SOYLU’NUN FENDİ GÜL’Ü YENDİ!

Abdülhamit Gül, 10 Temmuz 2018’de başladığı Adalet Bakanlığı görevini bıraktı.

Bıraktı mı bıraktırıldı mı? Bilmiyoruz.

Resmi Gazetede yer alan resmi dile göre ‘görevden affını istedi’ yani bizim anladığımız dille istifa etti.

Adil miydi? Tartışılır…

Soylu ile karşı karşıya gelişlerinde ‘işte Adalet Bakanı böyle olmalı’ dediğimiz anlar da oldu ama Sedef Kabaş konusundaki çıkışına bakınca ’bu nasıl Adalet Bakanı’ dediğimiz anlar da…

Demek ki ‘adalet anlayışı’ adamına göre değişiyordu.

“Milli görüş” geldiği için olsa gerek FETÖ konusunda daha dik başlıydı.

Bu anlamda kendi partililerine dahi kafa tutmuş; “Düne kadar FETÖ’cülerle aynı maklubeye kaşık sallayanlar, çıkıp bize FETÖ ile mücadele dersi vermeye kalkışmasınlar, Türk yargısına hesap sormaya kalkmasınlar, Türk yargısına töhmette bulunmaya kalkmasınlar” diyerek kısmen de Soylu’yu hedef göstermişti.

Görevi esnasında, yargı bağımsızlığı ve mahkemelerin aldığı kararlar oldukça tartışıldıysa da bazen hem yargı dünyasına hem de siyaset arenasına yönelik dikkat çekici mesajları oldu.

Bazen isim vermeden ama adrese teslim eleştiriler yaptı.

Yargıçlara da ‘adliyenin adaletin kapısı olduğunu unutmayın’ diye seslendi.

Süleyman Soylu ile pek arası yoktu. Arada bir adalete vurgu yaptıysa da, sebebi hikmetinin aralarındaki bu çekişmeden kaynaklandığını biliyorduk.

Soylu, annesine sosyal medya üzerinden küfürlü hakaret eden kişinin serbest bırakılmasına tepki gösterince; “Klavye başına geçip sosyal medyada bana her gün tutuklama siparişi verenlere sesleniyorum. Bu işleyişi beğenmeyen gider itiraz hakkını kullanır ama yargıya parmak sallayamaz” demişti.

Soylu da, hem bu çıkışına hem de Sedat Peker ifşalarına yönelik tavrına karşılık Adalet Bakanlığı’na yüklenerek “Anama sövdüler itirazımı dile getirdim. Hala sosyal medyada itiraz ediyorum, sizin adınıza itiraz ediyorum. Bugün bunun (Atilla Peker) alınması için KOM Dairesi’ne yazı yazdım. Benim mi yazdırmam lazım, resen devreye girilmesi lazım değil mi? Benim görevim İçişleri Bakanı olarak önleyiciliktir. Meseleyi gördüğüm an müdahale etmektir. Olay çıktıktan sonra olay sonu raporu yazmak değil. Kutlu Adalı cinayetinde en ufak bir şey açık duruyorsa bizim namus meselesidir” cevabını vermişti.

Gül’ün cevabı da şu şekilde oldu; “Yargının kendi tabii ve doğal mecrası içinde çalışması beklentisi, bu tabii ve doğal işleyişe saygıyı da gerektirir. Kanunu uyguladığı için savcının, hakimin itham edilmesi, hedef haline getirilmesi hiçbir şekilde mazur görülemez. Uygulaması gereken mevzuatı uyguladığı için yargıya ithamda bulunulması hukuk devletinde alışık olunan bir durum değildir. Kanunu değiştirme ihtiyacı ortaya çıkmışsa kanunda bir eksiklik olduğu düşünülüyorsa bu işlemin adresi bellidir. Ortaya çıkan sosyal veya hukuki ihtiyaçlar doğrultusunda kanunu değiştirmek veya düzenlemek Meclis’in görev ve yetkisindedir.”

İkili arasında bir diğer gerginlik ‘hukuk arkadan mı gelir önden mi gider’ tartışmasıyla günyüzüne çıkmıştı.

Soylu, “Geçen gün vilayetlere gidiyorum; Diyarbakır, Adana ve İstanbul da dahil olmak üzere, muhtarlarımız diyor ki “Efendim şurada metruk bina var burada metruk bina var. Ama mahkeme kararı var yıkamıyoruz.” Ya arkadaş sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin” ifadelerini kullandığında, Abdülhamit Gül, yine ismini anmadan “Değerli arkadaşlar bizim rehberimiz hukuktur, bizim rotamız hukuktur, bizim kılavuzumuz hukuktur. Biz yapalım hukuk arkadan gelsin değil hukuk önden yürüsün biz ona göre kendimizi ayarlayalım anlayışıdır hukuk devleti” cevabını vermişti.

Gül’ün Soylu’ya yönelik son çıkışı İmamoğlu ve MOBESE üzerine olurken, kendi sonunu da hazırladı.

Malumunuzdur, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun kar fırtınası sürecinde bir balık restoranında İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi ile yemekte olması MOBESE görüntüleri servis edilerek gündeme oturtulmuştu.

Gül buna da tepki gösterdi.

“Geçmişte FETÖ'nün istihbarat ve veri madenciliğine verdiği özel önemi hepimiz biliyoruz ve bu çerçevede delil üreterek, tezgahlarla, oluşturulan kumpaslarla nasıl insanların kişisel haklarını ihlal ettikleri, nasıl mahremiyet haklarını ihlal ettiklerini hepimiz gördük, yaşadık. Usulsüz dinlemeler, kişilerin mahrem görüntüleri, özel bilgilerin ifşa edilmesi, verilerin hukuk dışı yollarla ele geçirilmesi gibi tüm hukuk dışı bu fiilleri hep beraber yaşadık.

Hukuk devletinde esas itibarıyla haysiyet cellatlığı olmaz, itibar suikastı olmaz. Hukuk buna asla izin vermez, veremez, vermemelidir. Dijital kumpaslarla insanların hayatını tarumar eden, insanlara kumpas kuran, bu FETÖ'cü zihniyetin de asla ama asla unutulmaması gereken bir mücadele alanı olduğunu bir kez daha hatırlatmak isteriz” dedi.

Anlaşılan bu, bardağı taşıran son damlaydı ve Gül görevini bıraktı veya bıraktırıldı.

Bütün bunlar gösteriyor ki Soylu’nun fendi, Gül’ü yendi…

Ama burada yenilen daha ziyade adalete dair son kırpıntılar da diyebiliriz.

Bir de Gül ile birlikte “Adalet yerini bulsun da isterse kıyamet kopsun” anlayışı da bitti desek, yeridir.

PEKİ, BİZ BUNU MU TARTIŞMALIYIZ?

Adalet Bakanı değişmiş, çok mu önemli?

Ve bizim gündemimiz bu mu olmalı?

Elbette gündemimiz bakanların değişip değişmemesinden ziyade Adalet anlayışının değişip değişmediği önemli olmalı.

Nitekim, gittikçe geriliyoruz.

Geçtiğimiz hafta, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Çanakkale Milletvekili Muharrem Erkek, Dünya Adalet Projesi (WJP) tarafından gerçekleştirilen Hukukun Üstünlüğü Endeksi sonuçlarını değerlendirdi.

Buna göre 2020 yılında 107’nci sırada yer alan Türkiye’nin, 2021 yılında ise 10 puan gerileyerek 139 ülke arasında 117’nci sırada yer alıyor.

138 binden fazla hane ve 4 bin 200 hukukçu ve konunun uzmanıyla yapılan anketlerle elde edilen verilere göre 2021 ile birlikte, tam dört yıldır art arda hukukun üstünlüğü performansı çoğu ülkede gerilemiş. Pandeminin hakim olduğu bir yılda, ankete katılan ülkelerin Yüzde 74,2'si hukukun üstünlüğü performansında düşüş yaşarken, yalnızca Yüzde 25,8'i iyileşmiş.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Erkek, “Türkiye’de, 2017 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişikliğiyle yasama ve yargı, bir siyasi partinin genel başkanı da olan, yürütmeyi tek başına temsil eden Cumhurbaşkanı’nın tahakkümü altına sokulmuştur. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığı yok edilmiş, hukuk devleti uygulanamaz olmuştur. İsmine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilse de gerçekte böyle bir sistem bulunmamaktadır. Literatürde bu sistemin adın monokrasi (tek kişinin egemenliği), patronlu başkanlık sistemi ya da hiper başkanlık olarak geçmektedir. 2021 Hukukun Üstünlüğü Endeksinde Türkiye’nin içerisinde bulunduğu durumu, yönetildiği sistemi ve dünyadan görünüşünü de özetler niteliktedir. Türkiye, 2021 yılında hukukun üstünlüğü başlığında 139 ülke arasında 117’inci sırada yer aldı. 2020 yılında 107’inci sırada olan Türkiye bir yıl için 10 sıra birden gerilemiştir. Türkiye, Doğu Avrupa ve Orta Asya ülkeleri kategorisinde 14 ülke içerisinde sonuncu sıradadır” diyor.

Hukukun üstünlüğü endeksinin ilk 5’inde Danimarka, Norveç, Finlandiya İsveç ve Almanya’nın yer aldığını ifade eden Erkek, “Son 5 ülke ise Kamerun, Mısır, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Kamboçya ve Venezuela yer alıyor. Türkiye, Devlet yetkilileri üzerindeki kısıtlamalarda 134., Yolsuzlukla mücadelede ise 69., şeffaflıkta 107., Temel hakların korumasında ise ne yazık ki 133. sırada kaldı. Kişilerin can ve mal güvenliğinin korunmasında 83. sırada olan ülkemiz Adalete erişebilirlikte 113. sıradadır. Ceza adaleti konusunda 103. Sıradayız.

Muharrem Erkek: “Türkiye’nin içine sokulduğu durum kabul edilemez. Bir kişinin keyfine göre işleyen sistemde adaletten bahsetmek mümkün değildir. Adalet çürürse devlet temelinden çürür, ne ekonomi düzelir ne de dış politika. Ülkemizin yaşadığı tam olarak budur. Ülkemiz hak etmediği bir durumda, yönetilemiyor. Buna bir an önce son vermek için erken seçim şart. İlk seçimde dostlarımızla birlikte, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem aracılığıyla demokratik hukuk devletini tesis edeceğiz” diyor.

ADALET DEVLETİN DİNİDİR

Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, Arap Şükrü denilen muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Memleket karışmış, bu nasıl fitnedir diye...

Bu infial üzerine adam yakalanıp huzura getirilmiş.

“Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla!.. Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye sormuşlar.

Adam, müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır, diyerek gerekçesini Sultan’a arz etmek istemiş.

Sultan da işin farkında ve merakta… Getirin, demiş.

Adam, meramını anlatabilmek için şart koşmuş; “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rastgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…”

Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim...” diyerek ayaklanmışlar.

Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş…

Bir hafta dolunca Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler…

Şimdi, demiş adam; “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım…”

Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar...

Levantenler din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine...

 “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş adam.

- “Şimdi nedir isteğin?..”

- “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, en sözü dinlenilen, itimat edilen âlimini alınız minberinden…”

Adamın dediğini yapmışlar, Ulu Cami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler...

Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz?

Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz” gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış...

Geçmiş bir hafta, “nerde imam” diye gelen-giden yok!

Ama dedikodu çok;

“Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”

“Kim bilir ne halt etti de tevkif edildi!..”

“Vah vaah!.. Acırım arkasında kıldığım namazlara…”

Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş; “Eee, ne olacak şimdi?..

Adam konuşmuş; “işte görüyorsunuz Sultan’ım! Bir avuç Yahudi ve Hıristiyan kendi din adamlarının affını sağladılar da, bir sürü Müslüman, şu mübarek şahıs için kıllarını kıpırdatmadılar. Bunlar tatlı su Müslümanları, yarın bir savaş çıksa bunlarla nasıl yola çıkabiliriz? Yaptırdığım çeşmenin suyunu bunlara haram etmemin sebebi budur. Ferman sizindir. Şimdi deyin bana, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?..”

Sultan acı acı tebessüm etmiş; “Hava bile haram, hava bile!..”

Kıssanın öznesi ‘HAK’tır, HAK yüce Mevla’nın sıfatlarından bir tanesi ki çiğnemeye, çiğnetmeye gelmez…

HAK, hak’ettiğindir ki devlet hakkını vere veya hak’etmediğindir ki devlet hakkını teslim ede…

Önceki gün bir hak daha yenildi, bir hak daha çiğnendi…

Murat Ağırel, Barış pehlivan ve Hülya Kılıç’ın haksız hukuksuz tutukluluklarına devam kararı verildi.

Muratlar bunu hak etmedi.

HAK yerini bulmadı…

Adalet tecelli etmedi…

O adalet ki mülkün/devletin temeli, devletin dini olan adalet…

GÜNÜN KARİKATÜRÜ