BİNDİK BİR ALAMETE..!

Zaten savaştan çıkmıştan beter olan ekonomimizi bir de savaş vuruyor. Peki girmediğimiz bir savaş ekonomimizi neden bu kadar etkiliyor? Tabii ki dışa bağımlı olduğumuz için…

Sanayi şu bu bunları geçtim açlık ve yokluk tehlikesi kapıda. Çünkü temel gıda ürünlerimizin büyük bir kısmını şu an savaş halindeki ülkelerden temin ediyorduk.

Nitekim yağ krizinin temel sebebi de bu…

Sırada maalesef ama maalesef ekmek var. Evet, evet bildiğiniz ekmek…

Malumunuz Rusya, birçok batılı ülkenin kendisine uyguladığı yaptırımlara aynı şekilde karşılık vermek amacıyla biraz da kendi ekonomisini ayakta tutabilmek arzusuyla Rusya’da üretilen çeşitli hammaddelerin başka ülkelere ihracatını yasaklayan kararnameyi imzaladı.

Kremlin tarafından yayınlanan kararnameye göre, “31 Aralık 2022’ye kadar özel ekonomik önlemlerin uygulanmasının sağlanması, Rusya Federasyonu toprakları dışına ihracatın ve ülke topraklarına ürün ve hammadde ithalatının yasaklanması, hükümet tarafından belirlenecek ürün ve hammaddelerin ithalat ve ihracatına yönelik ekonomik tedbirler alınması…” denildi.

Bu anlamda Rusya’ya en çok bağımlı ülkelerin başını çektiğimiz için, bu savaş ‘çarpan etkisiyle’ en çok bizi vuracak.

Hele ki Rusya doğalgaz akışını da keserse yandığımızın pardon donduğumuzun resmidir.

Aynı şekilde Ukrayna’ya da bağımlıyız, hem alışta hem verişte…

Ama kuşatılan Ukrayna’nın alışveriş yapacak hali yok ki.

Nitekim, Ukrayna'da gümrüklerin hiçbiri çalışmıyor, araç girişi yapılamıyor. Ülke genelinde Ukrayna'ya yaş sebze ve meyve göndermek üzere yola çıkan yaklaşık 120 TIR yolda mahsur kaldı.

Beklediğimiz yağ tankerleri de öyle ki şu an ülkemizde yağ savaşları yaşanıyor.

Bir diğer önemli sorumuz da alacakların tahsil edilememesi ki ihracatçıların savaş öncesi giden ürünlerden kaynaklı alacaklarında ciddi problemler yaşamaları, bazı firmalarımızın da çöküşü olacak.

Dedik ya ‘çarpan etkisi’ bu...

Savaş, silahlı çatışma, ölümler, yıkılan evler, bombalanan şehirler Rus Ordusu'nun işgaline uğrayan Ukrayna'da yaşanıyor ama sanki dünya savaşı çıkmış ve savaşa girmeyen tek ülke kalmamış gibi… Almanya'da, Fransa'da, ABD'de işgalci ordu yok. Bombalar yağmıyor. Ama onların ekonomileri de savaşa girmiş gibi etkilendiler.

Afrika, Ortadoğu, Çin ve Japonya da sanki savaşın içindeler. Yani etkilenmeyen yok.

Bu etki, ülkelerin ekonomik-mali tablolarına göre artıp azalabiliyor. En büyük etki bizim gibi ekonomisi kırılgan, bağımlı ülkelerde yaşanıyor ve yaşanacak.

Felaket tellallığı yaptığımı sanmayın ama fiyatlar artacak, mal kıtlıkları olacak, işini kaybedenler artacak, milli gelir düşecek ve daha da yoksullaşacağız.

Almanya gibi, en dengeli, en oturmuş, en akıllı yönetilen, döviz açığı değil döviz fazlası veren Avrupa'nın lideri bir ülkede bile Rusya-Ukrayna savaşının etkisiyle üretici fiyatları yüzde 30'a yakın arttı.

Bizim bu altyapımızla yüzde 100'ü bırakın yüzde 200'e, 300'lük artışlara hazırlıklı olmamız lazım.

Hazırlık?

İşte o konuda sıkıntımız var, hiçbir zaman, hiçbir şey için hazırlıklı değiliz, günlük ve anlık yaşayan, haliyle akıbetini rüzgarın tayin ettiği bir ülkeyiz.

Savaş rüzgarından ek çok etkilenecek ülke olmamız da bundandır.

Dedim ya biz savaş başlamadan zaten savaştan çıkmış bir ülke durumundaydık.

Kur kontrolümüzden çıkmış, paramız son yılların en büyük değer kaybını yaşıyordu.

Kurun artışına bağlı olarak, enerji, ham madde, gıda temininde zorlanıyor, bu anlamda fiyat artışlarının kabusunu yaşıyorduk zaten.

Haliyle şimdi ‘çarpan etkisiyle’ mazot 21 TL, benzin 20 TL, ayçiçek yağı karaborsa, uzayıp giden ekmek ve gıda kuyrukları olacaktır.

Ama ısrarla söylüyorum, bütün bunlar salt savaşla alakalı değil, savaşın bunda payı olsa olsa yüzde 50…

Gerisi?

Coğrafya kaderdir derler ama bu manada pek katılmam.

Kader, senin tercihlerindir. Özellikle seçme tercihin.

Bak kardeşim!

Türkiye bir çöküşe doğru sürükleniyor. Hem de herkesin gözü önünde. Buna rağmen ortalıkta hükümet tarafından halkın önüne konulmuş ikna edici bir politika yok.

Yetkililerin açıklamalarına bakın, güven telkin edici, rahatlatıcı, sakinleştirici, ufuk açıcı, moral verici tek bir açıklama var mı? Yok…

Aksine kısır çekişmeler, muhalefete efelenmeler, olup biteni çarpıtmalar kırla gidiyor.

Allah sonumuzu hayır etsin!!!

ÇİFTÇİLERDEN SONRA SIRA DOKTORLARA MI GELDİ?

“Ananı da al git” denilen çiftçi, öyle bir gitti ki veya gönderildi de, tarımda kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıktık, ele avuç açar hale geldik, malumunuz.

“Paramız var ki alıyoruz” diyerek kendi çiftçimizi batırıp, elin çiftçilerini ve tüccarlarını ihya ettik.

Şimdi de doktorlara ‘beğenmeyen gitsin’ deniliyorsa, bunun güvencesi ‘parayı basar doktor ithal ederiz’ mi demek yoksa?

Bakalım doktorlar ne diyor bu işe?

Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi’nin basın bildirisi;

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bugün Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Sergi Salonu'nda düzenlenen Kadın Muhtarlarla Buluşma programında yaptığı konuşmada bizler için “Varsın gidiyorlarsa gitsinler, bizler de üniversiteleri yeni bitiren doktorlarımızı istihdam ederiz. Gerekirse yurtdışından ülkemize dönmek isteyenleri davet eder, istihdam ederiz” demiş.

Öncelikle belirtmek isteriz ki; Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri başından sonuna kadar yönetememe krizinin göstergesidir. Türk Tabipleri Birliği olarak “Karanlığa Karşı Önlüğümüzün Beyazına, Özlük Haklarımıza, Halkın Sağlık Hakkına Sahip Çıkıyoruz” diyerek başlattığımız mücadele programında yaşanan tüm sorunları, hak kayıplarını teşhir ettik. İktidar eliyle çökertilen sağlık sistemini, sağlıksızlık üreten hastaneleri, başa çıkamadığı kışkırttıkları sağlık talebine, beş dakika muayene dayatmasını, sağlığa da yansıttıkları şiddeti teşhir eden ve beyaz eylemler ile mücadeleyi büyüten hekimlere yönelik bu açıklama başarısızlığın itirafıdır. Sağlığa yönelik acil taleplerimizi görmezden gelen, insanca yaşanabilir ücret talebimizi hedefe koyan bu açıklama toplumu yanıltma, topluma Hekimlerin tek istekleri paraymış gibi göstererek sağlıkta yaşanan krizin üstünü örtme çabasıdır.

Kendisine bütün hekimler adına cevap veriyoruz:

Biz hekimiz.

Tıbbın tarihinden bu yana burada, bu topraklardaydık.

Bugün de buradayız.

Biz, topluma adanmış bir mesleğin onurlu üyeleri olarak emeğimizle, bilgimizle, uzun yıllar süren eğitim ve mesleki deneyimlerimize dayanan birikimimizle insanlara hizmet için çalışıyoruz.

Biz, yıllar içinde,

“Doktorları ağaca bağlayın da kaçmasınlar” diyen devlet başkanlarını da,

“Doktorların gözü doymaz” diyen kasaba siyasetçilerini de,

“Paracı doktorlar gürültü yapıyor” diyen sağlık yöneticilerini de gördük/görüyoruz.

Hepsi gitti, biz kaldık; mesleğimiz ve meslek onurumuz kaldı.

Bugün de hiçbir yere çekip gitmiyoruz.

Güçsüzlerin gücü, çaresizlerin çaresi olmak, ölümle ve hastalıklarla mücadele etmek, sağlık ve şifa dağıtmak için,

Dün, bugün olduğu gibi yarın da burada, bu topraklarda kalacağız.

Ne ülkemizden ne mesleğimizden ne hakkımız olanı istemekten vazgeçeceğiz.

Emeğimizi, mesleğimizi, geleceğimizi karartmaya çalışanlara karşı 14-15 Mart’ta bütün illerde, bütün sağlık kurumlarında G(Ö)REVde olacağız.

Bu sözlere gereken cevabı o gün bir kez daha hep birlikte vereceğiz.

DOKTOR NEDİR?

Sanal alemde, Bülent Eczacıbaşı’na atfedilen bir yazı dolaşıyor ama yazan Yılmaz Özdil. O nefis üslubuyla reçeteye aspirin yazma yetkisi bile olmayıp, TTB kapatılsın diyenlere yazmıştı.

Günün anlam ve önemine binaen paylaşalım;

Mesleğin doğuştan çekiciliği var.

Çocuğa sor, büyüyünce ne olacaksın?

“Doktor olacağım” der.

En gözde damat adayıdır.

Hemen herkes, kızını doktorla evlendirmek ister.

Kadınlarımız arasında “beni ne doktorlar istedi” diye başlayan atasözü bile vardır.

Şarkıdır.

Afrodizyaktır. “Doktor civanım, seni istiyor canım.”

Küçük ilanların büyük vaatleridir. “Doktordan satılık otomobil.” “Doktordan satılık işyeri.”

Kullanılmışsa bile, doktorun kullanmış olması “kalite” göstergesidir.

“Doktora kiralık” ilanı da öyle. Evini vereceksen doktora ver.

Temizdir en azından, eminsindir.

Meslek seçerken… Kız verirken… Kocaya varırken… Otomobil alırken… Ev kiralarken…

Doktor iyi. Fikrini söylerse… Şerefsiz doktor!

Asrın liderimiz mesela, safra kesesi ameliyatı yapabilir mi? Böbrek nakli? Pansuman bile yapamaz.

Bebeğin hastalansa, tedavi etmesi için Binali beye götürür müsün? Var mı aramızda böyle bir gerizekalı? Ama, çok sıradan bademcik ameliyatını yapabilen bir hekim, gayet güzel başbakanlık yapabilir.

Refik Saydam, hekimdi. Sadi Irmak, hekimdi. TBMM başkanı Mustafa Kalemli, hekimdi.

O halde… Reçeteye aspirin yazma yetkisi bile olmayan tiplerin hükümette en önemli makamlara gelmesini tehlikeli bulmuyorsun da, canını emanet ettiğin hekimlerin hükümetle alakalı fikir beyan etmesini mi sakıncalı buluyorsun?

Komada geliyorsun, bacağını kesiyor, damar çıkarıp, kalbine bağlıyor, gebermekten kurtuluyorsun. Geceyarısı ateşi kırka vuran evladını Azrail'in elinden alıyor. Kardeşinin hızara kaptırdığı parmağını yerine dikiyor. Beyin kanaması geçiren anneni hayata döndürüyor. Babanın katarakttan görmeyen gözünü gördürüyor. Eşinin kanserini erken yakalıyor. Sonra da sen çıkıp “hekimler devlet işlerinden benim anladığım kadar anlamaz, konuşmasınlar” diyorsun öyle mi?

Türk Tabipler Birliği başkanı olan profesör, İstanbul Üniversitesi rektörlüğü seçiminde en yüksek oyu aldı. Ezici çoğunlukla seçilen bu profesörün rektör olmasını engellediler. “Nuh'un cep telefonu vardı, gemisi nükleerdi, insansız hava aracı uçuruyordu” diyen arkadaşı, aynı İstanbul Üniversitesi'ne öğretim üyesi yaptılar.

Hükümetimizin Türk Tabipler Birliği konusunda mantıklı karar verdiğini düşünüyorsan, Nuh'un telefon numarasını versene bana?

Kafasında fesle dolaşan “tımarhanelik” herif, yandaş televizyonlara çıkıp devlet yönetimine dair her türlü fikrini söyleyebilecek, cumhurbaşkanı sarayında bilim adamı olarak ağırlanacak… Memleketin en önemli “psikiyatri” profesörlerinden biri olan Türk Tabipler Birliği başkanı fikrini söyleyemeyecek öyle mi?

Fikrini beğenmeyebilirsin. Ben de senin fikrini beğenmiyorum. Beğenmek zorunda mıyız?

Fikirse mesele… “Barutun kokusu düştü burnuma, dört bir yanı istiyorum dibinden patlatayım, adamlar gibi dağlara düşeyim, tutmak istiyorum Kürdistanımı, ya ölüm ya kurtuluş, artık savaş zamanıdır” diyen Şivan Perver'e “barış güvercini” muamelesi yapacaksınız, Akp mitinginde kürsüye çıkartacaksınız, düet yaptıracaksınız, çok duygulanıp ağlayacaksınız. Sonra da Türk Tabipler Birliği'ne “terörist seviciler” diyeceksiniz öyle mi?

“Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, hekimler olarak uyarıyoruz, her çatışma, her savaş, fiziksel ruhsal sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açar, büyük insani dramları beraberinde getirir” diyorlar.

Uyarmasınlar mı?

Onarılmaz sorunlara, insani dramlara yol açan bu çatışma ortamına “hatalı teşhisler” yüzünden sürüklenmedik mi?

Hekimlerimiz devlet işlerinden anlamadığı için mi oluyor bu işler?

Madem herkes hekimlerden daha iyi biliyor.

Bi teşhis ben koyayım bari.

Eğer, cehalet seviyesinde Avrupa şampiyonu olan bir ülke, sırf düşüncelerini söyledi diye hekimlerini hapse tıkmaya çalışıyorsa, o ülke hasta'dır.