YOLSUZLUKLARA KARŞI MÜMİN TAVRI GÖSTEREBİLMEK!

Yazabilenler yazıyor; Ülkemizde yolsuzluk diz boyu…

Yazabilenlerden bir tanesi de Murat Ağırel, Yeniçağ Gazetesi yazarı…

Benim bu devlete, bu millete borcum var diyerek, kaleminin hakkını verme adına ne kadar dosya varsa didik didik ediyor, buluyor ve paylaşıyor.

Aslında yazdıkları sır değil…

Çoğu Sayıştay raporlarında belirlenmiş yolsuzluklar ve usulsüzlükler ama marifet bilgiye ulaşmaktan ziyade yazabilmekte günümüzde…

Yazabilenlere ne mutlu!

Lütfen bulun, okuyun, Murat Ağırel ve benzerlerini takip edin. Edin ki oy verme ve tercih noktasında yarın hesap sorulduğunda ‘bilmiyordum, duymadım, okumadım’ bahanesi kabul edilmeyecektir. Edilmeyecektir çünkü yüce Mevla kutsal kitabımızda sürekli ‘görmez misiniz, düşünmez misiniz’ diye uyarıyor ve bizi tercihlerimizden sorumlu tutuyor.

Sadece tercihlerimizle değil, tavrımızla da büyük bir sınavdayız malumunuz…

Kötülüklere karşı, elimizle, dilimizle o da olmadı kalbimizle buğzederek mücadele etmemiz emrediliyor.

Hz. Ömer; Adalet timsali…

4 Halife arasında en sert mizaçlı olanı…

Göreve başladığında ‘Bende bir eğrilik görürseniz beni doğrultunuz’ dediğinde etrafındakilerden ‘Eğer sende bir eğrilik görürsek kılıçlarımızla düzeltiriz’ cevabını alınca, ‘Halkı arasında Ömer’i kılıcıyla doğrultacak kimseler ihsan eden Allah’a hamd olsun’ diyerek secdeye kapanan Hz. Ömer…

Bir gün hutbede ‘Dinleyiniz ve itaat ediniz’ deyince Sahabeden biri (muhtemelen Selman-ı Farisi) ayağa kalkıyor ‘Senin dinlememizi ve itaat etmemizi istemeye hakkın yok’ diyor.

Ortalık buz gibi…

Hz. Ömer gayet sakin sebebini sorunca şöyle açıklıyor;

Ganimetten hepimize eşit biçimde dağıtılan kumaştan, benim şu cılız bedenime bile bir entari çıkmazken, sen o cüssene göre entariyi nasıl diktirdin?

Cevabı, babasının işaret ve izni ile cemaat içerisindeki oğlu Abdullah veriyor;

Bize düşen paylardan da ne bana ne babama entari çıkması mümkün değildi. Ben hakkımı babama verdim, mesele budur.

Bunun üzerine Sahabe; Şimdi dinler ve itaat ederiz ey Ömer, buyuruyor.

İşte İslam ve işte Müslüman tavrı budur.

Referansı İslam olanlar için de biat ve itaat ölçüsüdür.

Şimdi… Yukarıdaki örnek Asrı Saadetten…

Sümme haşa kıyas kabul etmez ama karşılaştıracağımız tavır ise günümüzden yani ahir zamandan…

Malumunuz her türlü yolsuzluklar, yetim hakkı yeme yemeler, beytül maldan ziftlenmeler havada uçuşuyor ama nasıl bir biat ve itaat kültürüdür bu ki günümüz Müslümanları ‘Hayır o yapmaz, o çalmaz, o rüşvet yemez’ tavrı koyabiliyorlar.

Sözde, Müslümanların temsilcisi Diyanet İşleri Başkanlığı da bu sinsi oyuna alet olup, dinimiz hükümlerince melun durumuna düşenlere kol kanat geriyor.

Hasılı; Bütün bunlara rağmen, yanlışlık ve haksızlık içinde yüzenlere oy vermek için onlarca, yüzlerce sebebiniz vardır ve olabilir.

Ama bu sebeplerden birisi mukaddes dinimiz ile ilgili en küçük bir hassasiyetten kaynaklıyorsa, dininizi gözden geçirmenizde yarar vardır.

Bilin istedim…

Başta şeytan olmak üzere onun türevleri, misyonlarını aldatma ve kandırma üzerine kurmuştur.

Her türlü siyasi rejimlerin bekası da halkı aldatma ve kandırma üzerine inşa edilmiştir.

Bu mana da tahrif edilen dinler ve kutsal kitaplar aracılığı ile halk maalesef ki Allah ile aldatılmaktadır.

Bilhassa seçim dönemlerinde bütün siyasi partiler, hiçbir ahlaki endişe taşımaksızın, dinle, Allah ile aldatma yarışına girmektedirler.

Allah ile aldatanların hiçbir dönemde vazgeçilemeyen önemli bir kesimi de kuşkusuz, ruhban yani din adamı sınıfıdır.

Merhum Yaşar Nuri Öztürk’ün belirttiği gibi;

“Monarklar (yöneticiler) Allah ile aldatmaya devam etmektedirler. Allah ile aldatmak, aynı zamanda Allah mefhumunu istismar etmektir. Kişi, Allah'ın izin verdiği bir siyaset gütmediği halde Allah'ı siyasî hedeflerine, Allah'ın razı olacağı bir ticaret yapmadığı halde ticarî çıkarlarına Allah'ı alet etmesi, Allah ile aldatmaktır.

Hâsılı Allah ile aldatmanın boyutları çoktur. Aldatanlar çeşitlidir. Bununla beraber, hep aldatan değil elbette biraz da aldanan suçludur.

Son olarak bilmeliyiz ki, şeytanın atlı ve yaya orduları varsa da, aslında onun hileleri çok zayıftır. Müminlerin temelleri ise çok güçlüdür. Önemli olan, sıratı müstakimin öncüleri olan kutlu nebiler gibi, Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak, O'nun sağlam tutamağından başka kulplar aramamaktır.”

Ramazan ayınız sizin için de hayırlara ve uyanışınıza vesile olsun İnşallah!

TESADÜF TEVAFUK VE İKTİDAR

Mısır tahtına geçen genç Ramses'e piramitlerin gizli odasına saklanmış Mısır hazinesinin yeri usulen gösterilir. Yeni kral Ramses, bu hazineleri ancak acil durumda kullanılabilecektir.

Ne zaman, hangi durumda kullanılabileceğine sadece rahipler karar vermektedir.
Gün gelip Mısır kıtlıkla karşı karşıya geldiğinde Ramses halkını korumak için bu hazineyi kullanmak ister. Fakat rahipleri ikna edemez.
Ramses'in hazineyi gizlice piramitten dışarı çıkarmak için
görevlendirdiği kişiler de suikasta uğrar.

Ramses, rahipleri halkına şikayet eder. Halk rahipler aleyhine ayaklanır, tapınağın önünde toplanır. Birazdan öfke halindeki halk kapıları kıracak ve belki de rahipleri linç edecektir. Kralın ordusu ve en güvendiği komutanları da oradadır.
Başrahip yüksekçe bir yere çıkarak halka konuşma yapar.
Halkın derhal tövbe ederek kendilerine bağlılıklarını ilan etmesini; aksi taktirde güneşin ışığını ebediyen söndüreceğini ilan eder.
Krala bağlı komutan buna inanılmamasını ister.

Halk halen krallarının arkasındadır.
Bunun üzerine rahip ellerini kaldırıp dua etmeye başlar.
Bir müddet sonra Güneşin parlak ışıkları sönmüş, gündüz vakti dünya geceye dönmüştür. Halk dehşet içinde secdeye kapanır, rahiplerinden özür diler, tövbe ederler.

Başrahip tövbeleri lütfen kabul eder.

Ellerini gökyüzüne kaldırıp Tanrı Ra'dan Güneşin eskisi gibi parlak ışıklarını yeryüzünden esirgememesi için niyazda bulunur.

Şimdi halk rahibin arkasında ve kralın karşısındadır.

Ramses böylece iktidarın gerçek sahiplerine yenilmiştir.

Peki nasıl olmuştur da güpegündüz güneş kaybolmuş, etraf kararmıştır?

Rahiplerin isteğiyle mi gerçekten?

Hak dinle uzaktan yakından ilgisi olmayan rahiplerin duasıyla olacak iş değildir bu elbet.

Ama neticede güneş kaybolmuş, hava kararmış ama rahiplere itaatsızlık eden halkın tövbe etmesi ve rahiplerin duasıyla güneş tekrar ortaya çıkıp dünyayı aydınlatmıştır.

Bilimsel bir yanı var mıdır? Vardır.

Kaldı ki güneşin kaybolması, havanın kararması ardından bir daha ortalığın aydınlanması bugün herkesin bildiği güneş tutulması olayıdır.

O gün herkes değil, sadece rahipler bilgi denen hazneye sahip oldukları için biraz da tevafuk veya tesadüfü kullanarak iktidarlarını pekiştirdiler.

Bilginin gücüdür bu…

Aynı zamanda bilginin şeytanca kullanıldığının…

Nereden çıktı şimdi Ramses’in öyküsü diyeceksiniz? Söyleyeyim.

Tarih tekerrürden ibaret isteseniz de istemeseniz de…

Bugün, her zaman olduğu gibi tarih tekerrür ediyor…

Tarihi olayda geçen tevafuk ve tesadüf bugünün konjonktürü…

Ve hala birileri hem halkın cehaletinden istifade ederek hem de bilginin ve haliyle paranın gücünü de kullanarak halka hükmediyor.

Hele işin bir parçası da din olgusuna dayanıyorsa toplumu kurnazca yönetmeye ne var?

AHİR ZAMAN ŞEYHLERİ

Şair ve din büyüğü olarak Türk dünyasının manevî hayatını etkilemiş nadir kişilerden biri olan Hoca Ahmed Yesevi, ‘Divan-ı Hikmet’ adlı eserinin 129. Hikmet’inde şöyle yazmış:

Nafile oruç tutar, halklara şeyhlik satar,

İlmi yok amadan beter ahir zaman şeyhleri...

Beline kuşak bağlar, sözleri yürek dağlar,

Para toplarken ağlar, ahir zaman şeyhleri…

Başına sarık sarar, ilmi yok neye yarar,

Dünyaya kucak açar, zoru görünce kaçar,

Her yere küfür saçar, ahir zaman şeyhleri…

Şeyhlik ulu bir iştir, hakka doğru gidiştir,

Yaklaşılmaz ateştir, ahir zaman şeyhleri…

Salih şeyhler nerededir, kötüler her yerdedir,

Hak yoluna perdedir, ahir zaman şeyhleri…

093-1166 yılları arasında yaşayan Yesevi’nin 900 yıl önce yazdıklarının bugünden farkı var mı? Maalesef yok…

ADALETİN DİNİ YOKTUR!

Adalet dinsiz, din adaletsiz olmaz derler. Doğru derler. İşte örneği;

Müslüman olmayan, belki bir dini de olmayan ama vicdanlı bir hakimin küçük hırsız hakkındaki emsal kararı:

Amerika`da 15 yaşındaki bir çocuk ekmek çalarken yakalandı. Kaçmaya çalışıyor, dükkan sahibi çocuğu yakalamaya çalışırken hızdan bir raf kırmış.

Hakim kararı vermeden önce çocuğu da dinlemek istiyor.

Hakim: "Neden çaldın?"

Çocuk: "Ekmeğe ihtiyacım vardı."

Hakim: "Çalmak yerine ekmek alamadınız mı?"

Çocuk: "Satın alacak param yoktu."

Hakim: "Ailenden para isteyebilirdin."

Çocuk: "Evde sadece annem var. Annem hasta ve işsiz... Sırf bunun için biraz ekmek ve peynir çaldım."

Hakim: "Sen küçüksün, normalde işin yok."

Çocuk: "Yıkama üzerinde çalıştım. Bir hafta önce anneme hizmet etmek için izin aldım ve bu yüzden işimden kovuldum."

Hakim: "Yardım isteyecek bir yeriniz yok muydu?"

Çocuk: "Her gün evden çıktığımda bir iş arayan en az elli adresle iletişime geçiyorum ama iş bulamadım. Sonunda hırsızlık yapmaya karar verdim."

Oğlan çocuğu ile sohbetin bitmesinin ardından hakim kararını açıkladı:

"Çalmak, özellikle ekmek çalmak çok utanç verici bir suçtur. Ve işte hepimiz bu suçtan sorumluyuz. Bu salondaki herkes var ve ben de bu suçtan sorumluyum. O zaman tüm mahkeme katılımcıları 10 dolar ile "ceza" alacak. Siz her biriniz 10 dolar gönderene kadar mahkeme salonundan ayrılmayacak."

Hakim, 10 dolarını verdikten sonra aç çocuğu polise teslim eden dükkan sahibine 1000 dolar para cezası verdi.

Kararı duyduktan sonra çocuk gözyaşlarını tutamadı ve ikinci kararı okurken hakimi görünce heyecanlandı. Hakim gözyaşlarını saklamaya çalışarak salonu terk etti.

Hakimin son sözleri şöyle oldu;

“Bir kişi ekmek çalarken yakalanırsa, o cemaatin, toplumun, o devletin insanları utansın.”

RAMAZAN NEDİR? NE DEĞİLDİR?

Ramazan evde 20 tabaktan oluşan iftar yemeğine 'Peygamberimizin sünneti' diye hurmayla başlamak değildir.

Ramazan kişi başı 1000 liralık menüsüyle boğazı gören bilmem ne yalısından bozma 'İslami' kafenin ışıltılı mescidinde karnına kramplar girerek kılınan akşam namazı da değildir.

Çünkü Ramazan, bir köyü doyuracak kadar yemek yedikten sonra namazda zorlanmamak için içilen maden suyu da değildir. Zira Ramazan gündüz aç kalmanın akşam intikamını almak değildir.

Ramazan, akşama kadar her kalbi kırıp her hakka girdikten sonra iftardan az önce Nihavend Makamında İlahiler dinlediğiniz için tüm günahlarınızın bakiyeden otomatik silindiği bir ay da değildir.

Ramazan, Şaban ayında 3.5 milyon tlye jip alıp 'Kuzum bu sene zekat veremeyeceğiz biraz borca girdik de...' diye durumu kurtarabileceğiniz bir ay değildir.

Ramazan ayı akşama kadar 80 milyonun hatta 15 günlük kedi yavrularının dahi hakkını yedikten sonra iftarda ''Güllaç torbasındaki kırıntıları da balkona dökelim inşallah sevaptır'' dediğiniz için ahirette sorgu sualde size torpil sağlayacak bir ay değildir. Çünkü Ramazan farklılığını Güllaç torbasından alan bir ay değildir.

Ramazan, Ramazan şerbeti değil, Hacivat-Karagöz oyunları değil, Hz Yusuf dizisi değil, Oruç Baba türbesi önünden son 2 dakika yayına giren uhrevi bir alem değildir.

Ramazan, 11 ay boyunca 'Aç mısın bir ihtiyacın var mı?' diye sormadığın bir adama 'Oruç musun?' diye sorgulamak değildir.

Ramazan mahallede 1 ay boyunca oruç tutmayanları değil 12 boyunca aç kalanları araştırıp bulmanızı öğreten bir aydır.

Ramazan, İnstagram'da iftar storileri değil fakir fukara ile ekmeğini paylaşmaktır. İhtiyaçlarını alamadığı çocuğunun gözüne bakan gariban babanın yüzünü güldürmektir. Kapısının önüne zarf koyup kaybolmaktır.

Ramazan, son birkaç yılda Karun gibi zengin olmuşlarla değil uzun yıllardır kıt kanaat yaşamaktan sefaleti kanıksamış bir gariban bulup ezanı beklemektir.

Ramazan şekersiz sakız çiğneyince değil 'insan eti yiyince' orucunuzun bozulduğu konusunda endişe etmeniz gereken bir aydır!

Ramazan sadakadır, zekattır, Kurandır, namazdır.

Ramazan 'Aranızda Muhammed kim?' denilecek kadar sade yaşamış bir Nebinin sav 'Aişe etleri dağıttın mı?' diye sormadan sofraya oturmadığı bir aydır.

Ramazan’ın bizi ihya etmesi dileğiyle...

Baki selam ve dua ile.

(ALINTI)