BİR YANLIŞ BÜTÜN DOĞRULARI GÖTÜRDÜ

İçeriği; “Türkiye'nin hak ve menfaatlerini etkin bir şekilde korumak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara matuf olarak yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına ve bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması yönündeki önceki tezkerelerin süresinin iki yıl uzatılmasına” olan Cumhurbaşkanlığı tezkeresi, TBMM’de tartışıldı ve kabul edildi.

CHP ve HDP hayır, DEVA çekimser, İYİ Parti ile birlikte diğer partiler ise EVET oyu verdiler.

Kürsüye çıkan İYİ PARTİ temsilcileri doğruları söyledi;

DOĞRUYDU; Tezkerenin birtakım teknik kusurları vardı. Tıpkı ‘torba kanunlar’ gibi torba tezkere daha doğrusu çorba tezkereye benzemişti.

DOĞRUYDU; Tezkerenin bir değil iki yıllık gelmiş olması garipti. 2023’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi göz önüne alındığında bu tezkere Cumhurbaşkanının süresini de aşıyor ve demokratik nezakete de uymuyordu.

DOĞRUYDU; Her yeni gelen tezkere bir evvelkinde başarısız olunduğunun ifadesiydi.

DOĞRUYDU; Gerekçesindeki çarpıtmalar, yanlış Suriye politikalarının devam ettirileceğini ortaya koyuyordu. Vurgu doğruydu ancak bu risk ve tehditlerin baş sebebi AKP iktidarıydı.

DOĞRUYDU; Tezkerede coğrafi tanım farklılığı vardı. Bu, ister istemez iktidarın o coğrafyadaki niyetleri konusunda hem bizde hem dışarıdan bu işi takip edenlerde mutlaka çeşitli ünlem işaretleri veya soru işaretleri yaratıyordu.

DOĞRUYDU; Türkiye ve komşumuz Suriye, Suriye’nin toprak bütünlüğünün risk altında bulunduğunu gördüğüne göre, önce diplomatik yolları denemeli, Suriye ile anlaşma yoluna gitmeli, gerekirse ve mümkünse o zaman asker gönderilmeliydi.

DOĞRUYDU; Tezkerede, Türkiye’de konuşlandırılabilecek yabancı askerlerden bahsediliyor, ister istemez “Fransız mı, İngiliz mi, Amerikalı mı, Alman mı, Rus mu?” diye kafamızda ünlem işaretleri oluşuyordu.

DOĞRUYDU; İktidarın Suriye politikası başından beri yanlıştı.

DOĞRUYDU; Rusya’nın Esad’la birlikte yürüttüğü askerî faaliyetler bölgedeki Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarını giderek risk altına sokuyordu.

Askerlerimizi şehit eden Rusları yok farz ederek sürdüreceğimiz Suriye politikası, askerlerimizi belirsizliğe, bir bataklığa sokmak anlamı taşıyordu.

DOĞRUYDU; İktidar, ekonomik krizle daralan toplumsal desteğini tahkim edebilmek için dış politika ve askerî operasyonları âdeta bir kaldıraç olarak kullanıyordu.

Ülke içindeki sıkıntılara çözüm üretmekten âciz iktidar açısından iktidarın kişisel bekası her şeyden daha önemli bir noktaya gelmişti.

DOĞRUYDU; Suriye’de yapılacak yeni bir askerî operasyonun Türkiye açısından anlamlı bir siyasi veya askerî sonucu doğurmayacak, siyasi hedefi olmayan askerî operasyonlarla da bir yere varılamayacaktı.

DOĞRUYDU; İktidar, Suriye meselesinin çözümüne giden yolda önemli bir aşama olan Cenevre’deki Anayasa müzakerelerine pozitif bir yaklaşımla bir an evvel müdahil olmalıydı.

Çözüme giden yolun sadece Moskova veya Washington’dan değil, Şam’dan da geçtiği unutulmamalıydı.

DOĞRUYDU; Sayın Erdoğan, “Suriye bizim Orta Doğu’ya açılan kapımız ve ikinci evimizdir” sözünde dursaydı, kanlı bir iç savaşa taraf olmak yerine saygın bir ara bulucu olmayı tercih etseydi hiç şehit vermeyecektik, binlerce insan ölmeyecek, milyonlarca Suriyeli sığınmacı da Türkiye’de olmayacaktı.

DOĞRUYDU; Sayın Erdoğan barışçıl dış politika yerine rövanşist ajandasına geri döndü,

DOĞRUYDU; Cumhuriyet tarihimizde hiçbir siyaset ve siyasetçi, süper güçlerin ve onların bölgesel iş birlikçilerinin amaçlarına bu kadar yarayacak, zararlı bir politika uygulamamıştı.

DOĞRUYDU; Türkiye’nin dış politikalarının beka sorununa dönüşmesinin asıl nedeni, Sayın Erdoğan’ın iktidarda kalmayı ve mevcut rejimi her ne pahasına olursa olsun tahkim etmeyi kendisi için bir varoluş hâline getirmiş olmasıydı.

DOĞRUYDU; Suriye’de Türkiye değil, Erdoğan rejimi Esad rejimine yenilmiş, S-400 ile Patriot’lar arasına sıkışmış, Amerika ile Rusya’nın karşılıklı senaryolarının figüranı dahi değil, set işçisi olmuştu.

Eee?

“Bu arada bu tezkereyi Irak tezkeresiyle birlikte getirerek yaptığınız ahlak dışı siyasi kurnazlığın da farkındayız ama Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milleti adına Suriye’de millî bir görev icra eden şerefli Türk ordusunun askerlerinin zarar görmemesi için bu tezkereye “Evet.” diyeceğiz.”

Oldu mu şimdi?

İyi olmadı, İYİ Parti bu kez İYİ yapmadı.

Bir yanlış bütün doğrularınızı götürdü.

CHP’NİN ‘HAYIR’ GEREKÇELERİ;

CHP, iktidarın bütün yanlışlılarını ortaya koyup buna rağmen ‘EVET’ diyen İYİ PARTİ gibi yapmadı.

Gerekçelerine sahip çıktı ve gereğini yaptı.

AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ

Suriye’de yaşanan iç savaştan etkilenen iki ülke var. Bir tanesi iç savaşın bizzat ev sahibi olan Suriye, diğeri de bu iç savaşa taraf olan Türkiye.

Türkiye tarihinde görülmeyen bir dış politika değişikliğiyle 911 kilometre ortak kara sınırına sahip olduğumuz Suriye’de rejim değişikliğini hedefleyen bir politika izlenmeye başladı.

Komşularının iç işlerine karışmama ilkesi ihmal edildi.

Şam yönetimine karşı silahlı şekilde ayaklanan muhalefet unsurlarının koruyucusu, destekçisi ve askerî ortağı gibi hareket etti.

Şam yönetimiyle diplomatik iletişim kanallarını kapatan iktidar, kendi manevra alanını da yok ederek mezhepçi bir anlayışla beslediği saplantıların, yanlış kararların ve zincirleme hesap hatalarının esiri olmuştur.

3 askerî harekât yapıldı Suriye topraklarında ve sadece bu harekâtlar esnasında tam 278 askerimizi şehit verdik.

Bir diğer gariplik bu tezkerenin süresi. Bu tezkerenin süresi, halk iradesinin, bir sonraki seçimde iş başına gelecek olan yasama ve yürütmenin, hak ve hukukunun gasbı anlamına gelmektedir,

Tezkerelerin süresini uzatmakla ömrünüzü uzatmaya mı çalışıyorsunuz?

Libya tezkeresini getirdiğinizde dedik ki: Bu süre yapılacak olan Libya seçimlerinin de tarihinin süresini aşıyor. Kurulacak yeni hükûmetin askerlerimizin Libya’da bulunmasına razı olacağının garantisi var mı? Dinletemedik.

Kendi ülkesinin yasal seçim süreçlerine, yasama ve yürütmenin yetkilerine saygı göstermeyen bir iktidarın başka ülkelerin yasama, yürütme ve halk iradesine saygı göstermesi zaten beklenemezdi.

Afganistan tezkeresinde de dedik ki: Afganistan’da sıkıntılı bir süreç var. Taliban Afganistan için yeniden ciddi bir tehdit hâline geldi. Afgan Hükûmetinin giderek güçlenen Taliban karşısında tutunabilmesi güç görünüyor, dikkatli olalım. Ne oldu?

Afganistan’da on sekiz ay için süre istediğiniz Türk Silahlı Kuvvetleri varlığını altı ay içinde apar topar çektiniz.

Dedik ki: Mehmetçik’in can güvenliği tehlikede, siz ise Kabil Havalimanı’nın güvenliğini üstlenmeye çalışıyorsunuz, çekin Mehmetçik’imizi bu cehennemden.

Amerikan askerlerinin artık Afganistan’da daha fazla kalmayacağı anlaşılana kadar da askerimizi tehlikeye atmaya devam ettiniz.

Hâlâ daha akıllanmadınız şimdi de Taliban hükûmetine kur yapıyorsunuz.

Suriye'de, Libya ve Afganistan’dan daha vahim bir durumla karşı karşıyayız.

Beşar Esad ile Putin, 14 Eylül’de görüştüler, Suriye'de bulunan tüm yabancı askerlerin çekilmesi gerektiğini açıkladılar. Adres, ABD ve Türkiye’ydi elbette ama bunu kimse pek ciddiye almadı.

ABD muhtemelen Suriye'den çekilmeyi de yakında gündemine alacak çünkü artık dünyada başka ülkelerin topraklarında asker bulundurmak üzerinden iç politikada nemalanma devri sona erdi.

Afganistan örneğinde olduğu gibi Türkiye'nin de artık bu politikadan vazgeçmesinin zamanı geldi. 2016 yılından beri Suriye'de operasyon yapılıyor. Sonuç nedir?

Yurt dışındaki yegâne ulusal toprak parçamız olan Süleyman Şah Türbesi’ni apar topar kaçırdınız, altı yıldır Süleyman Şah Türbesi’nin topraklarını geri alamadınız.

Suriye’de geri çekilmeyi altı yıl önce başlatmışken, şimdi sanki bu hiç olmamış gibi Suriye’de yeni bir operasyondan söz ediyorsunuz.

Deniyor ki: Tel Rıf’at bölgesinde bir askerî harekât düzenlenecekmiş. Böyle bir harekâtın maliyeti, sakıncaları, askerî taktik ve stratejik bakımdan yapılabilirliği düşünülmüş mü acaba?

Bugün Türkiye’de yandaş sevdalılar dahi biliyor ki böyle bir operasyonun kara harekâtı olarak gerçekleştirilmesi neredeyse bile bile intihara gitmek demek; arazi yapısı düz, herhangi bir engebe yok ve her şeyden önemlisi hava desteğiniz yok. Zira Rusya hava sahasını kapatmış durumda.

Yani Türk askeri böyle bir operasyona kalkıştığı takdirde keklik gibi avlanacak.

Son zamanlarda ardı ardına bazı generallerimizin istifa etmek, emeklilik istemek gibi davranışları acaba bundan mı kaynaklanıyor?

Böyle bir operasyonun herhangi bir kurmay zekâya dayanmadığı açıkça belli. Hani yapay zekâya bile başvursanız, bir iki simülasyonla harekâtın nasıl bir sonuç vereceğini görürsünüz ama anlaşılan ne kurmay zekâya ne yapay zekâya başvuruluyor, “Bir deneyelim bakalım, ya tutarsa.” deniyor herhâlde. Böyle bir şeye de dense dense kobay zekâ denir.

Bugün Suriye’de başlıca sorun, cihatçı unsurların Türk Silahlı Kuvvetlerinin varlığına güvenerek eylemlerini sürdürmeleri ve orada tutunmaya devam etmeleridir.

M4 ve M5 kara yollarının kontrolünü Suriye yönetimine devretmekle yükümlü olan iktidar, bunu yerine getiremediği için Suriye’de şehit vermeye devam ediyor.

27 Şubat gecesi 34 askerimizi bir anda kaybetmemizin müsebbibi işte bu inatçı ve hiçbir stratejiye dayanmayan ısrardır.

İktidar Türkiye’yi Suriye’de rehin hâline getirdi. Bir yanda Amerika Birleşik Devletleri’yle nerede birlikte hareket edeceğini bilemeyen ve savrulan bir politika, bir yanda Putin’e koşup İdlib’de ne yapacağını bilmeyen bir politika, bir yanda da Suriye’de sözde şirin görünmeye çalışarak himaye edilen terör grupları…

Öte yandan, Türkiye’yi hizaya sokmak için çalışan ve aklı sıra Türkiye’ye gözdağı vermeye çalışan terör grupları da var; örneğin, Ebu Bekir Sıddık’ın Yardımcıları Seriyyesi. Son dokuz ayda bu grubun askerlerimize yönelik saldırılarının ne kadar yoğunlaştığını biliyoruz.

Bu saldırılarda ne kadar şehit verdiğimizi Savunma Bakanlığımız, değil saldırıyı yapan unsurların ismini anmak, şehit sayısını dahi veremiyor.

Bu tezkerede böyle bir örgüte yönelik bir mücadele verileceğinden hiçbir şekilde söz edilmiyor.

Aynı şekilde 34 askerimizin şehit verildiği ve Türkiye için âdeta bataklığa dönüşen İdlib tezkerede sadece bir cümleyle geçilmiş.

Ülkemizin terör örgütü listesinde yer alan ve en kalabalık terör örgütü olan Heyet Tahrir el-Şam konusunda da tezkerede herhangi bir ifade bulunmuyor.

Biz bu tezkerenin değil İdlib’de, tüm Suriye sathında dahi gerçek tehlikeleri görerek hazırlanmış bir metin olduğunu düşünmüyoruz.

Devir artık Suriye’deki durumun Türkiye’ye verdiği ve vereceği zararı ortadan kaldırmak için bu ülkenin içinde bulunduğu iç savaşı durdurma, barışı kurma ve barış için çalışma zamanıdır.

Biz, Türkiye’nin Suriye politikasını bu şekilde kurgulamak istiyoruz. Siz ise değil barışı kurmak ve Suriye’yi istikrara kavuşturmak, bu kaosun iki yıl daha devam etmesini savunuyorsunuz.

Biz bu oyuna gelmeyeceğiz. Suriye topraklarındaki oyununuzu millî dava bahanesi adı altında sürdürmenize asla müsaade etmeyeceğiz.

Suriye’de Birleşmiş Milletlerin tanıdığı ve meşru olarak gördüğü Esad yönetimiyle diplomatik ilişki kurulmalıdır. Esad'ın kendi ülkesinde toprak bütünlüğünü, egemenliğini ve siyasi birliğini kurabilmesi için kolaylaştırıcı olunmalıdır.

Bugünkü tezkerenin ana temalarından biri olan terörle mücadele konusu da göz önünde bulundurulduğunda, biz neden Suriye yönetimiyle konuşmuyoruz ve niçin Suriye yönetimiyle birlikte çalışmıyoruz, üstelik Adana Mutabakatı gibi bir dayanağımız varken?

Afganistan'da olduğu gibi, burnu daha fazla kanamadan, daha fazla şehit vermeden Mehmetçik’imiz artık Suriye topraklarında macera aranmasına alet olmaktan vazgeçilmeli,

Biz sürekli radikal terör örgütlerinin yeni varyantlarının çıktığı bir alanda askerlerimizin daha fazla kalmasına, radikal terör örgütlerine karşı askerlerimizden canlı kalkan oluşturulmasına karşı çıkıyor ve biz bu tezkereye “Hayır” diyoruz.

ÖZGÜR ÖZEL

Biz bu tezkerenin bütününe Anayasa’ya aykırılık yönünden, süre yönünden, talep edilen yetkinin belirsizliği ve orantısızlığı yönünden, gereklilik ve yerindelik yönünden itiraz ediyoruz.

Bir an için Adalet ve Kalkınma Partisinin bütün tez ve taleplerinin doğru, yerinde ve haklı olduğunu düşünecek bile olsak bu tezkerenin 4’e bölünmesi gerekir; Kuzey Irak için bir tezkereye, Kuzey Suriye için bir tezkereye, İdlib’deki misyon için bir tezkereye ve yabancı askerlerin Türkiye’de bulundurulması için ayrı bir tezkereye ihtiyaç vardır.

Kaldı ki siz böyle bir tezkereyle birden fazla ülkeye, birden fazla bölgeye… “Süresi altı aydı bir yıl oldu, iki yıla çıkardık” derseniz, şu önermeye hanginiz doğru diyebilir: İktidara gelinir, Meclise tezkere yollanır, dünyadaki 210 ülkeye beş yıl süreyle savaş açma ve askerlerini bulundurma yetkisi… Anayasa bu yetkiyi münhasıran ve doğru tarif ederek bu Meclise veriyorsa, Anayasa’yı değiştirmek için en az 360 milletvekiliyle halka teklif ya da 400 vekilin oyu gerekiyorsa siz salt çoğunlukla bu yetkiyi sayısı sizin belirlediğiniz ve süresini sizin belirlediğiniz bir şekilde yürütmeye nasıl devredersiniz? Anayasa değişikliği hükmünde tezkere de olmaz, kanun da olmaz. Böyle bir şeyi yapacaksanız dönerler burada Anayasa’yı değiştirecek çoğunlukta bir iradeyi ararlar. Öncelikle bu tutarsızlığınızı milletimize ifade edelim.

Devamında, süre yönünden niçin iki yıl? Niçin sorusunun cevabını arıyoruz ama usulen de burada bir eksiklik var.

Böyle bir değişikliğe gidiyorsanız, siz bir demokrasi Parlamentosuysanız ve Dışişleri Bakanınız varsa, bu Dışişleri Bakanınızın hiç değilse Parlamentoda grubu bulunan partilerden, Parlamentoda milletvekili olan partilerin Genel Başkanlarından bir randevu isteyip bu talebin gerekliliğini ifade etmesi gerekmez mi?

Konuşmalarda ne Sayın Bakanın ne de yürütmenin başının bu konuda herhangi bir ifadesini görmedik; düpedüz nezaketsizliktir.

Yalnız, bu iki yıllık sürenin, seçimler gününde yapılsa bile, seçimlerden sonraki dört ayı da kapsıyor olmasının Anayasa'ya aykırılık ve gelecek Meclisin iradesine ipotek açısından tartışmalı olduğunu ifade ederiz.

Şimdi, Sayın Bakanın konuşmasında bu tezkereye niçin “hayır” denmemesi gerektiği söyleniyor. Zaten Adalet ve Kalkınma Partisini yöneten trol aklı “Bu tezkereye ‘hayır’ demek hainliktir, askerin arkasında durmamaktır.” gibi tuhaf söylemleri sosyal medyaya, liderlerin “prompter”larına ya da bu kürsüye taşıyabiliyor.

Partinizin bir yılın biraz üzerinde bir muhalefet partisi deneyimi var.

O muhalefet partisi 10 Ekim 2001’de Afganistan’a asker yollarken “hayır” oyu kullandı,

Sözcünüz burada çıktı “Kapsamı, sınırı, zamanı, süresi belirsiz böyle bir yetkiyi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gönderilmesini doğru bulmuyoruz.” dedi, size “hain” diyen yoktu.

Kuzey Irak’ta ne yaptınız? 25 Aralık 2001 ve 18 Haziran 2001’de Kuzey Irak tezkereleri geldi.

O zaman altı ay istiyordu koalisyon hükûmeti, sözcüleriniz çıktılar ve dediler ki: “Irak’ın toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesine özen gösterilmiyor. Önümüzdeki dönem bu yetki bu bölgeye kan ve gözyaşı getirir. Türkiye’nin bu bölgenin zararına gelişecek gelişmeler olabilir. Parti grubumuz ve partimiz kuzeyden keşif harekâtının uzatılmasından rahatsızdır.” Ret verdiniz.

Muhalefetteyken Kuzey Irak tezkeresine ve Afganistan’a ret verenlerin bugün çıkıp tezkereye ret verenin millîliğini sorgulayacak hakkı da yoktur, haddi de yoktur.

Gelelim gereklilik noktasına; Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’deki terör örgütlerine atıf var.

Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51’inci maddesi net; bir ülkeye sınır ötesinden bir örgüt, bir terör örgütü ya da diğer ülkeye saldırıda bulunursa buna meşru müdafaa hakkı ve saldırının kaynağına kadar sıcak takip hakkı vardır.

Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidarının ilk altı yılında “Kuzey Irak operasyonları için tezkere lazım” denildiğinde ısrarla “Hayır, terör örgütüne sıcak takip ve meşru müdafaa hakkı Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51’inci maddesinden gelir, gerek yok” dediniz,

Demek ki neymiş? Bu tezkerenin derdi terörle mücadele değilmiş.

Sıcak takipte meşru müdafaa hakkını da kullanırmışsınız, kimse de bir şey demezmiş.

Peki, bu tezkere İdlib misyonunu karşılayan bir tezkere mi? Bakarsanız, İdlib’de yapmaya çalıştığınız işlerin bir bütünü, zaten meşru bir devlet karşınızdaysa savaş sebebi sayılır.

İdlib’e savaş açmak için, İdlib’deki misyonu tamamlamak, orada hastaneler kurmak, inşaatlar yapmak, doğrudan egemenlik kullanmak için bir yetki talep ediyor musunuz? O da tezkerenin içinde yok.

Ne var tezkerenin içinde? Türkiye’de yabancı askerlerin bulunması…

Vallahi, bu torbanın etrafındaki göstermelik terörle mücadele yaklaşımları falan milleti kandırmaya çalışır başaramaz da bu madde size karşı arkadaşlar.

Bu madde, 1 Martta ABD askeri Irak’a gitmesin diye CHP Genel Başkanının bir saatlik konuşmasıyla, 99 AK PARTİ milletvekilini ikna etmesiyle, Coni’nin postalını Türkiye topraklarına değirmediğimize kızan Recep Tayyip Erdoğan’ın size aldığı tedbirdir, bize değil.

O yüzden herkes ne konuştuğunu, ne savunacağını düşünecek.

Suriye’deki evlatlarımızı bir felakete sürüklemek, maceracı dış politika yapmak, yaklaşmakta olan seçimde savaş ilanıyla belki seçimleri biraz daha öteye atmak için iç politikaya yönelik bu hedeflerle tasarlanmış bu oyunda arkanıza dizilecek, size meşruiyet kazandıracak durumda değiliz.

İdlib’de 34 evladımız şehit edildiğinde altı saat susup açıklamayı Hatay Valisine yaptıranlar, iki gün susup, Kurtuluş Savaşı’ndan beri bir seferde verdiğimiz en fazla şehitte “Bunu şunlar vurdu, Türkiye de böyle cevap verdi, böyle hesap sordu” diyeceğiniz yerde olağan şüphelinin kapısında oturup da iki dakikalık sayacın Rus televizyonundaki yayınına susanların bize millîlik dersi verecek ne hakkı vardır ne haddi vardır!

Askere gideriz, görevimizi yaparız ama evlatlarını, çocuklarını askere yollamak yerine bedelli askerlikleri, çürük raporlarını tercih edip başkasının evladının şehadeti üzerinden siyaset kuranlara Cumhuriyet Halk Partisinin cevabı “hayır”dır.

Tezkerenin Anayasa’ya usuli ve esasi aykırılıklarından, süresinden, istenen yetkinin genişliğinden, yetki isteyenin yetersiz, dengesiz ve beceriksiz dış politikasından, terörle mücadele için ihtiyaç duyulmadığı hâlde buna millî duygu istismarı katanlara itirazdan ve kuvvetler ayrılığını ayaklar altına almış bir iktidarın emrine bize milletin emanet ettiği bu yetkiyi vermeyeceğimiz için hayır diyoruz.

GÜNDEMİN KARİKATÜRÜ