ADALET DEVLETİN DİNİDİR
Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, Arap Şükrü denilen muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”
Memleket karışmış, bu nasıl fitnedir diye...
Bu infial üzerine adam yakalanıp huzura getirilmiş.
“Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla!.. Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye sormuşlar.
Adam, müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır, diyerek gerekçesini Sultan’a arz etmek istemiş.
Sultan da işin farkında ve merakta… Getirin, demiş.
Adam, meramını anlatabilmek için şart koşmuş; “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rastgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…”
Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim...” diyerek ayaklanmışlar.
Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş…
Bir hafta dolunca Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler…
Şimdi, demiş adam; “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım…”
Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar...
Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine...
“Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş adam.
- “Şimdi nedir isteğin?..”
- “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden…”
Adamın dediğini yapmışlar, Ulu Cami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler...
Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz?
Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz” gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış...
Geçmiş bir hafta, “nerde imam” diye gelen-giden yok!
Ama dedikodu çok;
“Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
“Kim bilir ne halt etti de tevkif edildi!..”
“Vah vaah!.. Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş; “Eee, ne olacak şimdi?..
Adam konuşmuş; “işte görüyorsunuz Sultan’ım! Bir avuç Yahudi ve Hıristiyan kendi din adamlarının affını sağladılar da, bir sürü Müslüman, şu mübarek şahıs için kıllarını kıpırdatmadılar. Bunlar tatlı su Müslümanları, yarın bir savaş çıksa bunlarla nasıl yola çıkabiliriz? Yaptırdığım çeşmenin suyunu bunlara haram etmemin sebebi budur. Ferman sizindir. Şimdi deyin bana, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?..”
Sultan acı acı tebessüm etmiş; “Hava bile haram, hava bile!..”
Kıssanın öznesi ‘HAK’tır, HAK yüce Mevla’nın sıfatlarından bir tanesi ki çiğnemeye, çiğnetmeye gelmez…
HAK, hak’ettiğindir ki devlet hakkını vere veya hak’etmediğindir ki devlet hakkını teslim ede…
Önceki gün bir hak daha yenildi, bir hak daha çiğnendi…
Murat Ağırel, Barış pehlivan ve Hülya Kılıç’ın haksız hukuksuz tutukluluklarına devam kararı verildi.
Muratlar bunu hak etmedi.
HAK yerini bulmadı…
Adalet tecelli etmedi…
O adalet ki mülkün/devletin temeli, devletin dini olan adalet…
Bütün bunlar olurken, Türkiye’yi yönetenlerin ‘ben sağ oldukça teslim etmem’ dedikleri Rahip Brunson’u ve Deniz Yücel’i düşündüm.
Hani şu ABD’nin uğruna bir ekonomik savaşı ve Türkiye’yi bitirmeyi göze aldığı rahip ve keza Almanya’nın uğruna bütün gemileri yakmaya kalktığı Alman vatandaşı Deniz Yücel…
Ve olayları birleştirince dedim ki kendi kendime, eğer ben de bir çeşme yaptıracak olsam, Müslüman’a haram ederdim.
“Ve asla zulümde ısrar edenlere meyletmeyin. Yoksa, (ahirette) ateş size dokunur.
Sizin Allah’tan başka dostlarınız da yoktur. Sonra, yardım da göremezsiniz.” (Hûd, 113.)
İslam bize, zalimlerin yanında yer almak, onlara destek çıkmak şöyle dursun, onlara karşı duygusal bir eğilim içerisinde bulunmayı bile yasaklamaktadır. Çünkü duygusal yöneliş, zamanla haksızlıklar karşısında sessiz kalmaya, hatta destekçi olmaya kadar götürebilir. Bu bakımdan ayet, zulüm ve haksızlıklara karşı net bir duruş ve kesin bir tavır almayı bizlere emretmektedir.
Hadi şimdi cumanız mübarek olsun! Nasıl olacaksa?
ARAP DÜNYASININ BİLİNMEYENLERİ!
İlahiyatçı Cemil Kılıç’ın bir değerlendirmesini aktarayım;
İslam dünyasında en kalabalık Müslüman nüfusa sahip halk Araplardır. Yaklaşık 300 milyonu aşkın Arapça konuşan Müslüman nüfus bulunuyor.
Müslüman Araplar Müslüman halklar içindeki en şanslı kitleyi oluşturuyor. Zira neredeyse bir tek onlar ana dillerinde ibadet edebilme hakkında sahipler.
Yeri gelmişken hemen belirtelim ki Arapların tümü Müslüman değildir. Müslüman olmayan milyonlarca Arapça konuşan kitle de var. Müslüman olmayan Arap nüfus içinde en büyük grubu Hıristiyanlar oluşturuyor. Hıristiyan Arap nüfus özellikle Lübnan, Mısır, Suriye, Filistin ve Irak’ta bulunuyor. Yaklaşık olarak 10 milyon dolayındaki Hıristiyan Arap nüfus Arap dünyasının bir parçasıdır.
Arap devletleri tarafından 22 Mart 1945’te kurulan ve merkezi Kahire olan Arap Birliği örgütüne üye ülkelerden Lübnan’ın devlet başkanı ülkenin anayasasındaki düzenlemeden ve ülkedeki en büyük grup olmalarından dolayı Hıristiyanlardan seçilmek zorundadır. Ülkede başbakan Sünni Müslüman, meclis başkanı da Şii Müslüman’dır.
Arap Birliği örgütü demişken üye ülkeleri de yazalım:
Örgütün kurucu ülkeleri; Ürdün, Suudî Arabistan, Suriye, Lübnan, Irak, Mısır ve Yemen’dir. Arap Birliğine daha sonra; Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Cezayir, Cibuti, Fas, Tunus, Katar, Kuveyt, Komorlar, Libya, Moritanya, Umman, Somali, Sudan ve Filistin üye olmuştur.
Aslında bu ülkelerin çoğu köken olarak Arap değildir. Hatta halen nüfusunun çoğunluğu Araplaşmamış ülkeler olarak; Cibuti, Komorlar, Somali ve Moritanya’yı sayabiliriz. Bu ülkelerin Arap Birliğine üye olma sebebi nüfusun çoğunluğunun Müslüman olması ve İslam’la birlikte yoğun bir Araplık propagandasına maruz kalmalarıdır. Aynı şekilde aslında Afrika’da hiçbir Arap ülkesi yoktur. Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas, Sudan gibi ülkeler Arap kökenli olmadıkları halde zaman içerisinde İslam’ın etkisiyle Arapçayı ve Araplığı kabul etmeleriyle Araplaşmışlardır. Aynı durum Filistin, Suriye ve Irak için bile geçerlidir. Sıraladığımız bu ülkeler etnik anlamda başka kimliklere sahiptiler. Ancak hem az evvel ifade ettiğimiz sebepler nedeniyle hem de yoğun bir Arap göçünden dolayı yüzyıllar içinde Araplaşmışlardır. Arap İslam yayılması bu bakımdan aslında bir Araplaştırma sonucunu da doğurmuştur. Halen bu süreci yaşamaya devam eden başka Müslüman ülkeler de vardır. Ne acı ki bizce son yıllarda bu sürece Türkiye de dâhil edilmek istenmektedir. Türkiye, Araplaşmaya karşı Cumhuriyet devrimi ile büyük bir atılım gerçekleştirse de yanlış İslam algısının yeniden egemen olması nedeniyle söz konusu Arabizasyon sürecine tekrar sokulmuş durumdadır. Hatta bir ara Türkiye Arap Birliğine gözlemci ülke olarak katılmak bile istemiş fakat Arap birliği bunu reddedip yerine Arap–Türk İşbirliği Forumu kurulmasını kabul etmiştir.
Arap Birliğine üye ülkelerden köken olarak gerçek anlamda Arap olanlar Suudî Arabistan, Yemen, Ürdün, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn ve Kuveyt’tir.
Günümüzde Arap Birliğine üye Kuzey Afrika ülkeleri köken olarak aslında çoğunlukla Kıptî, Berberî ve Tuareg’tir. Bu halklar; Araplar tarafından İslam yoluyla asimile edilerek Araplaştırılmışlardır. Ancak halen Araplaşmaya karşı direnen Kıptî, Berberî ve Tuareg milliyetçi akımları mevcuttur. Bu akımlardan özellikle Berberî milliyetçiliği Cezayir ve Fas’ta Berberîceyi ikinci resmi dil ve ilkokul düzeyinde ikinci eğitim dili olarak kabul ettirmeyi uzun mücadeleler sonunda başarmışlardır.
Kuzey Afrika’daki Arap yönetimler; Berberi, Kıptî ve Tuareg halklarına yönelik yoğun baskı ve sindirme politikaları uygulamaktadır. Bu politikalara rağmen Araplaşmaya ve Arapçılığa karşı halkların direnişi kararlılıkla sürmektedir. Bu arada Beberîler kendilerine “Amazigh” derler. Anlamı da “Özgür İnsan” demektir. Umarız Berberiler, Arap yayılmacılığı ve Arap asimilasyonuna karşı gerçekten özgür insanlar haline gelirler.
Araplar ve Araplık hakkında biraz daha bilgi vermek gerekirse…
Araplar, Sami halklar grubuna mensuptur. Bu grupta Yahudiler / İbraniler, Süryaniler, Aramîler, Akkadlar, Asuriler, Habeşler gibi halklar vardır. Son 50 yıllık süreçte birbirleriyle silahlı çatışmalar yaşasalar da Araplar ve Yahudiler köken olarak birdirler. Nitekim Arapça ve İbranice de birbirine yakın dillerdir. Arapça ve İbranice arasında halen binlerce ortak sözcük vardır.
Araplar binlerce yıllık tarihe sahip kadim halklardan biridir. Zengin bir kültürleri vardır. Araplar, aynı zamanda İbn Haldun, İbn Rüşd gibi büyük bilim insanları çıkarmış bir halktır. Arap dilini işleyen Hucr oğlu İmruulkays, Abd oğlu Tarafe, Hillize oğlu Haris, Kulsûm oğlu Amr, Ebu Sulma oğlu Züheyr, Sabit oğlu Hassan, Malik oğlu Ka’ab, Revaha oğlu Abdullah gibi büyük şair ve edipleri de anmadan geçmemek gerek. Söz konusu şair ve edipler sayesinde Arap edebiyatı ta “muallaka – i seb’a” zamanından beri son derece zengin edebî ürünlere sahip olmuştur.
Arap tarihini derinden sarsan ve akışını değiştiren en önemli olay hiç kuşku yok ki İslam’ın doğuşudur. Bu bakımdan Hazreti Muhammed İslam peygamberi olmanın yanı sıra pek çok Arap milliyetçisine göre aynı zamanda en büyük bir Arap komutanıdır. Nitekim Hazreti Muhammed için Arap milliyetçileri “el-Kaid’ul- Azam el -Arabî” / “En Büyük Arap Önderi” demektedirler.
Gerçek şu ki Hazreti Muhammed peygamberlik vasfının yanında tarihin en büyük Arap liderlerinden biri olması nedeniyle de çok önemli tarihsel bir kişiliktir. Arapları siyasi açıdan birleştiren Hazreti Muhammed, Arap kültürü ve dili açısından da büyük ve saygın bir önderdir.
Hazreti Muhammed’in tebliğ ettiği İslam dini sayesinde Araplık da kültürel anlamda yayılmış ve Arap kökenli olmayan bazı kavimler Müslümanlaşma süreci içinde kısmen yahut tümüyle Araplaşmıştır. Türkleri bu kapsamda kısmen Araplaşan kavimler kategorisine dâhil etmek mümkündür. Tamamen Araplaşmış Türkî topluluklar da vardır. Lakin Türkler bağlamında genel kitlenin kısmen Araplaşmış bir kitle olduğunu ifade etmek tarihî ve güncel bir gerçeği yansıtmaktadır.
Arap diline ait ilk yazılı belge olarak çoklarınca Kur’an zikredilmektedir. Lakin daha eski tarihlere ait çeşitli levhalar olduğu gerçeğini belirtmeliyiz. Miladî 4 ve 5. asra kadar inen Arapça levhalar vardır. Bunlar çoğunlukla birkaç satırlık kısa metinlerdir. Şurası bir gerçek ki Arapça denildiğinde akla ilk gelen belge kesinlikle Kuran’dır. Kuran, hem hacmi hem içeriği bakımından Arap dilinin en önemli eserlerinden biridir. Bu bağlamda Kuran sadece bir dinsel metin değil aynı zamanda Araplık kimliğinin dilsel açıdan en önemli unsurudur.
Araplar ve Arap dünyası denildiğinde Türkiye’de güncel manada çoğunlukla din, dincilik, gericilik, cihatçılık gibi kavramlar akla geliyor. Oysa Arap dünyasında çağdaş, laik ve ilerici hareketler de çok ciddi bir etkiye sahip. Laiklik zeminine dayalı Arap ulusçuluğu, özellikle 20. ve 21. yüzyılda dinci Arapçılığa karşı diğer Müslüman halkların da özgürlük ve varlık mücadelesinde etkili olan sosyal ve politik bir realitedir. Bu bağlamda bazı laik politik Arap devinimlerinden kısaca bahsetmek yerinde olacaktır.
Arap dünyasında laiklik denildiğinde ilk akla gelen isimlerden biri modern Tunus’un kurucusu Habib Burgiba’dır. Habib Burgiba, Tunus’u, Atatürk devrimlerini de örnek alarak son derece kararlı bir biçimde laik esaslar üzerine inşa etti. Ülkesinde pek çok alanda şer’î yasaları değil laik yasaları egemen kıldı. Tıpkı Türkiye gibi Tunus da Fransız usulü laikliği esas alarak dini ve dinsel yaşamı devlet kontrolünde tuttu. Eğitim alanındaki laik uygulamalar sayesinde Tunus’ta laikliği benimsemiş yeni nesiller yetişti. Bu nesiller Arap Baharı denilen hareketle başlayan dinci yükselişe karşı demokratik seçimlerde laik bir blok kuran partileri iktidara taşıdı. Laik seçmenin % 65’ler düzeyinde bir orana sahip olduğu Tunus’ta dinci “Nahda / Uyanış Partisi” İslamcı hedeflerinden ve dinci uzlaşmazlığından en azından görünüşte vazgeçmek zorunda kaldı.
Arap dünyasında laik hareketlerden biri de Nasırizm’dir. Mısır’da krallığın 1952’de bir darbe ile yıkılmasından birkaç yıl sonra başa geçen Cemal Abdülnasır Arap ulusçuluğu ve sosyalizm temelinde bir hareket başlattı. Bu hareket Nasırizm olarak anıldı. Bütün Arap dünyasını birleştirmeyi de amaçlayan bu hareket, Arap dünyasında bir hayli etkili oldu.
Arap dünyasındaki bir diğer laik hareket de Irak ve Suriye’de iktidara gelen Baas Hareketi’dir. Baas, Arapçada diriliş demektir. Irak’ta Saddam Hüseyin, Suriye’de ise Hafız Esad, Baas ideolojisini iktidara taşıyan liderler oldu. Baas ideolojisi de sol mahiyette laik Arap ulusçuluğuna dayanmaktaydı.
Arap dünyasında Baas ve Nasırizm dışındaki diğer laik ve sol mahiyetteki siyasi hareketler zaman zaman etkili oldu. Özellikle Filistinli politik gruplar arasında çeşitli sol fraksiyonlar bu bağlamda dikkat çekti. Ayrıca Sudan’da Mahmut Muhammed Taha’nın düşünceleri doğrultusunda şekillenen İslamî sol hareketi de bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.
Cezayir’de İslamî Selamet Cephesi adlı grubun başını çektiği dinci akımlara karşı gösterilen laik direniş de zikre değer çok önemli sosyal ve politik bir harekettir. Bu hareket dinci kalkışmaya karşı yıllarca silahlı mücadele vererek sonunda onu mağlup eden son derece etkili bir hareket olarak halen Cezayir’deki politik düzeni kontrol altında tutmaktadır.
Arap dünyasındaki laik hareketlerin güçlenmesi İslam yoluyla Arap olmayan halklar arasında yayılmak istenen Arapçılık faaliyetlerini de engelleyecek bir politik yönelim olacaktır. Ne var ki laik hareketlerin özellikle son dönemde güç kaybettiği gözlemleniyor.
Ülkemizdeki dinci, gerici yapılara ve ümmetçi hareketlere verilen desteğin Arap dünyasındaki kaynakları dikkate alınarak kotarılmak istenen topyekûn bir Arap karşıtlığı isabetli ve akılcı bir tavır değildir. Türkiye’deki laik kesim ve Türk uluslaşmasından yana olan herkes Arap dünyasındaki laik ve sol hareketlerle işbirliği yollarını aramalı, Türk – Arap dostluğu dinci / İslamcı bir zeminde değil laiklik, aydınlanma, çağdaşlık düşüncesi ve halkların kardeşliği ideali etrafında şekillenmelidir.
Yazımızı sonlandırırken özellikle belirtmek isterim ki, genellikle Adana, Mersin, Hatay, Şanlıurfa, Mardin gibi illerimizde yaşayan milyonlarca Arap yurttaşımızın büyük çoğunluğunun laiklik başta olmak üzere Atatürk devrimlerine bağlı olduklarını ve kendilerini Türk ulusunun ayrılmaz bir parçası saydıklarını büyük bir sevinçle gözlemliyorum. Hem onları hem de Arap dünyasındaki bütün aydınlanmacı ve laik hareketleri selamlamayı halkların kardeşliği idealine bağlı bir Türk yurttaşı olarak görev biliyorum.
Gerici, ümmetçi, dinci sapkınlığa karşı yaşasın Türk ve Arap uluslarının kardeşliği!