HERKES İÇİN ADALET!

Gezi Davası dün sonuçlandı.

Mahkeme, tutuklu yargılanan ve daha önce bu suçtan beraat eden Osman Kavala'ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Diğer sanıklara da 18’er yıl hapis cezası…

Hak, hukuk, adalet ve demokrasi mücadelemde şiar edindiğim Nazi Almanya’sı Papazı Martin Niemöller’in şu sözleridir;

“Önce komünistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim.
Sonra sosyalistleri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü sosyalist değildim.
Sonra sendikacıları götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim.
Sonra Yahudileri götürdüler, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim.
Sonra beni almaya geldiler, benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı."

Malumunuzdur Mısır devlet başkanı Enver Sedat'ı öldüren sanığa hakim sorar;

"Sedat'ı neden öldürdün?"

Katil: "Çünkü laik'ti" der.

Hakim: "Laik ne demek?" diye sorunca Katil; "Bilmiyorum!" der.

Bilmediğimiz, tanımadığımız insanları, sırf reisimiz/şeyhimiz/önderimiz/liderimiz öyle buyurdu diye yargılama hastalığından kurtulmadık.

Hukuk fakültelerinde hocalar, ilk derslerinde öğrencilerinin ezber bilgilerini değil adalet duygularını ölçen bir sınav yaparlar.

Öğretim görevlisi derse girer ve bir öğrenciye adını sorar...

Öğrenci örneğin ‘Ali’ diye cevap verir. Öğretmen bir anda, “Defol bu sınıftan, bir daha asla dersime gelme” der.

Bütün öğrenciler şaşkınlık içindedir, neye uğradığı şaşıran Ali de sınıfı terk eder.

Herkes ne olduğunu anlamak için beklemektedir hiçbirinden tek bir ses bile çıkmaz…

Hoca sınıftaki sessizlikle beraber ileri geri yavaş yavaş dolaşmaya başlamış bütün öğrencileri şöyle biraz süzdükten sonra ‘çıkın dışarı, ders bitti, sizden hukukçu falan olmaz” diyerek sınıfı boşaltır.

Bir süre sonra koridorda şaşkın şaşkın bekleşen öğrencilerini tekrar sınıfa alır ve sorar; “Kanunlar ne için vardır?”

Kimi düzeni korumak, kimi toplumda yaşayan bireylerin hak ve hürriyetini sağlamak için kime yaşam haklarını idame ettirmek, kimisi vatandaşa hakkını yasalar çerçevesinde nasıl arayacağını öğretmek falan der…

Hoca ‘adalet için’ cevabını alıncaya kadar ‘başka’ diye sorar.

Bu cevabı alınca da işte aradığım cevap bu dercesine “peki az önce arkadaşınıza adaletsiz davrandım. Neden müdahale etmediniz? Neden arkadaşınızın haklarını savunmadınız?” diye sorduktan sonra, o unutulmayacak ilk ve en önemli dersini verir;

“Sevgili arkadaşlar, bu olaydan hepinizin çıkarması gereken bir öğüt var, bunu size 100 saat sınıfta ders versem anlatamazdım. Asla bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyetinde olmayın, o yılan bir gün mutlaka sizi de sokacaktır.

Adaletsizliğe şahit olup göz yuman insanlar haysiyet ve onurlarını kaybetmeye mahkûmdur.

Bir şahsa karşı yapılan haksızlık, herkese karşı yapılmış bir tehdit demektir.”

Osman Kavala ile şahsi bir ilişkim, görüşmem yok pek tanımam da, tanısam da pek sevişeceğimizi sanmam. Bana tek sıcak gelen tarafı merhum Ülkücü yazar Tarık Buğra’nın damadı olması…

Ama ona olan duygularım ona yapıldığını düşündüğüm adaletsizlik konusunda sessiz kalacağım anlamına gelmez.

Bugün bu karara göbek atanların Kavala’yı tanıdıklarını sanmıyorum. İlgili dosyaya dair tek satır okuduklarını da sanmıyorum. Bu dosyayı, bırakın bir avukatı, bir hukuk fakültesi öğrencisinin önüne koysanız ‘hadi oradan’ der geçer.

Dolayısıyla hukukun mahkum edemediğini hiç kimsenin mahkum etme hakkı yoktur.

Tekrar, tekrar söylüyorum bu sonuç hukuki değil, bir algı operasyonunun yansımasıdır.

Gezi Olaylarını, bilhassa ve özellikle yalan ve manipülasyon üzerine kurgulayarak, farklı algı operasyonlarıyla vatandaşı birbirine düşürdüler.

Daha önce Gezi Olayları aklanıp dava beraatla sonuçlandıysa da, hükümet kanadı ve yandaşları, taraftarlarını gaza getirme anlamında bundan nemalanma gayretleri hep sürdü.

Bu travma bizi böldü, parçaladı, birbirimize düşürdü, bir kesimin diğerine düşman olmasına sebep oldu ama mahkemesi bittiği halde, bu ülkeyi yönetenler sağduyulu davranmıyor, bu travmayı tedavi etmek şöyle dursun, aksine hala birbirimize kin ve nefretle bakmamızı istercesine hareket ediyorlar.

Bu ülkede toplumsal travma yaratan Gezi ‘beraat’ ettiğinde, şimdi bu travmayı tedavi zamanıdır demiştim.

Evrensel hukuk çerçevesinde, kin ve nefret aşılayarak, koca bir toplumu galeyana getirenler tespit edilip, yaptıklarının hesabı sorulmalıdır da demiştim…

Olaylara bodoslama taraf olan hükümet yetkilileri, en azından bir özür dileyerek, ayrıştırılan toplumu birleştirme çabasına girmelidir de demiştim...

Ama nerde?

İç işleri bakanı, güvenliğimizden sorumlu olan, ülke insanını birleştirme, bütünleştirme, barıştırma makamındaki Süleyman Soylu; “Gezi olmasaydı, kişi başı milli gelir 15 bin dolardı. Yerli aracın satışına çoktan başlanmıştı. Faiz 4’ün altında, enflasyon bir tık üzerinden olacaktı. Uçak projemizi de tamamlamış olacaktık” sözleriyle yangına körükle gitti.

Yani iktidar pürü pak, çok iyi yönetiyorlar ama ah şu gezici teröristler yok mu? Hepsi onların yüzünden demeye getirip, başarısızlığına kılıf bulma ve iktidar saflarını sıklaştırma derdinde…

Ölenler, yaralananlar, canı yananlar ve ardından yaşanan hukuksuzluk sebebiyle toplum ayrıştırılmış umurunda bile değil.

Nihayetinde hepimizin Cumhurbaşkanı olmasını beklediğimiz Sayın Recep Tayyip Erdoğan; “Gezi Parkı’nda başlayan olaylar kısa sürede büyüyerek devlete ve millete karşı sivil kalkışma halini almıştı. Gezi olayları tıpkı askeri darbeler, muhtıralar, terör örgütlerinin saldırıları, FETÖ’nün 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri gibi, devleti ve milleti hedef alan alçak bir saldırıdır” sözlerini eleştirmiştim.

Kılıçdaroğlu’nu hedef tahtasına oturtup “Bay Kemal aydınlık gençler diye vasıflandırıyor. Bunlar aldatılmış gençler. Bu aldatılmış gençlere çevreci sıfatı verilmek suretiyle, bu ülkede milyonlarca ağaç diken iktidara ağaç sökme yaftası yapıştıranlara sadece lanet okurum” sözlerine karşılık; Tamam, farz edelim ki bunlar ’kandırılmış, aldatılmış gençler’ ama hepsi bu ülkenin vatandaşı, evladı. Sizin ‘kandırılma, aldatılma, yanlış yapma’ lüksünüz oluyor da, bunların olamaz mı?

Bu ülkenin Cumhurbaşkanına yakışan bu gençleri topluma kazandırmak mı yoksa bir kalemde silip atmak mı?

Sırf taraftarlarınızı konsolide edip saflarınızı sıklaştıracaksınız diye, ülkenin bir diğer yarısını kendinize düşman etmenin anlamı var mı, diye sormuştum.

İlk beraat kararından sonra Sayın Cumhurbaşkanı “Bunlar masum ayaklanma hadisesi değildir. Perde arkasında Soros tipi bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştırmak isteyen tipler vardır. Onun bir ayağı (Osman Kavala’yı kastediyor) içerdeydi, bir manevrayla onu beraat ettirmeye kalktılar” diyerek tahliyelerini engelemişti.

‘Beraat ettirmeye kalktılar’ dedikleri bu ülkenin yargı mensupları ve bağımsız mahkemeleriydi.

Nitekim devreye girdi ve tahliye edilen Kavala, hiç ilgisi olmayan bir olayla bağlantı kurularak, yeniden tutuklandı.

Yetmedi, HSK tahliye kararı veren yargıçlara müfettiş gönderdi.

Şimdi gel de bu ülkede yargıya güven?

Şu Soros kısmını biraz açalım…

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; “FETÖ ile irtibatı sebebiyle birisini gözaltına alıyorsunuz. ‘STK temsilcisiydi, medya mensubuydu, güzel vatandaştı’ gibi güzellemelerle hedef saptırmaya çalışılıyor. O STK mensubu dedikleri, Türkiye’nin Soros’u denilen kişinin havası çıktı meydana, bağlantıları çıktı ortaya. Siz kime neyi yutturmaya çalışıyorsunuz?” diyordu.

Yani Osman Kavala’nın Soros ile bağlantısı vardı ve katli vaciptir!

Peki kimlerin yoktu?

Başta kendisi olmak üzere bütün kadrosunun Soros ile fotoğrafı yok mu?

Bakın internetten bulursunuz.

Bir de Abdullah Gül’ün eski Danışmanı Ahmet Sever, “Erdoğan’ın Soros bağlantıları” başlıklı bir yazısı var. Bulun okuyun. Ben ilk cümlesini aktarayım;

“2003 yılının Ocak ayı... Yer, Davos... George Soros ile burada bir görüşme yaptınız ve desteğini istediniz” diyor.

İçeriği bir iddia evet ama resimleri de paylaşıldı.

Yine, Barış Terkoğlu’nu okuyun;

“Yakın döneme kadar Soros’un fonladığı Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulu başkanı Can Paker’di. Soros destekli TESEV’in başında da o bulunuyordu. Kendi anılarında anlattığına göre Paker ile Kavala’nın yolları FETÖ meselesinden ayrıldı. Zira Kavala ve arkadaşları FETÖ kumpaslarına karşı tavır almıştı. Paker ise Pensilvanya’da yüz sürdüğü Gülen’in hızlı bir destekçisiydi.

Kavala’yı yeniden gözaltına aldıkları soruşturmanın konusu 15 Temmuz FETÖ darbesi. Bugün Pelikancıların yalısında siyaset dersleri veren Paker, kendi anılarıyla Kavala lehine tanık olur mu?”

O Can Paker halen Cumhurbaşkanımızın gözdelerinden…

Ya, “Bir Arap atasözü der ki Sana anam babam feda olsun. Ben de Erdoğan için diyorum ki ona; anam, babam, çocuklarım feda olsun” diyen Soros destekli TESEV'in kurucusu Ethem Sancak, Soros’tan çok mu uzak?

Anlaşılan o ki hükümetin Gezi’den kaynaklanan travmayı tedavi etmek şöyle dursun, aksine, yine ve manipülasyonlarla yangına körükle gitme gibi bir niyeti var.

Bu noktada bize düşen de araştırmak, incelemek, öğrenmek suretiyle hükümetin yeni algı operasyonlarından etkilenmemek ve öğrendiklerimizi paylaşarak etkilenenleri uyarmak…

Önceki karar duruşmasında yazmıştım.

Bakın farklı görüşlerden farklı isimler Kavala’yı nasıl tanımlamışlar;

BÜLENT ARINÇ; Bazen AKP’nin vicdanı olarak lanse edilen aynı zamanda hukukçu olan Bülent Arınç, katıldığı bir televizyon programında şöyle demişti:

“Osman Kavala’nın hâlâ tutuklu kalmasına hayret ediyorum, tahliye edilmesi lazım. Bu iddianameleri okuyarak isyan etmiştim. Çocuk bile yazmaz bile demiştim, cübbeyi bile giyesim gelmişti.”

NAGEHAN ALÇI/HABERTÜRK; “Gerçek bir hukuk reformu demek Osman Kavala ve Ahmet Altan’ın özgürlüğüne kavuştuğu bir Türkiye demektir.

18 Aralık’ta 3 yıldır devam eden mağduriyetin nihayet giderileceğine ve Kavala’nın mahkumiyetinin sonlanacağına inanıyorum. Hem Osman Kavala’nın hem de Ahmet Altan’ın tahliye edilmesi gerektiğinde lütfen uzlaşalım artık. Bu konuda sadece hükümet değil muhalefet çevrelerine de seslenmek istiyorum. Maalesef özellikle Ahmet Altan’ın tahliye edilmesine ısrarla kimi muhalefet çevreleri direniyor. Hükümetten her gün kendisi için daha çok özgürlük isteyen muhaliflerin önemli bir bölümü 70 yaşındaki Ahmet Altan demir parmaklıklar ardında yaşlanmaya devam etsin diye uğraşıyorlar. Bu da çok trajik ve üzücü bir durum.

Tüm bunlar çok anormal bir manzara oluşturuyor sevgili okurlarım!

Beklenmedik beraatlerin hemen ardından Osman Kavala bu sefer de 15 Temmuz askeri darbe teşebbüsünün içinde olmaktan gözaltına alındı. Çıkmasıyla girmesi bir oldu.

Hakkında beraat kararı verilen bir isim tahliye edildiği gün nasıl olur da apar topar, yeniden ve başka bir soruşturma gerekçesiyle gözaltına alınabilir?

Bu, 'Kavala’yı ne pahasına olursa olsun salıvermeyeceğiz’ mantığından başka bir anlama gelir mi? Bakın bu gece oturdum, devlette kritik konum sahibi olarak yakın tanıdığım herkesi aradım. Kimi güvercin, kimi şahin olan bu yetkililerin tamamı tek noktada uzlaşıyordu: Böyle bir yargı düzeni ve adalet sistemi olmaz, olamaz! Herkes şaşkın. Herkes mutsuz ve rahatsız. Devletin içinde, Kavala’dan hiç hoşlanmayalar dahil hepsi bu tabloyu tuhaf buluyor.”

CEM KÜÇÜK/TÜRKİYE GAZETESİ

“Daha önce bu köşede çok yazdım çizdim. Osman Kavala da Ahmet Altan da cezalarını çektiler. Milletin vicdanında da mahkûm oldular. Ahmet Altan 4 yıldır içeride. Cezasını tamamladı. İçeride yatmasının bir manası yok. Yurt dışı yasağı koyarsın olur biter...

Aynı şekilde Osman Kavala da öyle. Önce Gezi'den alındı. Ancak hakkındaki iddianamede somut hiçbir şey yoktu. Mahkeme bir şey bulamayınca bu defa 15 Temmuz'dan tutuklandı. Kavala hakkında Avrupa, Gezi vb. birçok şey söylenebilir ama 15 Temmuz dediniz mi kimseyi ikna edemezsiniz. ’15 Temmuz'un madem içindeydi mahkeme tutuklamak için niye 3 sene bekledi?’ diye sorarlar adama...

26 Temmuz 2019'da bu köşede yazdım. Osman Kavala, Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan cezalarını çektiler ve içeriden çıkmalılar. Nazlı Ilıcak çıktı. Hükûmet yargı konusunda gerekenleri söyledi. Top artık yargıçlarda. Osman Kavala ve Ahmet Altan'ı bırakın. Türkiye göreceksiniz rahatlayacak. Döviz ve ekonomi bu tahliyelere olumlu tepki verecektir...

Türkiye'nin ve AK Parti'nin sakinliğe ihtiyacı var, kavgaya değil. Elbette gereken siyasi mücadele gene yapılır. AK Parti dış politikada devrim gibi işlere imza atıyor. Libya, Kıbrıs, Azerbaycan meselelerinde Türkiye sonuç aldı. Ermenistan'ı yenilgiye uğratan biziz. Libya'da Sarrac devrilmediyse sayemizde...

İçeride yeni dönemde kaydedeceğimiz gelişmeler dışarıdaki mücadelemizi daha da haklı kılacaktır.”

MÜYESSER YILDIZ/ODATV

Kimden gelirse gelsin yargıya müdahale olmamalı diyen Müyesser Yıldız yazısını şöyle bitirdi;

Ya şunları nereye koyacağız?

Bizzat Erdoğan, daha dava sonuçlanmamışken, Osman Kavala için şöyle hükümler vermedi mi?

Gezi olaylarında teröristlerin finans kaynağı olan bir kişi şu anda içeride. Onun arkasında kim var? Meşhur Macar Yahudisi Soros. Suçu olmayanı niçin kalksın da yargımız içeri alsın? Suçu olmayan herhangi bir şeye karışmamış olanı ne için kalksın da bizim yargımız içeri alsın?”

Bunlar masum bir ayaklanma hadisesi değildir, ciddi manada perde arkasında Soros türü bazı ülkeleri ayaklandırmak suretiyle oraları karıştıran tipler vardır. Onun da Türkiye ayağı içerideydi bir manevrayla dün onu beraat ettirmeye kalktılar.”

Osman Kavala denen kişinin karısı da bu provokatörlerin içinde yer alan bir kadındır. Böyle nadide bir üniversitemizi, ‘Alın istediğiniz gibi karıştırın’ mı diyeceğiz?”

TBMM Başkanı Bülent Arınça’a tepki gösterirken, “Neymiş, filancalar filancalar, niye hala hapisteymiş. Bunları herhalde ödüllendirecek halimiz yok. Hatta daha da tabii ileri gidip bu teröristlerden birinin yazdığı kitabı herkesin okumasının tavsiye edilmesi hakikaten beni rencide etmiştir. Kitabını herkes okusun denilen kişi, elinde binlerce Kürt kardeşimin, askerimin, kanı olan bir terör örgütünün siyasetçi maskesi takmış savunucusudur.” diyen Erdoğan değil miydi?

Erdoğan, Amerikalı Papaz Brunson’la ilgili davada da en baştan hüküm vermedi mi?

Metin İyidil hakkında İstinaf’ta beraat ve tahliye kararı verilince Erdoğan, kameralar önünde şu açıklamayı yapmadı mı?

Bu yargı camiamız için gerçekten çok çok üzücü bir adım olmuştur ve ilginç olan şey şu, tabii bunların hepsinin talimatlarını da verdik… Sağ olsun Adalet Bakanlığı’mız ve savcılarımız bu noktada adımlarını attılar ve en kısa zamanda İçişleri Bakanlığı’yla beraber yaptıkları operasyonla da yakaladılar. Tekrar kendi cezai müeyyidesi uygulanmaya başlandı. Şu anda malum içeride.”

Erdoğan, kumpasların firari savcısı Zekeriya Öz’ü talep ederken, “Almanya eğer vermezse; oldu oldu, olmadığı takdirde Almanya, bizden herhangi bir suçluyu bundan sonra Tayyip Erdoğan imzasıyla isteyemez, alamaz, vermem. Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir” demedi mi?

Yine Erdoğan’ın, “Elimizde görüntüler, her şey var. Bu tam bir ajan terörist” hükmünü verdiği Alman vatandaşı Gazeteci Deniz Yücel’in tahliyesi tam bir siyasal/yargısal trajedi şeklinde sonuçlanmadı mı?

AKİF BEKİ/KARAR GAZETESİ; Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkını AK Parti getirmişken ve kararlarının herkesi bağladığı Anayasa’da emredilirken, ‘uymak zorunlu değil’ diye istemediği AYM kararlarına uymamaya mahkemeleri siyaset yönlendirmeseydi...

Erdoğan’ın şiir mahkumiyetinden AK Parti’ye kapatma davasına, AK Partililer geçmişte yargı süreçlerine ve kararlarına karşı ABD’den, AB’den gelen açıklamaları, aldıkları dış destekleri bağımsız yargımıza kabul edilemez baskı ve müdahale saysaydı, uluslararası toplumun demokratik dayanışması kabul edip teşekkürle karşılamasa, bundan memnuniyetle yararlanmasaydı...

AK Partililer, haksız buldukları iç yargı kararlarını geçmişte AİHM’e götürmemiş olsa, uğradıkları hak ve özgürlük ihlallerini dünyaya şikayet edip Avrupa Konseyine taşımaya hep karşı dursaydı...

Kurucu üye olarak Türkiye, Avrupa Konseyinin AİHM kararlarını uygulatmada denetim ve yaptırım yetkisini, yargı süreçlerimiz üstünde söz hakkını tanımamış olsaydı...

Osman Kavala davasında, yargımızı uluslararası hukuka, AİHM kararlarına uymaya çağıran ABD, Almanya ve Fransa dahil 10 ülke büyükelçisine Ankara’nın tepkisi tartışılmazdı.