RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUZ

Milli-manevi her türlü değer ve mevhumun istismar edildiği bir ülkede taşların yerine oturması zordur.

Malumunuz gerçek anlamda tanınmadığı ve tanıtılmadığı için en çok istismar edilen değerlerin başında Atatürk geliyor.

Atatürkçü Düşünce Derneği’nin bir kongresinde söylediğim gibi; “tarzında ve ideolojisinde Atatürk’ten zerre eser bulunmayanların, her taşın altından çıkardıkları Atatürk, bu milletin Atatürk’ü değildir. Dolayısı ile bu millete Atatürk’e düşman olmaktan başka bir seçenek bırakmadınız…’

Atatürk’ü en iyi anlaması ve anlatması gereken kesim mutlaka öğretmenlerdir.

Buna bir katkı bakımından, bir başucu yazısı olarak her öğretmende bulunması gereken bir hitabı paylaşalım;

Tarih 24 mart 1923, Kütahya lisesi.

“Memleketimizi, toplumumuzu gerçek hedefe, gerçek mutluluğa ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri memleketin geleceğini yoğuran irfan ordusudur. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir.
Fakat bu iki ordudan hangisi daha değerlidir, hangisi bir diğerinden üstündür? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz. Bu iki ordunun ikisi de hayatidir.
Yalnız siz irfan ordusu mensupları, sizlere mensup olduğunuz ordunun değer ve yüceliğini anlatmak için şunu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldüren birinci orduya, niçin öldüğünü öğreten bir orduya mensupsunuz.
Biz iki ordudan birincisine, vatan çiğnemeye gelen düşman karşısında kan akıtan birinci orduya -bütün dünya bilir, bütün dünya şahit oldu ki- pek mükemmelen sahibiz. Vatanın dört sene önce düştüğü büyük felaketten sonra, yoktan var olan bu ordu, vatanı yok etmeye gelen bu düşmanı kutsal vatan toprağında boğup mahvetti. Yalnız bu orduya sahip olmakla, işimiz bitmiş, gayemiz bu ordunun zaferiyle son bulmuş değildir.
Bir millet, irfan ordusuna sahip olmadıkça savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferin köklü sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür. Bu ikinci ordu olmadan birinci ordunun elde ettiği kazanımlar sönük kalır.

Milletimizi geçek mutluluğa, kurtuluşa ulaştırmak istiyorsak, bizi ölümden kurtaran ve hayata götüren bugünkü idare şeklimizin sonsuzluğunu istiyorsak, bir an önce büyük, kusursuz, nurlu bir irfan ordusuna sahip olmak zorunluluğunda bulunduğumuzu inkar edemeyiz.
Eski idarelerin en büyük kötülüklerinden biri de irfan ordusuna layık olduğu önemi vermemeleridir. Eğer önem verilseydi, geleceği emanet ettiğimiz sizlere, gelecek kadar güvenilir bir mevki verilmesi gerekirdi. Henüz üç dört senelik hayata sahip olan milli idaremizde irfan ordusu ile layık olduğu kadar ilgilenilememiştir. Fakat buradaki mecburiyeti milletin münevverleri olan sizler elbette ki daha iyi takdir edersiniz. Bütün kuvvetimizi yalnız cephede toplamaya mecbur olduğumuz bu kısa süre içinde tabiatıyla irfan ordusuyla gereğince meşgul olamadık. Lakin Cenab-ı Hakk'a şükürler olsun ki düşman karşısındaki aziz ordumuz için harcadığımız bütün emekler mutlu sonucunu verdi.
Artık bundan sonra aynı kuvvet, aynı faaliyet, aynı istekle irfan ordusu için çalışacak ve birincide olduğu gibi bu ikinci ordudan dahi emeklerimizin, faaliyetlerimizin mutlu ve başarılı sonuçlarını aynı parlaklıkta elde edeceğiz.
Bir ordunun kıymeti kumanda heyetinin kıymeti ile ölçülür. Siz öğretmenler, sizler de irfan ordusunun kumanda heyetisiniz. Sizin ordunuzun kıymeti de sizlerin kıymetinizle ölçülecektir. İstiklal mücadelesinde üç dört senedir düşmanı topraklarımızda mahvetmek için yaptığımız savaşla ordunun ruhu olan kumanda heyeti değerlerinin yüksekliğini nasıl ispat etmişse, bundan sonra yapacağımız yenilikler milletimize bir karanlık gibi çöken genel cehaleti mağlup etmek savaşında da irfan ordusunun ruhu olan siz öğretmenlerin aynı yeteneği ortaya koyacağınıza eminim.
Bu konuda size güveniyor ve saygı ile selamlıyorum."

ATATÜRK İSLAM ve KURAN’I YASAKLADI PALAVRASI!

O’nu istismar edenler kadar düşmanları da oldukça fazla, ne acıdır ki muhafazakâr kesim Atatürk’e düşmanlık konusunda başı çekiyor…

Halifeliği kaldırdı, İslam’ı yasakladı, keşke Yunan kazansaydı da hilafet kalsaydı diyor Atatürk’e ve ailesine hakaretler yağdırıyorlar.

Ne acıdır ki devri iktidar da bu müptezelleri baş tacı ediyor.

Hatırlarsınız, Saray’da müthiş bir kütüphane oluşturulmuş, Cumhurbaşkanımız da, lise yıllarında kartpostal satarak kazandığı parayla satın aldığı ve “En karlı yatırımım” dediği Ömer Nasuhi Bilmen’in Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu’nu Cumhurbaşkanlığı Kütüphanesine bağışlamıştı.

Gerçekten önemli bir eser…

Değerinin yanı sıra bir devre dair uydurulan yalanları çürütmesi bakımından da çok önemli…

Malumunuz, Ömer Nasuhi Bilmen, Cumhuriyetin temellerinin atılmasında önemli bir faktör;

Atatürk’ün bizzat isteği ile İstanbul Müftülüğü kadrosunda görev yaptı.

Lise bünyesinde öğretmenlik ve Yüksek İslam Enstitüsü'nde usûl-i fıkıh ve kelâm dersleri verdi.

Cumhurbaşkanımızın çok önem atfettiği o kitaba yazmaya Osmanlı döneminde başladı ve Cumhuriyet döneminde bitirdi.

Ha, merak edenler için söyleyelim; Kimse toplatmadı, yasaklanmadı, kitap ve yazarı yeni dönemde de yani ‘din elden gitti, Kuranı Kerim okumak yasaklandı’ denilen dönemde de baş tacı edildi.

Konumuz da bu zaten…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “En değerli yatırımım” dediği bu eser, eğer bu tür faaliyetler ve eserler yasaklandıysa, jandarma eve gelip din kitaplarını zorla elinizden aldıysa, devlet dininizi öğrenmenizi engellediyse eğer, günümüze kadar nasıl gelebildi?

Gelebildi çünkü, din kitapları çıkaran, dini öğreten bizzat devlet ve devletin kurucusu Mustafa kemal Atatürk’tü.

Atatürk sevdalısı bir muhafazakâr olan merhum Haydar Baş’ın anlatımıyla;

“Mustafa Kemal Atatürk, çok ciddi bir dini eğitim ve anlayışla yetişmiş mümtaz bir şahsiyettir.
Annesi Zübeyde Hanım lakabı 'Molla Zübeyde', balkanlarda Bektaş-ı Tarikatı'nın şeyhi Rıfat Efendi'nin müritlerindendir. Çok takva bir kadındır, 5 vakit namazına 5 katan cenabı hakkın her yerde onu muhasebe ettiğine inan onun için de yaptığı bütün işlerde Allah'ın onu gözetlediğini bildiği için yine Allah'ın emir ve yasaklarının dışına zerre kadar çıkmayan biridir.
Babası Ali Rıza Efendi, hakikaten samimi bir Bektaş-ı ailesinin evladıdır. Ailesi iyi bir Bektaş-i ailesi olduğu için, ismini 12 imamdan İmam Rıza’dan almıştır.

Mustafa Kemal Atatürk 7 yaşında Kuran-ı Kerim'i hatmetti.

Ve Mustafa Kemal Atatürk 8 yaşında hafızı kelam oldu.

Hz. Muhammed'e olan aşkı ve muhabbeti bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti'nde Cumhurbaşkanı olan veya Başbakan olan hiç kimsede olmamıştır.

Atatürk, İslam dininin temel kaynağı olan Kur'an-ı Kerim'e büyük önem vermiştir.

Sıkça Kur'an dinlemiştir. Kur'an'ın manevi gücünden yararlanmıştır. Yakınları ve şehitler için Kur'an okutmuştur. Kur'an'ın tecvid kurallarına göre okunmasına ve hat ile yazılmasına önem vermiştir.

Dahası Kur'an'ın tefsir ve tercümesiyle çok yakından ilgilenmiş, pek çok ayetin yorumu üzerinde durmuştur.

Birçok konuşmasında Kur'an ayetlerinin evren yasalarıyla uyum içinde olduğunu açıklamıştır. Kur'an'ın siyasete alet edilmesine karşı çıkmıştır.
 

Atatürk, Kur'an'ın ezberlenerek sadece 'lafzı' olarak okunmasına karşıdır. Onun en büyük amaçlarından biri Kur'an'ın anlaşılmasıdır.

Atatürk Kur'an'ı bazen kendisi okur bazen de başkasına okutup dinlerdi. İsmail Hakkı Tekçe'nin Kur'an okumasından haz duyardı. Fakat okuyanın, mana ve derinliğini mutlaka bilmesini isterdi.
Haftanın belirli günlerinde Saadettin Kaynak, Mısırlı İbrahim, Hafız Yaşar, Hafız Kemal ve Hafız Nubar gibi dönemin önde gelen hafızlarına Kur'an okutturmuş, okunan ayetlerin tefsirini yaptırmıştır.

"Kur'an'ı bu kadar güzel tefsir edeni ben görmedim. O kadar güzel Arapçası var” var diye övdüğü Hafız Kemal Bey'e "GÜRSES" soyadını veren de bizzat Atatürk’tür.

Atatürk'ün kütüphanecisi Nuri Ulusu, Atatürk’ün okuduğu tefsirlerin çok etkisinde kaldığını ve ‘Hey büyük Allah’ım... Kur'an'a inanmayan kafirdir, bize nasıl yol gösteriyor. Bunları tüm dünyaya okutmalıyız’ diye söylendiğini nakleder.”

DİNE DEĞİL İSTİSMARINA KARŞIYDI

Atatürk’ün din düşmanı mı yoksa din istismarcılarının düşmanı mı olduğuna dair nefis bir örnek paylaşalım…

Bu örnek aynı zamanda mevcut iktidarın kadrolaşma anlayışı bakımından da önemli ve güncel…

Atatürk Amasya ziyaretinde…

Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karsısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar; Kimdir bu?
Vali yanıt verir; Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.
Atatürk Şıh'ı yanına çağırır ve ‘Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Sunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan’ der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir.
Şıh; ‘Emrin olur Paşam’ der ama sözünü tutmaz.

Atatürk sonradan durumu öğrenince bir yazı hazırlatır ve Amasya Valiliği'ne tebliğ edilmesini ister.

Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya yola çıkmış...
Şıh gelir, Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kıyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünmüştür.

Atatürk'ün mesai arkadaşları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;
‘Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?’
Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;
‘Dün akşam Amasya Valiliği'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim’ der. Ardından da yeni bir yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. İçeriği şudur;

“İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim.

Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkûm bırakmayalım.

Kal sağlıcakla...”

HİLAFETİNİZ BATSIN!

“Atatürk en büyük kötülüğü hilafeti kaldırmakla yapmış” mış!

Bakın, ilk TBMM’de hilafet için büyük mücadele vermiş olan mebus Ali Şükrü Efendi bile ne diyor;

“Halifenin vazifesi ruhani değildir. Hilafetin esas kudreti maddidir. Ve bu da hükümettir.”

Yani dini vasfını yitirmiş olan bir makamı kaldırmak ve güç sahiplerinin elinde oyuncak olmaktan kurtarmak mıdır? Atatürk’ün yaptığı kötülük…

Yine peygamberimiz buyuruyor ki; hilafet benden sonra otuz yıl devam edecektir. Sonra ısırıcı saltanat başlayacaktır. Gerçekten de öyle olmamıştır? Yoksa kendilerini “İslamcı” olarak tanımlayanlar, İslam tarihi okumuyorlar mı?

İddia sahiplerinin yakın tarihimizi bildiklerinden eminim. O yüzden işgal altındaki İstanbul’da halifenin düşman eline geçmesi ve onların emirleri doğrultusunda Müslüman olan Kuvayı Milliyecilerin üzerine “Halife Ordusu”nu sürmesini dini açıdan nasıl açıkladıklarını merak ediyorum.

Aynı hilafet merkezinin ilan ettiği cihatlar Müslüman dünyadan karşılık bulmazken, gerek Çanakkale savaşlarında halifenin ordusuna karşı savaşan düşman ordularının içinde Müslüman askerlerin yer alması, gerekse hilafet merkezi İstanbul’u işgal eden düşman kuvvetlerinin içinde Müslüman askerlerinin var olması, halifenin dini ve dünyevi gücünün bir ispatı olsa gerek. 

Burada suçlanan Gazi Mustafa Kemal, tabi ki halifeliğin kaldırılmasını istiyordu.

Ancak halifeliğin kaldırıldığı görüşmelerde hiç söz almamıştır. Onun gibi düşünenlerden Vasıf Bey meclis konuşmasında şöyle diyordu: “dini kurtaracak ve Türkü yükseltecek olan, doğrudan doğruya yüksek meclisinizdir. Vatan ve din saldırıya uğradığında ancak meclis ve meclisin meydana getireceği hükümettir ki bu seli durdurabilecektir. …” Halifelik hakkında söz sarf edenlerin bu konuşmadan da habersiz olduklarını da düşünmüyoruz.

Bu tür düşünce sahipleri üzüm yeme niyetiyle değil, bağcı dövme niyetiyle hareket ediyorlar. Asıl niyetleri gençleri kendi amaçlarına hizmet eden kurşun askerler haline getirmek.

Peygamber efendimiz, bir yönetim şekli bildirmemiştir. Dört büyük halifenin her birinin idareye geliş şekillerinin farklı olması da bunu göstermektedir. Ama onlar, İslam sanki hilafeti bir yönetim tarzı olarak emrettiği izlenimi vermeye çalışırlarken, diğer taraftan batıyı kendilerine “Kâbe” edinirler. 

Gerektiğinde ise bazı gerçekleri saklayabilirler; mesela Emevi Dönemi halifelerinin zulümleri…

Bir diğer özellikleri ise; balkondan seyretmektir. Allah sanki Müslüman kardeşlerin zulme uğrarken sessiz kal ve batılı dostlarınla toplantılar tertip et diye emretmiş. Bunlar mücadele zamanı saklanırlar. Sonra bir gün kendilerini güçlü hissettiklerinde kahraman edasıyla ortaya çıkarlar. Sonra zor günler başlayınca tekrar balkona çıkarlar.

Mustafa Kemal bağımsız bir vatan bıraktı. Mandacı ve himayecilere rağmen…

 En büyük günahı yoksa bu mu? Sahi siz kimin himayesinde yer alacaktınız?

Edep yahu! Suçladığınız sevmediğiniz gençlerin beynini kendisine karşı kin ve nefretle doldurmaya çalıştığınız Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları kokuşmuş ticarete ve siyasete alet olmuş din bezirgânlarının saadet zincirini ortadan kaldırdı. Dinimizin en iyi şekilde öğrenilmesi içinde Diyanet İşleri Başkanlığını tesis etti. Sizi rahatsız eden bu mu yoksa?

Yeter artık İslam’la aldatmayın.

Yeter artık peygamberle aldatmayın.

Yeter artık Allah’la aldatmayın.

Dürüstlüğü emreden bir din adına hareket eden sizler, aynaya bakın ve “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için geldim.” diyen bir peygamberin ümmeti içinde yer bulabilirler misiniz?

Bunu iyice bir düşünün…