ÖYLE KOLAY KAZANILMADI BU VATAN -2-

Yılmaz Özdil’in Mustafa Kemal’inden devamla;

Kayseri, Mucur, Hacıbektaş, Kırşehir, Kaman... Mustafa Kemal, Sivas'tan Ankara'ya dokuz günde ulaşabildi. Ankara'nın nüfusu 20 bin kadardı. Evleri kerpiç, sokakları daracıktı. Çoraktı, ağaçsız yeşilsiz, çıplak bozkırdı. En ufak rüzgârda toz bulutu içinde kalıyordu. Yağmurda çamur deryasıydı. Ne otel ne lokanta vardı. Evlerde elektrik yoktu. Su, kuyudandı.

Mustafa Kemal de memlekete çeki düzen vermeye başlamıştı.

Ankara'da ilk iş... Kuvayı Milliye'yi örgütledi. "Kuvayı Milliye, namuslu bir insanın yastığının altındaki tabancaya benzer, namusunu kurtarması için hiçbir ümit kalmadığı anda, hiç olmazsa intihar etmeye yarar" diyordu. Millete hitaben beyanname yayınlamak istedi. Eksik gedik harfleri olan, anca tek sayfa basabilen köhne bir matbaa bulunabildi. Ankara'da başka seçenek yoktu. "Beyannameye fotoğraf koyalım" dediler. Fotoğrafsız olmazdı... Çünkü, Mustafa Kemal kurtarıcıydı ama herkes sadece ismini biliyordu. Yüzünü kimse tanımıyordu! Valizlerini altüst etti. Yok. Fotoğrafı yoktu. E, şehirde fotoğrafçı da yoktu. Ne yapmalı? İstanbul'a Yunus Nadi'ye telgraf çekildi. Yeni Gün gazetesinde at üstünde fotoğrafı çıkmıştı. O fotoğrafın klişesini acilen göndermesi istendi.

Yunus Nadi klişeyi temin etti. Atlı kuryeyle Ankara'ya gönderdi. Şartlar bu denli zordu. Beyannamenin basılması 10 günü bulmuştu. O ilkel şartlarda, iletişim dehasıydı. Telgrafı internet ağı gibi kullanıyordu. Memleketin kılcal damarlarına adeta e-posta gönderir gibi, whatsapp mesajı atar gibi telgraf çekiyordu.

Telefon yokken, uydu yokken, resmi dairelerin bile çoğunda elektrik yokken, isimsiz kahraman telgrafçılarımız sayesinde uçan kuştan haberi oluyordu.

Kurtuluş Savaşı'nın sonunda "zaferi nasıl kazandınız?" diye soran yabancı gazetecilere "telgrafın telleriyle" cevabını verecekti.

Sivas Kongresi'ni takip eden Chicago Daily News muhabiri Louis Browe şu haberi yazmıştı: "Bu gece burada gördüğüm kadar iyi işleyen bir telgraf şebekesini ömrümde görmedim. Yarım saat içinde Erzurum, Erzincan, Musul, Diyarbakır, Samsun, Trabzon, Ankara, Malatya, Harput, Konya ve Bursa'yla irtibat halindeydiler.

Telin bu ucunda Mustafa Kemal oturuyor, öbür ucundaki komutanlar, mülki idare amirleri onum emirlerini sorgusuz sualsiz yerine getiriyordu."

İngiliz istihbaratı Londra'ya rapor üstüne rapor yolluyordu: “Mustafa Kemal gittiği yerlerde en önce telgraf merkezlerini ele geçiriyor."

Güya Londra'yı haberdar ediyorlardı ama... Aslında burunlarının ucundan haberleri yoktu!

Sirkeci'deki Büyük Postane'nin bodrumunda gizli telgraf merkezi kurulmuştu. İkinci kattaki muhabere salonundan bodruma çaktırmadan hat çekilmişti.

s1-6

Vatansever telgrafçılarımız mesai bittikten sonra binaya sızıyor, yeraltındaki odada gaz lambasının ışığında sabaha kadar çalışıyorlardı.

Anadolu'ya mesaj gitmesin diye kapıda nöbet tutan süngülü İngiliz askerlerinin ruhu bile duymuyordu. Silah, cephane sevkiyatı, Anadolu'ya geçecek subayların sahte kimlik belgeleri, İngiliz casusların isim listesi gibi hayati konularda kesintisiz trafik yaşanıyordu.

Direksiyon binasından Mim Mim Grubu'na iletilmek üzere, bazı günler 400'ün üzerinde şifreli telgraf geliyordu.

Ankara-İstanbul arasında vızır vızır kurye dolaşıyordu.

Hatlar kesildiğinde şifreli mesajlar elden ulaştırılıyordu. Mustafa Kemal'in kod adı “Nuh"tu. Mesajlarının altına imza olarak “Nuh" yazıyordu.

Mustafa Kemal hakkında idam fermanı çıkarıldı!

Vahdettin'in fermanına göre... Mustafa Kemal "fitne fesat"tı. "Halktan zorla para topluyor"du. "İtiraz edenlere işkence yapıyor"du. "Şehirleri yakıp yıkıyor"du. "Görüldüğü yerde öldürülmeli"ydi.

Yetmedi, idam fetvası verildi. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah efendinin fetvasına göre... Mustafa Kemal "padişahın sadık tebaasını yalanlarla aldatıyor" du. "Dinimizin emirlerine aykırı olarak maddi çıkar sağlıyor"du. "Masum kulların mallarını gasp ediyor" du. "Hilafet makamının gücünü zayıflatmaya çalışıyor"du. "Yüce İslam hilafetine isyan ediyor"du. "İslam'ın yüce kuralları gereğince öldürülmesi meşru ve farzdı. "Müslümanların adaletli imamı halifemiz Vahdettin han hazretlerinin etrafında toplanıp, Mustafa Kemal'le savaşmak vacip"ti. Yani... Kuvayı Milliye'ye karşı cihat ilan edilmişti!

Bu fetva onbinlerce kopya çoğaltılarak, Yunan ve İngiliz uçakları tarafından Anadolu şehirlerine atıldı. İngiliz zırhlıları tarafından Karadeniz limanlarında sandık sandık dağıtıldı.

Saray'ın idam fetvasına karşı, Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat başkanlığında, yurtsever imamlar tarafından "Anadolu fetvası" yayınlandı.

21 kişilik din heyetiyle hazırlanan Anadolu fetvasına göre... "Halifelik makamı düşman devletlerin işgali altında"ydı. "İngiliz kanunları tatbik ediliyor"du. "İzmir, Adana, Antep, Maraş, Urfa'ya tecavüz ediliyor"du. "Düşman tarafını tutanlar en büyük günahı işlemiş olur"du. Bu nedenle "düşmana karşı açılan savaşta ölenler şehit, hayatta kalanlar gazi olur"du. "Düşman devletlerin zorlamasıyla çıkarılan fetvalar dinen muteber olmaz"dı. Mustafa Kemal hakkında "katli vacip" diye idam fetvası çıkarıldığında, şeyhülislam tarafından Kuvayı Milliye'ye karşı "cihat" ilan edildiğinde, işgal altındaki topraklarımızda neler oluyordu?

Yunan işgalinde neler olduğu, bizzat bir Yunan tarafından, araştırmacı gazeteci Tasos Kostopoulos tarafından belgelendi. 2007 yılında kitap haline getirildi.

s2-6

1919-1922 Savaş ve Etnik Temizlik adını taşıyan bu belgesel kitapta, bizzat işgale katılan Yunan askerleri anlatıyordu... “Uşak yakınlarında köyde Türk kadınları, çocuklar ve yaşlılar camiye kapanmıştı. Bizim askerler arasındaki reziller etraftan ot topladılar, sonra da otları yakıp caminin penceresinden içeri attılar. İnsanlar dumandan dışarı koşuştular. O zaman da bizim reziller kadın ve çocuklara atış talim tahtasıymış gibi ateş etmeye başladılar." "Eve girdim. Ölü bir Türk ihtiyarın cesedi üzerinden geçtim. İçeriden sesler geliyordu. 10 kadar askerimiz bir Türk kızının eteklerini kaldırmışlar, zorla dans ettiriyorlardı. Beni görünce 'gel sen de mezeden tat' dediler. 'Ayıp' dedim. Türk kızı yanıma koştu, ayaklarıma kapanarak 'kurtar' dedi.

Askerlere yalvardım, kadındır yapmayın dedim. Biri süngüsünü çıkarıp bana yöneldi. Kaçmak zorunda kaldım; Kızın çığlıklarını unutamadım."

23 Nisan 1920, cuma. Hacı Bayram Camii'nde mahşeri kalabalık toplanmıştı. Bizzat Mustafa Kemal tarafından kaleme alınan ve yurdun her köşesine ulaştırılan “millete açık davetiye" de şöyle deniliyordu: “Allah'ın izniyle Nisan'ın yirmi üçüncü cuma günü, cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılacaktır."

Meclis binası tamamlanmamış bir binaydı. İnşaatına 1915'te başlanmış, yarım kalmıştı. Pencerelerinde cam yoktu. Çatısında kiremit yoktu. İç sıvası bile yapılmamıştı. Elektrik yoktu. Başkanlık kürsüsünün arkasındaki duvarda yarık vardı, soğuk giriyordu, Ali Fuat paşanın seccadesi oraya çivilenmişti. Bir okuldan sıralar getirilmişti. Odun sobası kurulmuştu. Kahvelerden toplanan gaz lambaları tavandan sarkıtılmıştı. Ankara'da kiralık ev yoktu. Zaten para da yoktu. Milletvekilleri öğretmen okulunda 25 kişilik koğuşlar halinde kalıyorlardı. Karyolalar yetmemişti, yer yataklarını bitiştirip yatıyorlardı.

s3-6

Battaniye benzeri örtü ayarlayıp açık arazide, çayırlarda, ağaç altlarında yatanlar bile vardı, çoğu sıtmaya yakalandı. Yemek ciddi sorundu. Adam başı 55'er kuruş toplayıp, tabldot sistemi kurmuşlardı. Bakkalın, manavın malına çökmüyorlar, veresiye talep etmiyorlardı, parasını ödemeden ekmek bile almıyorlardı. Meclis tutanakları dilekçe kâğıtlarının arkasına yazılıyordu. Hatta kese kâğıtlarına bile yazılıyordu. Milletvekillerinin çoğu fiilen cephede vuruşuyordu. Fırsat buldukça Meclis'e geliyorlardı. Mustafa Kemal her zaman, kapıdan girince sol tarafta Diyap Ağa'nın yanına otururdu. Önünde daima bir defter, elinde bir kurşunkalem olurdu, kürsüde dile getirilenleri not alırdı. Konuşmak için söz istediğinde kaleminin tersiyle sıraya üç defa vururdu.

Diyap Ağa’nnın sadece yaşına değil, yurtsever karakterine saygı duyardı, Bitlis'in kurtuluş mücadelesinden beri tanırdı, birlikte vuruşmuşlardı. Ağustos 1921'de Ankara'nın işgal edilme tehlikesi doğduğunda, Meclis'in Kayseri'ye taşınması teklif edildiğinde, Diyap Ağa hiddetle kürsüye çıkmıştı. “Buraya kaçmaya mı geldik, kavga edip ölmeye mi? Meclisi taşımak istiyorsanız, buyurun gidin, ben tek başıma bile kalsam son kurşunuma kadar savaşırım, son kurşunu da kafama sıkarım" demişti. Mustafa Kemal'in Meclis'te daima yanına oturduğu, ağabey hürmeti gösterdiği Diyap Ağa, işte buydu. Tek tip düşünce yoktu, biat yoktu. Birinci Meclis, Mustafa Kemal'i sevenlerden çok, sevmeyenlerden oluşuyordu, kıyasıya fikir mücadelesi verilirdi. Kavgalar çıkardı. Hatta bir gün... Resmi nikâh için tıbbi muayene şartı tartışılıyordu, gelin ve damat adaylarının mutlaka doktor kontrolünden geçirilmesi önerilmişti, muhalif bağnaz grup “kızlarımızı muayeneden geçirtmeyiz" diye bağırıyordu.

Mustafa Kemal tıbbi muayene önerisini desteklemek için kürsüdeydi, konuşma yapıyordu.

İlk günden beri Mustafa Kemal'e karşı olan Erzurum milletvekili Hüseyin Avni, kendini tutamadı, sobanın önünde yığınla duran odunlardan birini kaptı, kürsüye doğru hışımla fırlattı... Zabıt kâtiplerinden Hamdi'nin suratına denk geldi, dişleri kırıldı, adamcağız bayıldı. Mustafa Kemal soğukkanlılığını kaybetmedi, bu çirkin saldırı hiç yaşanmamış gibi, bilimsel verilerle anlatmaya devam etti. Hüseyin Avni utandı, meclisten özür diledi, sonra da oturdu, sustu.

Karşıt fikirlere engin hoşgörülüydü. Muhalif bir milletvekilini kendisine şikâyet ettiklerinde “namus kriteri"ni izah ediyordu... “O mebusun muhalefetine katlanın, çünkü namuslu adamdır, diyelim ki onu bertaraf ettiniz, yerine hem muhalif hem namussuz biri geldi, o zaman ne yapacaksınız?" diye soruyordu. Meclis'te muhalefet olmasını özellikle teşvik ediyordu. “Meclis'i oyun olsun diye mi kurduk? Bilakis, fikir ve kanaatlerini açıkça söylesinler diye kurduk, elbette tenkit edecekler, tenkit de vazifedir, niçin sinirleniyorsunuz, yoksa kendinizden emin değil misiniz, icraatınızda müdafaa edemeyeceğiniz noktalar mı var?" diyordu.

TBMM'de az daha öldürülecekti.

1926'da İzmir'de bombalı suikast hazırlığında suçüstü yakalanan ekip, aslında bu bombalı suikasti altı yıl önce 1920'de Meclis'te gerçekleştirmeyi planlamıştı.

Aralarında milletvekillerinin de bulunduğu suikast şebekesi, Laz İsmail ve Gürcü Yusuf isimli tetikçileri İstanbul'dan Ankara'ya getirtmişti. Ceplerine bol miktarda para konulmuş, Parabellum marka tabancalar verilmişti. Tetikçiler misafir davetiyesiyle Meclis'e girip, dinleyici sıralarında oturumları izliyormuş gibi görünürken, keşif yapıyorlardı.

Dinleyici sıralarından Gazi'nin oturduğu yere olan mesafeyi ölçüyorlardı, fırlatacakları el bombalarının etki alanını hesaplıyorlardı. Silahlı pusu planı da yapmışlardı. Çankaya Köşkü'nün etrafında, Mustafa Kemal'in sık sık geldiği Ankara Kulübü'nün etrafında, sürekli kullandığı güzergâhlarda inceleme yapmışlardı. Saldırıdan sonra kaçıp saklanacakları çiftliği bile belirlemişlerdi. Neyse ki Kuvvacıların kulağı delikti... Bu iki tuhaf kişinin habire Meclis'e gelmeleri, bazı milletvekilleriyle fısır fısır konuşmaları, hep aynı milletvekillerinin evlerine girip çıkmaları şüphe uyandırdı. Gölge gibi takip başlatıldı. Suikast şebekesi huylandı. Baskın yiyeceklerini anladılar, planı iptal ettiler.

Tetikçiler apar topar İstanbul'a gönderildi. Aynı ekip altı yıl sonra yine sahneye çıkacaktı. Mustafa Kemal'in içinde bulunduğu makam otomobiline İzmir Kemeraltı'da bombalı saldırı planladılar. Karşılıklı iki dükkândan bombaları atacaklar, çapraz ateş açacaklar, yan sokakta bekleyen otomobille Urla'ya kaçıp, balıkçı motoruyla Sakız adasına geçeceklerdi.

Motoru kullanması için 600 liraya kiralamak istedikleri Giritli Şevki, Milli Mücadele'de Ege dağlarında vuruşmuştu, sarı efe lakaplı Edip beyin zeybeğiydi.

Maalesef sarı efe de suikast şebekesindeydi. Giritli Şevki namuslu adam mıydı, yoksa yakalanırım diye korkmuş muydu, orası bilinmez ama, bu ihanetin içinde yer almak istemedi.

Acilen Mustafa Kemal'e iletilmek üzere İzmir Valisi'ne mektup yazdı, şebekeyi ihbar etti. İzmir suikasti planı böyle çöktü.

Bir başka suikast girişimi 1921'de yine Ankara'da yaşandı. Bu defa İngiliz istihbaratı bizzat denemişti. Mustafa Sagir adındaki Hintli, çocuk yaşlarında Londra'ya getirilmiş, Oxford Üniversitesinde okutulmuş, İngiliz gizli servisi tarafından eğitilmişti. Türkçe, Arapça, Almanca, Farsça öğretilmişti. Afganistan'daki görevi sırasında, bağımsızlık mücadelesi veren Afgan emiri Habibullah Han'ın suikastla öldürülmesini organize etmişti.

s4-4

1920 yılında Hint Hilafet Cemiyeti kisvesiyle İstanbul'a geldi. Yoksullara bol keseden para dağıttı, halk arasında sevilen sayılan biri oldu. Kuvvacılarla temas kurdu. Kuvvacılara güven sağlamak için düzmece bir baskınla İngilizler tarafından güya tutuklandı, 17 gün hapis yattı.

Serbest kalır kalmaz Ankara'ya geçti, İngiliz zulmüne uğramış bir Müslüman olarak (!) milletvekilleriyle dostluk kurdu. Hint Hilafet Cemiyeti olarak üç milyon altın topladıklarını, bu altınları Ankara'ya getireceğini filan söylüyordu.

Aslında, İstanbul'dan, Mim Mim Grubu'ndan çoktan haber uçurulmuştu... Mustafa Kemal, hayırsever Müslüman'mış gibi davranan bu Hintli'nin örtülü kimliğini biliyordu, “mükemmel casustur, dikkatli olmalı" dedi. Gizli ilişkilerini saptamak için takip edilmeye başlandı.

Mehmet Akif Ersoy'la samimiyet kurmuştu. Taceddin Dergâhı'na gidip geliyordu. Hatta Taceddin Dergâhı'nı posta adresi olarak vermişti. Hint Hilafet Cemiyeti'ne ulaştırılmak üzere mektuplar yazıyordu, kuryelerle İstanbul'a gönderiyordu, kuryelerle cevap mektupları geliyordu.

Önceleri “dindar" diye Mustafa Sagir'e sahip çıkan Mehmet Akif Ersoy, zamanla kuşkulanmaya başlamıştı. Bu mektup trafiği konusunda Kuvvacıları bilgilendirdi. Mektuplar gizlice ele geçirildi, incelendi. Hal hatır soran sıradan mektuplar gibi görünüyordu. Ama biraz daha dikkatli bakılınca, anormallik vardı. Bir iki satırlık mektup için fazla büyük kâğıt kullanılmıştı. Satırlar mektubun beşte birini bile kaplamıyordu... Gerisi boştu. Kuvvacıların kimyageri Avni Refik bey, mektubu mum ışığına tutarak hafif ısıttı. Bingo... Kâğıdın boş alanlarındaki görünmeyen satırlar ortaya çıktı. Mürekkep yerine amonyakla yazılmıştı.

Hint Hilafet Cemiyeti'ne değil, İstanbul'daki İngiliz istihbarat komutanına, albay Nelson'a gönderiliyordu. Mustafa Kemal'in yaşadığı yerler, sık sık uğradığı mekânlar, kullandığı güzergâhlar, yakın arkadaşlarının evleri gibi "keşif" notları vardı. İşbirlikçi muhbir ağıyla suikast hazırlığı yapıyordu.

Sorgusunda "suikast" planını itiraf etti. Pazarlık etmeye çalıştı. Affedilmesi ve serbest bırakılması karşılığında İngilizler hakkında bildiklerini anlatabileceğini söyledi.

İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı, asıldı.

Devam edecek…