BİR YARGISIZ İNFAZ DA TÜRKAN SAYLAN’A!

İşin içine ideoloji girince ne kadar faydasız insan varsa ‘kahraman’ ama ömrünü insanlığa hizmet için adayanlar da ‘hain’ oluyor maalesef…

Bu yüzden, bizim hainimiz çoktur.

Bunlardan bir tanesi de Merhum Türkan Saylan’dır mesela…

Kadıncağız, bir insan ömrüne sığamayacak kadar hayır ve hasenat bıraktı arkasında ama ideolojik at gözlüğü takanlara sorarsanız hain!

Geçen hafta yine gündeme geldi.

İBB Meclis Toplantısında, CHP ve İYİ Partili üyelerin bir sokağın ismini 'Türkan Saylan Sokağı' olarak değiştirilmesi teklifi AKP-MHP üyelerinin oylarıyla reddedildi.

Peki gerekçe?

Gerekçelerini, AKP Grup Sözcüsü Faruk Gökkuş açıkladı;

“Cumhur İttifakı olarak kendi dünya görüşümüzle, değerlerimizle kavgalı, sözde aydın hiçbir kişinin isminin bu şehirde hiçbir sokağa verilmesine burada olduğumuz sürece müsaade etmeyeceğiz.”

Analar ne kahramanlar doğuruyor, görün! Bu kahramanlar, bu bekamızın yılmaz savunucuları, bu ülkenin yarınları için nasıl da kahramanca direniyorlar!

Türkan Saylan isminin bir sokağa verilmesini engellemekle nasıl büyük bir oyunu bozduklarını görebiliyorsanız milli ve yerli ama göremiyorsanız, siz de hainsiniz!

Ben göremeyenlerdenim, dolayısıyla hain olma ihtimalim yüksek!

Birine bir yafta yapıştırmadan önce o insanı çok işi tanımamız gerekiyor. Tanımadan. Bilmeden. Araştırmadan, sırf şıhım, şeyhim, liderimden öyle duydum diye önceden vurulan yaftalara göre hareket ederseniz yanılırsınız. Bu yanılgı eğer insansanız insanlık bakımından eğer Müslümansanız iman bakımından zayıflığınızı ortaya koyar.

Hatırlarsınız; Eski Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ı yaptığı suikast sonucunda öldüren adama hakim sorar: Sedat'ı neden öldürdün? Katil cevaplar; Çünkü laikti!

Hakim yine sorar; Hakim: Laik ne demek? Katilin cevabı ilginç olduğu kadar korkunçtur; Bilmiyorum!

Çoğumuz bilmediğimiz terimlerden dolayı, hiç tanımadığımız insanları yargılıyoruz.

Bir başka anekdot; Hakim Yazar Faraç Foda'yı öldüren teröriste sorar; Neden Faraç Foda'ya suikast düzenleyip öldürdünüz?

Suçlu: Çünkü kafir!!!...

Hakim: Onun kafir olduğunu nereden anladın?

Suçlu: Onun kitabından!!!...

Hakim: Hangi kitabından anladın onun kafir olduğunu

Suçlu: Ben okuma yazma bilmiyorum...

İşte Türkan Saylan da bu ideolojik körlüğün bu eğitimli cehaletin ürünü olanlarca, hiç de hoş anılmıyor.

Ah bu önyargılarımız! Oysa dinimizde ‘zan’ o kadar günah ki…

Çoğumuz, insani ilişkilerimizde ön yargılı yani peşin hükümlüyüz.

Siyasal, toplumsal ve kurumsal ilişkilerimizde de öyle…

Aradaki fark, kişisel ilişkilerimizde bazen ön yargımızı kendimiz oluştururken, diğer ilişkilerde ise yaratılan algı neticesinde ön yargılı olabiliyoruz.

Kişisel olarak nasıl kendimize toz kondurmuyorsak, siyasal, toplumsal ve kurumsal olarak da, kendi siyasi görüşümüz, kendi grup veya toplumumuz veya ait olduğumuz takım veya kurumumuza toz kondurmuyor, hatayı sürekli karşımızdaki şahıs, parti, grup, kurumda arıyoruz.

Biz nefsimizi hoşnut etmek için kişisel önyargılarımıza sarıldıkça içimizdeki ‘şeytan’ semirirken, siyasal, toplumsal ve kurumsal yapılar ise bizde oluşturdukları önyargılarla beslenip, semirip büyürler.

Hasılı önyargı, insanların gruplara, nesnelere, ideolojik fikirlere ve ‘diğer’ olan her şeye karşı önceden belirlediği veya birilerinin belirlediği düşünce ve basmakalıp tutumdur.

Bu girişten maksat şu ki, benim öncelikli derdim ideolojik önyargıdır.

Olup bitenleri hayra alamet görmüyor, bu gidişle birbirimize girmeyeceğimizin, bir iç savaş ile baş başa kalmayacağımızın garantisini veremiyorum.

Felaket kamplaştık…

İdeolojik, siyasal, mezhepsel, dinsel her anlamda ayrıştırıldık ve neredeyse finale yani tokuşturma noktasına getirildik. Bir kıvılcım bekliyoruz ki bizden olmayanı boğazlayalım…

Oldum olası, bu, önyargıların oluşturduğu kamplaşmada, dindar olduğunu iddia edenlerin başı çekmelerine bir anlam verememişimdir.

Tamam, dünyadaki bütün savaşlar din üzerinden harlandı, tamam hele ki son dönemde bazı gruplar dünyaya kafa kesme metotlarını itina ile gösterebildiler ama biz, Müslüman Türk milleti, böyle değildik. Bizim dini tebliğ metodumuz, emrolunduğu gibi yaşamamız, diğerlerine karşı hoşgörümüz farklıydı, ne oldu bize?

İslam’ı tebliğ ve temsil ettiği iddiasında olanların, şu son zamanlar da yedikleri herzelere bakıyorum da, bunlar hangi dinin dindarı acaba diye sormadan edemiyorum.

Ama asıl derdim, benden olduklarını, benim gibi düşündüklerini sandıklarımın tutum ve davranışları…

Yani kendi önyargılarım beni ne kadar ilgilendiriyorsa, dava arkadaşlarımın, yoldaşlarımın önyargıları, peşin hükümleri, bağnazlıkları ve taassupları da aynı derecede üzüyor, içimi acıtıyor.

Türkan Saylan meselesine değinmeden önce yakın çevreme Türkan Saylan hakkında ne düşündüklerini sordum.

Sonuç benim açımdan bir facia ve önyargılarımızın müthiş bir zaferi olarak karşıma çıktı maalesef…

Maalesef biz hep insanların kimliklerine bakarak yorum yaparız, kişiliklerine bakarak değil.

Ona verilen nüfus cüzdanında yazan bilgiler, kendi tercihi olmayan ırkı, rengi, cinsi, mesleği, kendi tercihi olan diyeyim ama bence olmayan -ki bu ayrı bir yazı konusu ve dini görüşümüz kendi tercihimizden çok atalarımızdan miras bence- dini, mezhebi tuttuğu takım, beğendiği lider, siyasi görüşü, onun hakkında hüküm vermemize yetip artıyor.

Bir başkasının bizim siyasi görüşümüzden olmasa da iyi bir insan olacağı ihtimalini bile aklımıza getiremiyoruz.

Hele bu önyargıyı dinimiz sebebiyle oluşturuyorsak, bu ayrı bir facia, büyük bir vebal…

Çünkü Müslüman sabit fikirli olamaz.

Müslüman; müsamahakâr (hoşgörülü), tüm görüşlere karşı açık olup tartışabilen, doğruyu yanlışı ayırt etmesini bilen, bir konuyu tüm detayları ile araştırıp okumadan, öğrenmeden körü körüne iddiada bulunmayan, hiçbir fikre, kişiye, topluluğa karşı ön yargıda bulunmayandır.

Her şeyden önce İslam, akıl, mantık ve hoşgörü dinidir.

Biz Müslümanlar olarak ön yargılarımızdan kurtulup daha kendi içimizde bu hoşgörüyü yakalayamıyorsak, sabit fikirle başka görüşlere karşı çıkıyorsak; İslam’ı diğer dinlere mensup olan kişilere nasıl anlatacağız? Nasıl tanıtacağız?

Hoşgörü dini olan İslam’ı böyle mi tebliğ edeceğiz? Bizler değil miyiz, önünden geçen Yahudi cenazesine saygı gösterip ayağa kalkan; hoşgörü ve merhamet sahibi Hz. Muhammed ümmeti?

Ne çabuk unuttuk kimin ümmeti olduğumuzu…

Hatırlarsınız, Bilkent Üniversitesi öğrencisi gençler, Yılbaşı gecesi, doğalgaz zehirlenmesinden hayatlarını kaybettiler. Sorumluların yakasına yapışmak yerine, aman belediye zarar görmesin diye “üstleri yarı çıplaktı” dediler.

Yandaş medya “kızlı erkekli alkolden öldüler” diye haber yaptı.

Zeki Alasya vefat etti. “Rahmet okunmamalı, cenazesi camiden kaldırılmamalı” dediler.

Levent Kırca vefat etti. “Müslümanlara zehir saçan alkolik tiyatrocu öldü” diye yazdılar.
Tarık Akan vefat etti.  “Cuma bereketiyle geldi, ateşi bol olsun, elhamdülillah bir RTE düşmanı daha gitti, geberdi melun, artık cehennemde rol kesersin” dediler.
Yaşar Nuri Öztürk vefat etti. Yandaş gazetede “bunun cenaze namazı kılınacak mı?” diye sordular.

Kamer Genç vefat etti. Akp belediye başkan yardımcısı “Allah düşmanları bir bir gidiyor” dedi.

Pamir bebek kayboldu. Cansız bedeni komşu villanın yosunla kaplanmış havuzunda cansız bulundu.

 “Annesi Gezi eylemcisiymiş, Annesi Aleviymiş, Annesi DHKP-C'liymiş” dediler.

Ankara Garı'nda bomba patladı. 109 insanımız hayatını kaybetti. Konya'daki milli maçta güya saygı duruşu yapılırken hayatını kaybeden insanlarımız yuhlandı, ıslıklandı.

Sosyal medya hesabında canlı bombaya fatiha okuyanlar oldu.
Gördüğünüz gibi önyargılarımız bizi birer şizofrenik birer vaka haline getirdi de sosyal bir faciaya doğru sürüklüyor.

Dikkat…

BU ÜLKEDE HİÇBİR İYİLİK CEZASIZ KALMAZ

Nice bilim adamlarımız uluslararası komplolara kurban edilirken, kalanlarını da yerli işbirlikçileri harcadı.

Türkan Saylan’dan tutun da Mehmet Haberal’a kadar onlarca bilim adamımız işbirlikçi hainlerin kumpaslarına kurban edildiler.

Yine hatırlarsanız bir ara Prof. Dr. Ercüment Ovalı’ya taktılar.

Bu ülkede hiçbir iyiliğin cezasız kalmadığının son örneklerindendi.

Tanıyanları ve sevenleri bakalım Ercüment Hoca’nın payına ne düşecek diye merakla bekliyorduk.

Bakalım ne zaman itibar kaybına uğratacaklar, bir kulp takıp hangi kumpasa kurban edecekler diye korkuyorduk.

Salgının ilk günlerinde hedefteydi.

Salgının başlamasıyla birlikte kendini ve ekibini laboratuvara kapatmış, bir süre sonra virüsün tedavisinde “dornaz alfa” etken maddeli ilacın olumlu sonuçlar verdiğini duyurmuştu.

Malumunuz anında koptu kıyamet. Sağlık bakanı başta olmak üzere Bilim Kurulu üyeleri ve yancı basın anında saldırıya geçtiler.

Hoca’yı, var olan bir ilacı yeni bulmuş gibi açıklamakla eleştirdiler ilk tepkilerinde.

Oysa Ercüment Ovalı ‘yeni bulduk’ demedi, adı geçen maddenin koronavirüs üzerinde etkili olduğunu keşfettik dedi.

Ve uyardı; “Bu noktada bizce önemli olan tartışmaların bir kenara bırakılıp acilen bu ve benzeri çalışmaların gerçekleştirilmesidir.”

Hoca, tartışmanın zamanı değil, vaktimiz yok dese de dinleyen olmadı.

En acı tarafı da konuyla uzaktan yakından ilgisi ve bilgisi olmayan tiplerce hedef alınmasıydı.

Ama çok iyi biliyoruz ki bunu yapanlar tetikçi, tetikçinin tahsilinin de bir önemi yok.

O zaman da yazdım; Kimmiş, neler yapmış bakalım ki, yapacaklarını görebilelim, dedim.

“Yıllardır hücresel tedavi ürünlerinin geliştirilmesi ve klinik uygulaması ile ilgili olarak çalışıyor.

İlk olarak 1998-2007 arasında KTÜ Kemik İliği Nakli Merkezi sorumluluğunu yürüttü.
KTÜ adına Türkiye’nin ilk GMP laboratuvarının Trabzon’da kuruluşunda proje koordinatörü olarak faaliyet gösterdi.

2007 yılından sonrada bu proje kapsamında GMP şartlarında üretim yeri ruhsatına sahip ilk mesul müdür olarak, kök hücreler başta olmak üzere 14 ayrı hücresel tedavi ürününü ülkemize kazandırdı...

Ardından sözde paralel yapının kumpaslarına hedef oldu. Zira ülkesi için yaptığı “yerli ve millî” çalışmaları ile hedef olmayı fazlasıyla hak ediyordu.

Çete, Ergenekon kumpası, Hrant Dink davası ile yıldırmaya, bitirmeye çalıştıysa da o yılmadı, ülkesine küsmedi.

2018’de, kan ve kök hücreden yapay deri üreten buluşuyla bilim dünyasının gündemine oturdu.

Aldığı ‘Yılın Bilim Ödülü’nü şehit liseli Eren Bülbül ile ona kendini siper edip 41 kurşunla şehitlik mertebesine ulaşan Jandarma Astsubay Kıdemli Başçavuş Ferhat Gedik ve Afrin'de terörle mücadele veren Mehmetçik'e adadı.

Ve son olarak dünyanın başına bela olan ölümcül koronavirüsü yenmek için çalışmaları ile gündeme geldi. Hemen, kara propagandaya uğradı.

Aldığı davetlere rağmen yurt dışına gitme yolunu değil, ülkesinde kalıp kendi insanına yardım etme mücadelesi veren Ercüment Hoca’ya linç kampanyası başladı.

Öyle bir kampanya başladı ki, kumpaslara uğradığı sırada kendisi ve diğer mağdurlara yönelik FETÖ’nün paçavralarında çıkan ısmarlama haberlere taş çıkartıldı.

Aralarında, virüsün çaresinin ancak yurt dışında bulunabileceğine tam iman etmiş ve laboratuvardan çok TV stüdyolarda boy göstererek ekran yüzü haline gelmiş bilim adamlarının da olduğu kara propagandacılar kınadılar Ovalı Hoca’yı. Kimileri ise, “yok mu arttıran” dedirtircesine, ne “popülistliğini” ne “şovmenliğini” ne de “bilim hırsızlığını” bıraktılar...

Oysa popülist olsaydı; dokunanın, eleştirenin yandığı, siyasetçisinden iş adamına, bürokratından gazetecisine kadar her alandan insanların kendisine referans yapmaya çalıştığı FETÖ’nün en güçlü olduğu bir dönemde kumpasa uğramazdı. O günlerin en popüler güç odağı FETÖ’ye yandaşlık eder, başı belaya girmezdi!

Binlerce atıf almış makaleleri olan (toplam atıf sayısı 1238), yani çokça üretmiş ve istifade edilmiş bir bilim insanına, "bilimsel hırsız" yaftası yapıştırmak insafsızlığın geldiği son nokta olsa gerek.

Bizim ‘bekacılar’ bilmiyorsalar da benden öğrensinler Ercüment Ovalı ülkücüdür.

Bizim ülkücüler onun ülkücü olduğunu ve bizim ülkücü olmayanlar da Ercüment Ovalı’nın küçük bir kız çocuğunun olmayan sağ alt çenesini kök hücre yöntemi ile geliştirerek onu hayata bağladığını ve bu yöntemin dünyada ilk kez yapıldığını bilmezler.

Bilmek ve öğrenmek şiarları değildir bu tiplerin ve bu tipler talimatla sever, talimatla ısırırlar…

Netice; Bazen Tanrılar bir kurban istiyor, ölü ya da diri!

Ve burası Türkiye ve yaptığınız hiçbir iyilik cezasız kalmıyor…

İdelojisi ve dünya görüşü ne olursa olsun, insanlığa hizmet eden Türkan Saylan’ı ve diğer kurbanları saygı ve minnetle anıyorum…