydi.
CHP’nin demokratik sol reflekslerle hareketini savunanlarsa tezkereye onay vermenin Erdoğan’ın baştan beri karşı oldukları Suriye siyasetine dolaylı desteği sürdürmek anlamına geleceğini öne sürüyorlardı. Her gün gelen şehit haberleri, askerlerin orada Rusya’ya güvenip savunmasız bırakılmasından kaynaklanıyordu. Bugüne dek evet oyu verdikleri tezkereler sorunu çözmemiş, ağırlaştırmıştı. Ayrıca tezkerenin AK Parti-MHP oylarıyla kabul edileceği ortadaydı. CHP hiç değilse doğru bildiğini yapmış olmalıydı.

Hükümetin izin talebini bir yıldan iki yıla çıkarmasının üç nedeni olabilirdi.
1- Erdoğan ve Bahçeli izni sadece milli güvenlik gerekçeleriyle değil, siyasi gerekçelerle de iki yıllığına istiyorlardı.
2- O hedef artık her ne idiyse bir yılda gerçekleştirilecek bir hedef değildi.
3- Erdoğan ve Bahçeli bir yıl sonra TBMM’nin kendilerine bir Suriye-Irak tezkeresi daha vermeyebileceği endişesini taşıyorlardı.
CHP’deki rüzgârların yön değiştirmesinin tek nedeni bu değildi. Hükümet Suriye ve Irak’ta güvenlik gerekçesiyle asker bulundurmaya devam etmek isterken, yurtdışından asker kabul etme izni de istiyordu.
Kılıçdaroğlu’nun oylamadan birkaç saat önce CHP grubuna hitabında aslında ret oyu belli olmuştu. Kılıçdaroğlu’nun “Kendi çocuğuna bedelli askerlik yaptırıp, milletin evlatlarını ateşe atma” mesajı etkiliydi. Kerem Kılıçdaroğlu, bedelli askerlik yapma hakkı olduğu halde kullanmamış, er olarak askerlik görevini yerine getirmişti.

Yabancı asker kabul etme izni sadece CHP’de değil, bütün muhalefette “Neden?” ve “Nereden?” sorularına yol açtı.
Ama neticede Millet İttifakını oluşturan CHP ve İYİ Parti temel bir konuda zıt oylar kullandı.

 

FATİH ALTAYLI

HDP hariç, tezkereye “hayır” diyen muhaliflerin ret gerekçeleri Türkiye’nin Irak ve Suriye’de operasyon yapmasını engelleme maksatlı değil.

“Hayır”ın asıl nedeni tezkere içinde gizlenmiş bir başka madde.

O da şu:

“…. Aynı amaçlara matuf olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması…”

Tezkereyi reddedenler “Yabancı askerlerden kim kast ediliyor ve yabancı askerler Türkiye topraklarına ne arıyor?” sorusunu soruyor ve yanıtsız kaldıkları için ret oyu veriyorlar.

Aynen 2003 yılında AK Parti hükümeti tarafından TBMM’ye getirilen ve ABD ordusunun Türkiye’nin Karadeniz kıyısından, Irak sınırına kadar neredeyse tamamına ABD askerlerinin konuşlanmasına izin veren tezkereye hayır dedikleri gibi.

O tezkerede de bu tezkere gibi yabancı askerlerin Türkiye’de konuşlanmasına izin veriliyordu ve o da bu tezkere gibi AK Parti hükümeti tarafından hazırlanmış, getirilmiş ve desteklenmişti.

TBMM’de ise CHP tarafından reddedilmiş, bazı AK Parti milletvekilleri de ret oyu vermişlerdi.

Bugün AK Parti’nin çok övündüğü o ret kararı aslında AK Parti’ye rağmen alınmıştı.

O yüzden “hayır” diyenlere “hain” dememek gerekir.

Kimin gerçekten vatansever olduğunu ve kimin doğru yaptığını bazen zaman gösterir.

ORHAN UĞUROĞLU

Birinci ve ana temel sorun şudur:

Tezkeredeki yetki 30 Ekim 2021-30 Ekim 2023 tarihlerini kapsıyor.

Peki, Haziran 2023'de Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimi yok mu? Var…

O halde yanıtlanması gereken en önemli soru şudur:

Haziran 2023'de seçim yapılmayacak mı?

Daha açık ve net sorayım:

Erdoğan hedefi 2023'de seçimleri ertelemek mi?

Bu erteleme için anayasa hükmü şöyle:

Madde 78 - Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkan görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi, seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir.

Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa, erteleme kararındaki usule göre bu işlem tekrarlanabilir.

Erdoğan ve AKP'liler demeçlerinde iktidarın muhalefete bırakmayacaklarını açıklıyorlar ki gizli ajandalarında;

Erdoğan ve Bahçeli'nin hedefi demokrasiyi askıya almak mı?

Erdoğan yabancı ülke ordusu çağırıyor, Bahçeli sessiz kalıyor ki bu tezkere;

Planlanan bir savaş hazırlığı mı?

Türkiye hangi yabancı ülke ordusu ile hangi ülkeye savaş ilan edecek?

Tüm bu soruları Erdoğan ve Bahçeli yanıtlamak zorundadır.

YAVUZ SELİM DEMİRAĞ

Kardeşim Esad'dan, "Düşmanım Esed"e dönüşen Suriye politikası yüzünden resmi rakamlara göre kaybımız 80 milyar dolar. Ve 4 milyon Suriyeli sığınmacı.

Fırat'ın doğusundaki 145 km uzunlukta 30 km derinlikteki bölge, ne Irak merkezi hükümetinin ne de Suriye'nin kontrolünde. ABD kontrolündeki Barzanistan ile YPG bölgeye çöktü bile.

Hani "güvenli bölge için mutabakat sağlanmıştı, Suriyeli mülteciler, bölgeye yerleştirilecekti?"

Güvenli Bölgeye Suriyeli mülteciler yerleştirilmediği gibi, Arap, Türkmen diğer etnik gruplar bölgeyi terk ettirilip, kürtleştirme operasyonu devam ediyor. Suriyeliler ise Türkiye'ye yerleşmeyi sürdürüyor.

Astana sürecinde verdiğimiz taahhütlere ne oldu? İdlip'teki terör unsurlarını ayrıştırıp, temizleye bildik mi? İdlip çevresinde kurduğumuz 12 gözlem kulesinin akıbeti ne oldu?
Toplam 26 gözlem noktasından çekile çekile geri kalan 5 noktanın güvenliğinin hali ortada. Lojistik destek bile izinsiz veremiyoruz. Askerimizin yemeği, suyu problem. Aylarca banyo yapamayan, silahlarına mühimmat bulamayan askere sürekli saldırılar gerçekleşiyor.

26 gözlem noktasından 5 e indi. 145 km uzunluk 30 km lik derinlik ile 3250 metre karelik alandan çekilip sınırlarımıza kadar ricat etmiş durumdayız. Gözlem noktalarında giriş-çıkışlar izne tabi. Lojistik destek konvoyları da her fırsat da saldırıya uğruyor.

M4-M5 otoyollarının kontrolü hemen her gün el değiştiriyor. Rusya destekli Suriye merkez güçleri dilediği zaman kontrolü ele geçiriyor.

33 askerimizin şehadeti yanında yaralanıp gazi olanların sayısı açıklanmış değil.

Rus uçaklarının imha ettiği araç-gereç ve silah envanteri de gizleniyor. Karşılığında diplomatik kriz, Moskova'da saatlerce kapıda beklendi.

Son dönemde Suriye'de şehit edilen askerlerimizin kimler ve hangi odaklar tarafından katledildiği neden açıklanmıyor?
Lafa gelince İHA'lar ve SİHA'lar ile "Bilmem ne kadar terör unsuru etkisiz hale getirildi" söylemlerinin iflası bu soruda ortaya çıkıyor. Şehit edilen askerlerimizin YPG, PKK, İŞİD ya da Rus güçlerince vurulduğu ise gizleniyor.

IŞİD tarafından diri diri yakılan iki askerimizin görüntüleri "Montaj" denilerek inkar edilmişti. İnfazı yapanlar, emir verenler belirlenmesine rağmen "Öfkeli Müslüman gençler" olarak tabir ettikleri IŞİD'liler Kilis, Gaziantep, Hatay gibi illerimizde resmen ticaret yapıyor ve yargılanmıyor.

IŞİD ve diğer unsurların isim değiştirmesi, profesyonel katillerden oluşan grupların para karşılığı saf değiştirmesini bütün dünya bilirken, günü kurtarmak için sırtlarının sıvazlandığını dünya izliyor. Suriye'den Libya'ya taşınan IŞİD unsurlarının daha sonra Afganistan'da Taliban iktidarı için kullanıldığı gerçeği ile yüzleşilmiyor.

Tüm bu yaşananlar sonrasında; Suriye'den Türkiye'ye yönelik olası yeni göç dalgasına karşı sınırlarımızı nasıl koruyacağız?

Yeni göç dalgası asıl Milli Beka meselesi iken, hükümet ve irili ufaklı ortakları için beka koltuğun ötesine geçmiyor.
 

GÜNDEMİN KARİKATÜRÜ