ÜLKENİN NASIL YÖNETİLDİĞİNİN RESMİDİR!

Bilirsiniz, TBMM oturumlarını pek kaçırmam, kaçırdıklarımı da tutanaklardan ulaşır, bazen buradan aktarırım.

Bu sefer kaçırmışım, bir arkadaş uyarısı ile tutanaklara girip buldum ve okudum.

Doğrusu ben, gülsem mi, ağlasam mı bilemedim?

Tutanağı olduğu gibi paylaşıp takdiri size bırakacağım.

Konu şu; 2018 yılında Cumhurbaşkanımız mutat Afrika ziyaretlerinden birinde Zambiya’ya uğramış. Malumunuzdur ziyaretler yapılır. Anlaşmalar imzalanır.

Ama bu uluslararası anlaşmalar için TBMM onayı da gerekir.

Ama acelesi yok, burası Türkiye, onaylanmasa da olur, ardından onaylansa da olur falan.

Nitekim ne diyordu bir bakan “Siz yıkın kardeşim yasa arkadan gelir!”

Neyse Zambiya anlaşması bundan birkaç gün önce Meclis Genel Kurulu'na getiriliyor.

Milletvekillerinin bilgisine sunulan anlaşma oylanıyor ve iktidarın iki ortağı tarafından kabul ediliyor.

Anlaşmanın 2. maddesinde aynen şu hüküm yer alıyor:

“Tarafların denizde kolluk görevi icra eden, denizde sınır aşan suçları takip eden teşkilatları arasında yakın iş birliği kurulabilme maksadıyla;

-Gemilerde/karargahlarda personel mübadelesi,

-Gemilerle karşılıklı liman ziyaretleri, ortak eğitim ve tatbikatları (yapılacaktır.)”

Fakat gelin görün ki bu aşamada ortaya küçük bir sorun çıkıyor!..

Zira Zambiya'da deniz yok!

Afrika'nın tam göbeğinde bir ülke. Denize uzaklığı binlerce kilometre.

Gemisi, donanması vesairesi de yok.

Gelelim tutanak metnine;

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dün ve bugün bizim önümüze 8 tane uluslararası anlaşma geldi onaylanmak üzere. Bunların imzalandığı tarih ile bizim önümüze geldiği tarih arasındaki farklara bir dikkatinizi çekmek isterim.

Dün görüşülen Venezuela'yla yapılan anlaşma imzalandıktan elli dört ay sonra bize geldi, elli dört, Ekvator'la imzalanan anlaşma önümüze yetmiş dört ay sonra geldi, Özbekistan'la imzalanan anlaşma kırk yedi ay sonra geldi, Sırbistan'la anlaşma kırk iki ay sonra geldi, Sırbistan'la diğer bir anlaşma otuz ay sonra geldi, Zambiya'yla anlaşma kırk dört ay sonra geldi, Güney Sudan'la anlaşma elli dokuz ay sonra geldi, garip bir şekilde Katar'la imzalanan anlaşma dört ay sonra geldi. Katar'la imzalanan anlaşmanın niye dört ay sonra geldiği konusunda tabii benim kafamda bir fikir var ama diğerlerinin ortalaması dört sene yani bir ülkeyle bir anlaşma yapılıyor, üzerinden dört sene geçiyor, onaylanmıyor ancak bugün geliyor önümüze ve ayıp oluyor, bu ülkelere ayıp oluyor.

Yani bir ülkeyle demek ki sizin ilişkiniz o kadar lakayt bir şekilde yürütülüyor ki attığınız imzaların, imzaladığınız metinlerin sizin açınızdan hiçbir anlamı yok ve ben bunu o ülkelere bir hakaret olarak görüyorum. Bizim iktidarımızda yapılan bir uluslararası anlaşma altı ay sonra imzalanacaktır, onaylanacaktır, böyle sürüncemede kalmayacaktır.

Bu Zambiya Anlaşmasına bir döneyim, Sayın Başkan onu zaten andı. İktidar cephesinde bir hareketlenme olacağından eminim ama Hulusi Akar'ı istifaya davet ediyorum; tekrar ediyorum, Hulusi Akar'ı istifaya davet ediyorum. Niye mi? Okumadan bir anlaşmayı imzaladığı için.

Yanındakilerin, mahiyetinde çalışanların disipline sevk edilmesini sağlamak lazım çünkü harita bilgileri yok.

Aynı şekilde, Sayın Mevlüt Çavuşoğlu'nu istifaya davet ediyorum çünkü onun görevi olmasa dahi, anlaşmanın içeriği itibarıyla onun sorumluluğundadır ulusal düzeyde bunun eş güdümünün sağlanması. Aynı şekilde, Dışişleri Bakanlığı personelinin istifası veya disipline gitmesi lazım.

Garabeti şimdi söyleyeceğim size: Bu anlaşma Komisyonda görüşüldüğü zaman hiç kimse söz almadı -ben temizim, o tarihte Komisyon üyesi değilim, belki buradaki arkadaşlar da Komisyonda o gün yoklardı- buradan şu çıkıyor: Komisyonda da bunu kimse okumamış. Şimdi ben size okuyacağım ne demek isteğimi ve Hulusi Akar'la Mevlüt Çavuşoğlu'nu niye istifaya çağırdığımı.

Zambiya nasıl bir yer biliyor musunuz? Afrika'da, onu biliyoruz. Etrafındaki ülkeleri biliyor musunuz? Afganistan gibi bir ülke yani etrafında başka ülkeler var, denize çıkışı yok, suyla alakası yok ülkenin. Anlaşmanın 2'nci maddesinin (7)'nci fıkrasında ne yazıyor, biliyor musunuz? "Gemilerde ve karargâhlarda personel mübadelesi." Gemi... Ülke karada, gemisi yok. Daha da garip, bir adım daha öteye gideyim: "Gemilerle karşılıklı liman ziyareti." Nasıl yapacaksınız bu gemi ziyaretini? Fatih Sultan Mehmet mi olacaksınız? Karadan mı yürüteceksiniz bu gemileri?

Zambiya gemileri karadan denize varacak, oradan Hint Okyanusu, Süveyş Kanalı ve İstanbul'a gelecek veya sizin gemileriniz Hint Okyanusu'na gidecek, oradan yine karadan -Fatih Sultan Mehmet usulü- gidecekler. Nereye gidecekleri meçhul; ya bir nehre gidecekler ya bir göle. Hâlbuki bu metinde "deniz" yazıyor. İstifa etmeye çağırmayayım da ne diyeyim ben? Okumadan nasıl bir metin imzalanabilir? Siz artık bunun hesabını kimden istiyorsanız ondan sorun.

Dün aslında bunu benimsedik ama yine de anayım; Özbekistan'la yapılan anlaşma. Kira sözleşmesi gibi bir yıllığına yapıldı. Kira sözleşmesi gibi bir yıllığına yapıldı, üzerinden dört yıl geçti. Ancak geldi, dört dönem geçti üstünden. Yani dolayısıyla, maalesef, önümüzdeki bu yönetimsizlik veya yönetilemeyen Türkiye'nin somut bir örneğini bu uluslararası anlaşmalar çerçevesinde de maalesef yaşatıyorsunuz bizlere.

Başka bir hususa geçeyim, maalesef o da güncel. Başka dış politika konularına da değineceğim ama biraz hafızaları tazelemekte fayda görüyorum.

Bu hafta bir Cemal Kaşıkçı skandalı yaşadık biz yani bir dosyanın öyle kaçırılırcasına Suudi Arabistan'a iade edildiğini gördük.

Geçmişte Sayın Cumhurbaşkanımız bu vahşi cinayetle -"vahşi cinayetle" diyorum- ilgili neler söylemiş? Gidip Google'a bakmayın, ben hatırlatayım, burada yazılsın, tutanaklara girsin de günün birinde tarih yazacak olanlar Google'la uğraşmasınlar, Millet Meclisinin tutanaklarında bulsunlar bunun kayıtlarını. Cumhurbaşkanı konuşuyor: "Bunlar dünyayı enayi zannediyor, insanları enayi zannediyorlar. Bu millet enayi değil, hesabını sormasını bilir. Yargılayamıyorsanız -suçun işlendiği yer İstanbul olduğu için bunu İstanbul mahkemelerinin uluslararası hukuka göre yargılaması gerekir- gönderin, biz yargılayalım."

Başka bir beyanı: "15 üyeli suikast timi, Kaşıkçı'yı İstanbul'daki Suudi Arabistan Konsolosluğunun içinde öldürüp bedenini parçalara ayırdı; bunu Suudi Devleti ya da halkının değil, kraliyet hükûmeti içindeki bir gölge devletin çıkarları için yaptılar." Yine, Cumhurbaşkanı: "Hiç kimse tüm bu sorular cevaplanmadan meselenin üzerinin kapatılacağını aklından dahi geçirmesin."

Yine, Cumhurbaşkanı: "Kaşıkçı'nın katledilmesi emrinin Suudi Hükûmetinin en üst makamlarından geldiğini de iyi biliyoruz." Yine, Cumhurbaşkanı: "Bu suç, Amerika Birleşik Devletleri'nde veya bir başka ülkede işlenseydi o ülkenin makamları yaşanan olayı aydınlatırdı, bizim farklı bir davranış sergilememiz söz konusu değildir."

Yine, Cumhurbaşkanı: "Hiç kimse bir daha bir NATO müttefikinin topraklarında böyle bir suç işlemeye cüret etmemelidir." Yine, Cumhurbaşkanı: "Uluslararası toplumun sorumluluk sahibi üyeleri olarak Kaşıkçı'nın öldürülmesi olayındaki kuklacıları teşhis etmek ve olayı örtbas etmeye çalışan Suudi yetkililerin kime güvenerek bu hareketleri yaptığını ortaya çıkarmak mecburiyetindeyiz."

Yine, Cumhurbaşkanı: "Kaşıkçı suikastı, insani boyutunun yanı sıra diplomatik dokunulmazlık ilkesinin istismar edilmesi nedeniyle de endişe vericidir. Katillerin diplomatik pasaportlarla seyahat etmeleri, diplomatik bir binayı suç mahalline çevirmeleri ve Suudi Arabistan'ın İstanbul'daki bir numaralı diplomatının olayın üstünü örtmeye çalışması çok tehlikeli bir emsal oluşturmuştur. Belki de daha tehlikeli olanı ise katillerin kendi ülkelerinde hiçbir ceza almadan hayatlarına devam etmeleridir." Yine, Cumhurbaşkanı: "Böyle bir suçun bir daha dünyanın hiçbir yerinde işlenmemesi hem Türkiye'nin hem de insanlığın çıkarınadır. Suçluların cezasız kalmaması için mücadele etmek, bunun en sağlam, en kolay yoludur." Burası önemli: "Bu, Cemal'in ailesine borcumuzdur." Ödeyin borcunuzu Cemal'in ailesine. Şu cümle, en önemli cümle bana sorarsanız bu okuduklarım arasında: "Bunlar dünyayı, insanları enayi zannediyor. Verelim de biz bunları, yok mu edeceksiniz dosyayı?" Sayın Cumhurbaşkanı şunu diyor: "Yani dosyayı yok etmenize imkân verecek kadar enayi değiliz." Sayın Cumhurbaşkanına soruyorum o zaman: Dosyayı veren enayi kimdir? Bu enayi mübaşir midir yoksa daha kıdemli yetkili biri midir?

Burası Dışişleri Bakanlığı olmadığı için.

Nereden nereye geldiğimizi hepimiz çok iyi biliyoruz. Ben bu dosyanın satıldığını sanmıyorum ama karşılığında bir şeyler alınmış olduğunu varsayıyorum veya alınmasının beklendiğini varsayıyorum.

Niye bunu söylüyorum? Çünkü bu cinayetin orada yapıldığını Millî İstihbarat Teşkilatı kaynakları ispatladı. Herkes dünyada Millî İstihbarat Teşkilatının kaynakları üzerinden bu cinayeti Suudilere atfetti. Yani cürmümeşhut, suçüstü vardı.

Papaz olayına benzemiyor bu. Papaz olayında adamın hakkında bir iddia vardı, onu bile uğurladınız. Burada fiili sabit olduğu hâlde dosyanın üstü örtüldü.

Şimdi bu U dönüşleri kategorisine giriyor, iktidarın son dönemdeki U dönüşleri kategorisine giriyor. Nedir U dönüşleri diye... İsrail'le de buna benzer U dönüşleri yaşadık, Birleşik Arap Emirlikleri'yle de U dönüşleri yaşadık, Mısır'la da yaşadık, Avrupa Birliğiyle de yaşadık, Ermenistan'la da yaşadık ama bana öyle geliyor ki yakında Suriye'yle de yaşayacağız. Suriye'yle de yaşayacağız ve yeniden "kardeşim Esad"la kucaklaşacağız, onun da hazırlığının sizin cephenizde olduğunu biliyoruz. Ha "Valla biz para almadık." diyebilirsiniz, belki onun yerine Medine hurması almışsınızdır.

O da kiloyla olmaz, tonla olur; hurmanın da birtakım alerjik sonuçları vardır, bu kadar çok yenilmemesi lazım hurmaların.

Burada yine o dönüşlerinizden başka bir örnek vereceğim. Bazı metinlere, Lozan Anlaşması ve Montrö Sözleşmesi gibi bazı metinlere karşı sizin -yine alerji diyeyim- birtakım alerjileriniz olduğunu biliyoruz; bunların metinlerle ilgili olmadığını da biliyoruz. Bunlara daha ziyade Atatürk döneminin ve cumhuriyetin temel belgeleri olmasından dolayı muhalefet etmekte olduğunuzu da gözlüyoruz. Ama son gelişmeler, maalesef -bizim için maalesef değil, sizin için maalesef- özellikle Ukrayna-Rusya çalışması karşısında bu metinleri nasıl sahiplendiğinizi görmek de bizde büyük bir memnuniyet uyandırmıştır; onu da biliyorum, onu da bir kenara yazıyorum. Maalesef, bizim analizimize bakarsanız sizin bir dış politikanız yok. Niye yok? Çünkü siz ancak hatalardan ders aldıkça, tökezledikçe, kendi ayağınıza kurşun sıktıkça yeni bir arayış içine girebiliyorsunuz. Bir ara Nazi dediğiniz Almanlar vardı, ne oldu Almanlara? Beyin ölümü gerçekleşmiş Fransızlar vardı. "Uçağınızı biz düşürdük." diye Ruslara bayrak açtınız. Bulduğunuz doğal gazlar vardı, Oruç Reis vardı -Tuzla'da duruyor, Tuzla'da- NAVTEX'ler vardı, tatbikat yapan donanma vardı, Libya'yla yapılan deniz mutabakat belgesi vardı, münhasır ekonomik bölge vardı; bunların hiçbiri yok bugün, bir derin sessizlik içindesiniz.

Gelelim buradan yakın bir şeye, bu Rusya-Ukrayna arasındaki çatışmaya. Maalesef, şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz, geçmişte de bu söylendi: Filler çatışınca zararı çayır görüyor veya çimen görüyor; maalesef, bugün bunun zararını herkesten çok Ukrayna görüyor, Zelenski görüyor, insanlar görüyor. 10 milyonu aşmış insan yerlerinden, yurtlarından edilmiş; büyük kısmı da ülke dışına gitmiş.

Ama bunun arkasında, maalesef, iktidar olmasa dahi iktidarın içinde yer aldığı bir grubun fırsatçılığının da bulunduğunu kabul etmemiz lazım.

"Allah Allah!" demeyin, biraz sonra söyleyince "Allah Allah"ı bana değil, başkasına söyleyeceksiniz.

Şimdi, maalesef, bilinen bir çatışma modelinde de ilerlenmiyor. Nedir? Bir yandan bir barış süreci arayışı devam ediyor, ateşkes yok. Hâlbuki bizim bildiğimiz geleneksel süreçlerde, müzakerelerde ilk önce bir ateşkes ilan edilir, o ateşkes üzerinden taraflar bir masaya gelirler, bu arada çatışma olmaz ama burada ateşkes yok. Buradan çıkacak tek sonuç vardır: Rusya "Benim dediğim oluncaya kadar durmayacağım." diyor. Bu arada, biz, Batı aleminde Rusya'ya yaptırım uygulamayan nadir ülkelerden biri durumundayız.

Tabii, ben biraz evvel söyledim, "fırsatçılık" diyorum da kalkıp ben şimdi desem ki "Erdoğan fırsatçılık yapıyor." ayıp olur, siz de kızarsınız. Ben sizi kızdırmayayım, sizi kızdırmamak için de yine Sayın Erdoğan'dan bir cümleyle size cevap vereyim, dün akşam söyledi bunu Sayın Erdoğan: "Şimdi de Ukrayna-Rusya savaşıyla yeni boyutlar kazanarak büyüyen küresel krizi fırsata çevirecek adımlar atıyoruz." Hayırlı olsun fırsatlarınız. Ben söylemedim, Cumhurbaşkanı söyledi. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Eğer bunu Türkiye menfaatleri için, Türkiye Cumhuriyeti'nin menfaatleri için fırsata çeviriyorsanız onu uygulayın biz de görelim, sevinelim.

Bir Alman atasözü vardır "İki kişi kavga ettiğinde kâr eden üçüncü kişidir." Kavga edenler maalesef kârlı çıkmazlar bu işten ama kârlı çıkacak olan o üçüncü kişi de biz olmayacağız, olamayacağız. Niye? Bizi, biraz sonra değineceğim ikincil yaptırımlar bekliyor maalesef. Yani iktidar cephesinde şöyle bir hülya var, biliyorum: "Dünya 5'ten büyüktür, biz 6'ncıyız." diye. Burada da bir hesap hatası yapıldığı kanısındayım. Nitekim, ortaya çıkıp "Ara buluculuk yapıyoruz." diye başlattığınız ama sonunda "Ara buluculuk değil başka bir kolaylaştırıcılık yapıyoruz." dediğimiz bir noktaya geldik, bunun da sebebi Ruslar çünkü Ruslar, yapılan görüşmelerden sonra Sayın Çavuşoğlu'nun böyle, çıkıp içeride konuşulanlar konusunda etrafa bilgi dağıtması ve bunu sadece bir başarı öyküsünün iç politikaya aktarılması amacıyla yapması üzerine Ruslar şu cümleleri sarf ettiler: "Ulu orta konuşmaktan vazgeçin, oturun oturduğunuz yerde, tutun çenenizi." dediler Türkiye'ye.

Şimdi siz bir Nobel Barış Ödülü arayışına girin madem her şeyi bitirdik, her şeyi bitirdik oraya gelin.

Benim size tavsiyem, garantörlükten kaçın; uzak durun bile demiyorum, kaçın. Niye? Garantörlük dediğiniz zaman, siz Kırım'ın Ukrayna'ya geri verileceğini mi sanıyorsunuz? Hayır, Rusya'da kalacak o, maalesef. Donbas ne olacak? O da büyük ihtimalle ilhak edilecek, Ukrayna tarafsız olacak, silahsızlandırılacak ve Türkiye herhangi bir şekilde Kırım'ın Rusya'da kalmasının garantörü mü olacak? Bir düşünün siz, ben size sadece düşünün diye söylüyorum.

Siyasi bir garantörlük belki, o anlaşmanın Türkiye'nin himayesinde yapılması belki ama bir askerî, NATO'yu anımsatacak bir askerî garantörlükten kaçının çünkü Rusya'nın bugün yaptığını elli sekiz veya yüz elli sekiz sene sonra yapmayacağının garantisi yoktur ve o yapıldığında da o garantörlük, askerî garantörlük bizi üçüncü dünya savaşının cephesinin içine atar. Ha, neyi yapabilirsiniz? Biliyorsunuz, zamanında, 2009 senesinde Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerin normalizasyonu konusunda bir protokol imzalandı. O anlaşma imzalandığında arkada, dipte Lavrov da duruyordu, Hillary Clinton da duruyordu yani Sayın Cumhurbaşkanı eğer bir fotoğrafta yer almak istiyorsa buyursun ama bunun ötesinde, siyasi veya askerî bir iş birliğinden veya garantörlükten kaçın diyorum ben size.

Yeni bir gelişme var. Ukrayna'nın Avrupa Birliği üyeliğinin ötesinde, "hem Moldova'nın hem de Gürcistan'ın Avrupa Birliği üyeliği" diye yeni bir senaryo yazılıyor şu anda; bunlar müracaatlarını yaptılar, anketler dolduracaklar ama sonunda bunların tam üye olmayacaklarını siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum.

Yani bunlar tam üyeliğin gerisinde bir modelde bu ilişkiyi yürütecekler. Bunun kötü bir emsal teşkil etme riski vardır. Yani her ne kadar bir müzakere süreci, üyelik süreci devam ediyorsa da Türkiye'ye dönülüp "Sizle de Ukrayna, Moldova, Gürcistan modelinde; bir arada, bir çemberin içinde tutalım." diye gelirlerse önümüze hiç şaşırmayalım. Bunu orta ve uzun vadeli bir perspektifle şimdiden ele almanızda fayda olur diye düşünüyorum.

Doğu Akdeniz... Doğu Akdeniz yeniden kıymete biniyor. Niye? Çünkü Rusya'ya yapılan birtakım yaptırımlar var. Bu yaptırımlar nedir? "Rusya'dan doğal gazı almayın, başka alternatif kaynaklar bulun." deniliyor. Nedir o alternatif kaynaklar? Akla birinci gelen Doğu Akdeniz'dir. Nerede bulunuyor bu gaz? Kıbrıs Rum Yönetimi-Mısır-İsrail üçgeninde. Bir müddet sonra her ne kadar boru hattı gündemden düştüyse de "Bunu LNG'ye çevirelim ve Rus gazına alternatif olarak piyasaya sürelim." diye bizim önümüze de gelecekler. Bunun da cevabını bir an evvel hazırlayın.

Macaristan... Macaristan'da yıllık enflasyon 8,3. Böyle "Orada muhalefet kaybetti, Türkiye'deki muhalefetin hâli ne olacak?" türünden bazı benzetmeler yapılıyor. Orada yıllık enflasyon 8,3 yani Macaristan'ın yıllık enflasyonu kabaca bizim -sizin TÜİK rakamlarına hiç kimse inanmadığı için onları hiç anmıyorum- aylık enflasyonumuza tekabül ediyor. Orada adam kazandıysa tencereyle kazandı, siz kaybedecekseniz yine tencereyle kaybedeceksiniz ve o tencerenin dibi kara.

F-16 uçakları... "F-16 uçakları gelecek." diye bir hareketlenme var. O hareketlenme çerçevesinde Dışişleri Bakanlığı Kongreye bir mektup gönderdi ama iş orada bitmiyor, iş orada bitmiyor çünkü bunun arkasında bir Kongre var. Ha, Kongreyi yumuşatmanız lazım, geçmişte Kongreyi yumuşatmak için papazı serbest bıraktınız, bu sefer kimi serbest bırakacaksınız onu bilmiyorum.