TBMM’DEN YANSIYANLAR

TBMM 23 Nisan Özel Oturumundan muhalefet partisi temsilcilerinin konuşmalarını aktarmıştım. DEVA Partisi ve Türkiye İşçi Partisi mensubu arkadaşlardan tepki geldi. Bizim başımız kel mi dediler haklı olarak. Bugün de onları aktaracağım ama HDP hariç.

Garo PaylanIn iğrençliğine dair aslında yazılacak çok şey var ama ben şu kadarıyla yetineyim:

“102. Kuruluş yıldönümünü kutladığımız gün, TBMM üyesi bir kansızın (bu kansız kelimesini ırki ve biyolojik olarak değil, kesinlikle siyaseten kullanıyorum, çünkü bu ülkede ‘Ne mutlu Türküm diyene’ şiarına ereşmiş on binlerce azınlık var) insanlığın yüzünü kızartacak zulüm ve soykırımlara maruz kalmış Türk Milletine karşı ‘soykırım’ iddiasını şiddetle reddediyorum!”

Bu millet size bir soykırım uyguladıysa eğer, sen nereden peydahlandın şerefsiz, diye sormadan da geçemiyorum.

Neyse gelelim tutanak metinlerine…

MUSTAFA YENEROĞLU/DEVA Partisi

Malumunuz, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, millî iradesinin temsilcisi Büyük Millet Meclisinin açılışının 102’nci yılı. Millî Mücadele’nin lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Anadolu’nun dört bir yanından gelerek Birinci Meclise omuz veren tüm mebusları saygı ve rahmetle anıyorum.

23 Nisan 1920… Paramparça olmuş, başkenti işgal altında bir imparatorluk, on yıllardır cepheden cepheye koşan bir nesil, tarihe yön veren bir millet yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bunun karşısında ise umudunu yitirmeyen ve milletimizin özgürlüğüne ve istikbaline vurulmak istenen prangayı söküp atmaya kararlı bir avuç insan; en zorlu şartlarda dahi çok seslilikten, ortak akıldan ve istişareden taviz vermeden bir yandan millî mücadeleyi yürütmüş, bir yandan ülkenin geleceğini belirlemişler. Oysa bugün 102 yılı geride bırakmışız ama bu değerler bakımından ve her bir vatandaşımızın derdiyle dertlenen tüm milletin vekili olma şuurundan ne yazık ki Gazi Meclisimizin çok gerisindeyiz.

Aziz milletim, Türkiye, bugün herkesi tehdit eden, baskıcı, otoriter bir anlayış ile yönetilmeye çalışılmaktadır. Kötülük artık sıradanlaşmış, ahlaki yozlaşma, hukuksuzluklar, adam kayırma, yolsuzluk ve bunların neticesinde de yoksulluk her geçen gün daha da artmıştır. Tüm değerlerin kaybolması, iktidarın aklıselimden uzaklaşıp baskıcı ve keyfî yönetimi benimsemesi yüzünden her geçen gün daha da yoksullaşmaktayız. Enflasyon kontrol edilemez bir boyutta, zamlar hız kesmiyor, hayat pahalılığı dayanılmaz hâle geldi. Vatandaşlarımız çaresiz durumda; mesleklerini yapamayan, atanamadıkları ve gelecek göremedikleri için bunalıma girip intihar eden geçlerimiz var, çoğu yerde esnafımız günü siftahsız kapatmaktadır, pazarlarda yerlerden meyve sebze toplamak zorunda bırakılan vatandaşlarımız var.

Hepinizi millî egemenliğin ilan edildiği günün çocuklara hediye edilmiş olması üzerine düşünmeye davet ediyorum. Çocuklarımıza nasıl bir ülke miras bırakacağımızı düşünmeli ve bunun sorumluluğuyla yüzleşmeliyiz. Çocuklarımıza âdeta cezaevini andıran bir ülke mi miras bırakacağız? İnsanın iyice değersizleştirildiği, kötü muamele ve işkencenin sıradanlaştığı bir ülke mi hayal etmiştik biz? Hukuk tanımaz bir devlet anlayışı, beton şehirler, kötü bir eğitim sistemi ve yoksulluk mu miras bırakacağız? Soru sormanın, tartışmanın ve mutlu olacağı hayatın peşinden özgürce gitmenin yasaklandığı bir ülke mi miras bırakacağız? Çocuklarımızın birer yetişkin olduklarında kaçıp gitmek isteyecekleri bir ülke mi bırakacağız?

AB ve OECD’ye üye olan 41 ülke arasında en mutsuz çocukların Türkiye’de olmasını gerçekten hak etmiyoruz. Bugün, Türkiye’de bisiklete binerken panzerlerin altında ezilip can veren çocuklarımız var, boş arazilerde elinde bomba patlayıp paramparça olan çocuklarımız var, annesiyle birlikte hapishanede büyüyen ve daha doğduğu anda alnına terörist damgası vurulan binlerce çocuğumuz var, ailelerine yaşatılan hukuksuzluklar yüzünden hayatı zindan olan yüz binlerce çocuğumuz var. İktidar temsilcileri bu gerçekleri görmeli ve üzerine hep birlikte derin derin düşünmeliyiz.

Değerli arkadaşlar, sözlerimi Aliya İzzetbegoviç’in bir anekdotuyla sonlandırmak istiyorum. 100 binden fazla Boşnak’ın öldürüldüğü, yüz binlerce insanın evsiz kaldığı, camilerin, evlerin, hastanelerin yerle bir edildiği günlerde Aliya şunları söylüyor: “İnsan olmak ve insan kalmak Allah'a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur.”

Ona göre bu iki kavram siyasi anlamda insanlara güven ve huzur veren, adaleti ve hukukun üstünlüğünü varlık sebebi kabul eden devlet kurmaya çalışmak demektir. Hiç kimsenin farklılığından dolayı ayrımcılığa ve zulme uğramaması demektir. İnsan olmak ve insan kalmak, herhâlde bundan daha kötü bir kayıp düşünülemez. Emin olma vasfını yitirdikten sonra, etrafına güven ve huzur veremedikten sonra kaybetmekten korkulabilecek bir değer kalır mı acaba? İşte bizler tam da bu karanlık dönemde dert sahibi milyonlarca vatandaşımızın da desteğiyle ülkemizi akıl ve vicdan tutulması yaşayan bu zorba iktidardan kurtarmak için mücadele ediyoruz. Bu mücadelenin tüm toplum için zaferle sonuçlanacağına, kimseyi ötekileştirmeyen ve zulmetmeyen, huzurlu ve mutlu insanların ülkesi Türkiye’yi inşa edeceğimize yürekten inanıyorum.

Güç sarhoşluğu içinde, ülkeyi uçuruma götürdüğünün farkında bile olmayan bu iktidarı ise üzülerek söylüyorum ki sayısız kötülüklerle hatırlayacağız.

ERKAN BAŞ/TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ

Bugün, Meclisimizin kuruluş yıl dönümünü kutlamak için buradayız; aynı zamanda egemenliği kayıtsız, şartsız halka ait kılan büyük bir devrimin önemli bir adımı için buradayız.

Her devrim üç farklı insan tavrı geliştirir. Bir, devrimi destekleyenler; iki, devrimi daha ileriye taşımak isteyenler -bu sırada genellikle tasfiye edilenler, devrimin öz evlatları- üç, karşı devrimciler. Şimdi, bunların mücadelesi devrimden sonra da bitmez, hep sürer. Birinciler veya ikinciler ağırlık kazanırsa o devrimler neşeyle, coşkuyla, heyecanla kutlanır ama üçüncüler güçlendi mi işte bugün olduğu gibi olur. Önce birileri, sonra onların sözde rakibi bir tek adam gelir, koltuğa oturur ve sarayından kalkıp Meclise gelmeye tenezzül bile etmediği göstermelik kutlamalar yapılır.

Şimdi, göstermelik kutlamalarda insanları saygıya davet ediyoruz, saygı duruşuna çağırıyoruz. Ben diyorum ki: Arkadaşlar, çocuklarımız için hepinizi kaygı duruşuna davet ediyorum; kaygı duymamız lazım, kaygılı olmamız lazım.

Bakın "Bugün 23 Nisan, neşe doluyor insan." derdik, hatırlıyor musunuz? Şimdi artık pek neşe dolan yok; iktidar sayesinde çeşitli duygular yaşıyoruz, bayağı doluyuz ama hiç neşe dolu değiliz. Örneğin, çetelerin, yardakçıların, saraydakilerin kasası dolsun diye çarşıdan pazardan fileler boş dönüyor, hepimiz çile doluyoruz. Kadın düşmanı politikalar nedeniyle sokaklar katillerle doluyor, biz utanç doluyoruz. Binbir çileyle okumuş insanlara "Giderlerse gitsinler." diyorlar, insanca yaşamak için yurt dışına gidiyorlar; biz hasretle, özlemle doluyoruz. Yiyecek bulabilmek için pazar akşamlarında artıkları toplayanları görünce gözlerimiz doluyor. Evlatlarının katillerini bulmak için mücadele eden anneler babalar kahırla doluyor. Yurttaş kirasını ödeyemezken ev alana vatandaşlık bedava oldukça öfkeyle doluyoruz. Ezcümle arkadaşlar, iktidarınızda tüm acı duygularla dopdoluyuz.

Yine eskiyi hatırlatacağım "Büyüyünce ne olacaksın?" derdik, onlar da "Doktor olacağım, mühendis olacağım, öğretmen olacağım." derdi. Şimdi o çocuklara değil, iktidara soruyorum: Ne olacak bu çocuklar ya, ne olacak? Gurbetçi mi olacaklar, mülteci mi olacaklar, cemaat yurtlarında canlarından mı olacaklar, istismar kurbanı mı olacaklar, sizden değillerse yok mu olacaklar? Size kalsa öyle olacak ama size bırakmayacağız.

Bakın, ben bu kürsüde defalarca iktidarın neler yediğini anlattım. Bugün, bizim çocuklarımız, onlar yedi diye ne yiyemiyorlar onu anlatacağım. Çocuklar et yiyemiyor, yumurta yiyemiyor, peynir yiyemiyor, süt içemiyor; meyveyi sebzeyi televizyonlarda, reklamlarda ya da zam haberlerinde görüyor.

Bakın, değerli arkadaşlar, çocuklar "Anne, baba bisküvi, çikolata." diyemiyorlar artık; ailelerinin durumunu gördükleri için o acıdan bunu bile isteyemiyorlar. Yani "tek adam" diye çıktığınız yolda çocukları tek öğünle geçinmeye mahkûm ettiniz. Maalesef söyleyeceğim, siz, çocukların hayallerini çaldınız, umutlarını, geleceğini çaldınız. İşte, bu yüzden, bilin ki aynı zamanda isyan doluyuz. Çocukken öğretmenlik hayali kuranlar vardı ya, şimdi onlar atanamıyor; onların hayali aydınlık nesiller yetiştirmekti, sayenizde faturalara, ev kiralarına para yetiştirmeye çalışıyorlar. Matematik öğretmenleri sizin hesaplayamadığınız enflasyonun altında eziliyor. Size bir şey söyleyeyim: Sizi, ne tarih affedecek, ne atanamayan tarih öğretmenleri affedecek ve bilin ki o sevdalısı olduğunuz koltuklardan bugününü, yarınını çaldığınız çocuklar indirecek.

Buradan genç kardeşlerime seslenmek istiyorum: Tarih sizi yazacak kardeşlerim. "Doğduklarında iktidar olan partiyi defettiler." diye anılacaksınız, "İçine doğdukları karanlığı yırtıp attılar." diye anılacaksınız, "Bu ülkeyi aydınlığa çıkardılar." denilecek sizin için.

Bilin ki biz bundan sonra sadece ve sadece o güzel günler için yaşıyoruz. Hani, çalışmak zorunda bırakılan çocuklarımızı, sokakta dilenen çocuklarımızı, zorla evlendirilen kızlarımızı törenle yeniden okullara göndereceğimiz günler için; çaresiz kalıp yurt dışına gidenleri şarkılarla, türkülerle geri getireceğimiz için; hani, o her devlet kurumunun her odasına astığınız Tayyip Erdoğan portreleri var ya, onları indirdiğimizde göreceksiniz, memleket nasıl neşeyle dolacak.

Ve arkadaşlar, bu neşeyle ülkeyi hep birlikte yeniden kuracağız.
Çocuklarımız için aydınlık bir gelecek, sosyal adalet, toprak, ekmek, güven, eşitlik, özgürlük, barış dolu bir dünyayı hep birlikte kuracağız. Bizim bu iddiamızı duyunca gülümsediğinizi görüyorum ama aklınızdan çıkarmayın yüz iki yıl önce yaptığımız şey bir devrimdi. Bu ülkede halk ne zaman sıkışsa oradan bir devrimle çıktı, yine çıkacağız. Yüz iki yıl önce Meclisi kurarak egemenliği bir sülaleden aldık, yine alacağız. Yüz iki yıl önce saray rejimi vardı, tarihe gömdük, yine gömeceğiz.

BİR FOTOĞRAFIN HİKAYESİ VE ATATÜRK’ÜN YÜCELİĞİ!

Cumhuriyetin kuruluşunun 6. Yılında, birinci Meclis önünde Atatürk ve devlet erkânının çıkışının görüntülendiği meşhur fotoğrafın özel bir hikayesi var. Tolga Aydoğan tarafından kaleme alındı;

“Atatürk Fevzi Çakmak'ın kızının düğününde tüm davetliler arasında fotoğraf çekmeye çalışan bir genci fark etti. Yanına gidip gülümseyerek bu çelimsiz gence "Adın ne senin çocuk?" diye sordu. Genç şaşırdı bir anda, neticede Kemal Paşa yanına kadar gelip adını sormuştu, kekeleyerek "Efendim benim adım Ali Rıza" dedi.

Atatürk yine hoşnutça gülümseyerek "Bilir misin, benim babamın adı da Ali Rıza, nerelisin peki?" "Üsküplüyüm paşam." Kemal Paşa belki de babasıyla adaş olduğundan bir anda kanı kaynamıştı bu genç adama. Akabinde "Peki madem, sana bundan böyle 'Sarı' diyeceğim. Artık hususi fotoğrafçılarımdan olacaksın, anlaştık mı?" Gözleri parlayarak "Emredersiniz paşam!" dedi genç adam. Gencecik Ali Rıza belki de hayatının en ilginç ve en güzel gününü yaşıyordu.

Vatanı kurtardığı için sonsuz hayranlık beslediği Kemal Paşa'nın yakınında olacak ve fotoğraflarını çekecekti. Ne büyük bir gurur!

Vazife aldığı yıllarda Atamızın çok fotoğrafını çekti ama içlerinden biri vardı ki işte o tarihe geçecekti. Meclisin önündeki o meşhur poz…

29 Ekim 1929…

Cumhuriyet Bayramı coşkusu büyük bir şevkle kutlanmaktadır.

Kemal Paşa ve beraberindekiler Meclis'ten çıktıklarında gazeteciler fotoğraf çekmek için adeta birbirlerini ezmektedir. O an Ali Rıza itiş kakış içinde bir omuz darbesiyle yere yuvarlanır. Ayağa kalkıp, kadrajı ayarlayıp fotoğrafı çekene kadar Atatürk ve beraberindekiler çoktan Meclisin önünden ayrılmış ve Ankara Palas'ın önüne kadar ilerlemiştir.

Ali Rıza bu tarihi anı çekemediği için üzüntüyle taşın üzerine oturup hüngür hüngür ağlamaya başlar.

Çok geçmeden uzaktan Kemal Paşa'nın sesini işitir. Kendine has o güzelim Rumeli şivesiyle "Hey Sarı! Söyle bakalım neden ağlıyorsun?" Birden irkilip ayağa kalkar Ali Rıza.

Gözyaşlarını silip "Paşam" der ve yanına gider, fotoğrafı çekemediğini anlatır. Kemal Paşa gülümseyerek, 'Canını sıktığın şeye bak bre çocuk!'

Atatürk büyük bir olgunlukla tüm devlet erkanına seslenerek "Arkadaşlar tekrar içeri girip yeniden çıkacağız. Sarı bizim fotoğrafımızı çekecek!" Devlet erkanı bu durumu garipser.

Bir fotoğrafçı, fotoğraf çekemedi diye koskoca bakanlar, mebuslar tekrar Meclisin önüne gidip aynı pozu mu verecek? Verecek evet! Çünkü Atatürk'tü bunu isteyen. Ali Rıza'nın gözyaşlarına kıyamayan o yüce Atatürk…

6’LI MASADAN ORTAK BİLDİRİ

Altı muhalefet partisi genel başkanı, Demokrat Parti lideri Gültekin Uysal'ın ev sahipliğinde üçüncü kez bir araya geldi. Görüşmenin ardından ortak açıklama yapıldı.

“Milli Egemenliğimizin kaynağı Gazi Meclisimizin, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 23 Nisan 1920’de açılışının 102. yıldönümünden bir gün sonra bir araya gelen altı siyasi partinin liderler olarak, TBMM’ye yeniden itibar kazandıracak ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ konusundaki kararlılığımızı bir kez daha teyit ediyoruz.

Bu bağlamda, iktidarın yeni seçim yasası ile yapmak istediği siyaset mühendisliğine karşı iş birliğimizi derinleştirerek sürdürme yönündeki çalışmalarımızı gözden geçirdik. Yoksullaşmayı derinleştiren hayat pahalılığı ve yaşanan ekonomik yıkım sürecinden çıkış yolları konusunda da görüş alışverişinde bulunduk.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçiş sürecinin anayasal ve yasal çerçevesi, seçim güvenliği ve işbirliğimizin temel ilke ve hedefleri konularında oluşturmaya karar verdiğimiz çalışma gruplarının görev alanları ve çalışma yöntemlerini ele aldık.

Bu çerçevede anayasal ve yasal mevzuatla ilgili çalışma grubu;

Siyasi ahlak yasası,

Ekonomik ve Sosyal Konseye işlerlik kazandırılması ile ilgili düzenlemeler,

Merkez Bankası bağımsızlığının teminat altına alınması,

Uzun vadeli strateji ve planlamadan sorumlu bir kurumsal yapının oluşturulması, konularında yasal hazırlık yapılması için görevlendirilmiştir.

Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda liderler olarak birçok kez vurguladığımız gibi uzlaşmacı, özgürlükçü, demokratik değerleri içselleştirmiş, milletimizin tamamını kucaklayan, siyasi ahlak ilkelerini benimseyen, liyakat sahibi bir aday belirleyeceğiz.

Ayrıca, bugün ABD Başkanı Joe Biden’ın tarihi gerçekleri siyasi istismar aracı yapan açıklamasını kınıyor, geçen sene ‘soykırım’ ifadesinin ABD Başkanı tarafından ilk kez kullanılmasına güncel kaygılarla sessiz kalan iktidarın bu ağır vebalin ortak sorumluluğunu taşıdığını vurguluyoruz.”