İç veya dış fark etmez, başımıza gelen bütün gaileler yönetilme şeklimiz ve yöneticilerimizin becerisi(!) ile ilgili. Ama öyle diyecek halleri yok ya haliyle bir iç-dış düşman icat ediliyor, ‘oyun büyük’ deniliyor, bu şekilde taban konsolide edilirken sorumluluktan kurtuluyorlar.
Bu yangı olayları da böyle oldu.
Algı operasyonlarıyla muhalefet hain, kendilerini eleştiren her kim varsa düşman edilerek hedef gösterildi.
Bir yandan İç İşleri Bakanlığı “Sosyal medya üzerinde boş durmayanlar var; 3 bin 246 içerik tespit ettik, 172’sine işlem gerçekleştirildi” diye sözüm ona yangınla mücadele ederken, gaza gelen taban da muhalefete saldırmaya başladı.
Muhalefetin suçu, devleti ve hükümeti, yangınları söndürmekte aciz, yetersiz göstererek aşağılamak şeklinde taraf edilince, birileri de gitti, Halk Tv canlı yayını bastılar.
Canlı yayın konuklarından bir tanesi de Murat Ağırel’di.
Sürekli yolsuzluk üzerine araştırma haberlerine imza atan Murat Ağırel…
Yangınlar başlayınca, bölgeye koşan, söndürme çalışmalarına gönüllü katılan, günlerdir canını ortaya koyan Murat Ağırel…
Gerisini kendisinden dinleyelim;
“Ben ilk başta hem yangınla mücadele edenlere yardım etmek için hem de gazetecilik görevimi yapıp kamuoyuna gerçeği olduğu gibi aktarmak için Bodrum'a geldim.
Yerel müdahale ekibiyle Kissebükü’ne ve Fesleğen’e gittim.
Saatlerce mücadele ettik ne helikopter var ne uçak var hiçbir şey yok.
Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, 5 gündür uykusuz vaziyette yangınlarla mücadele ediyor, ayağında spor ayakkabıyla. Sadece o değil bütün belediye başkan yardımcıları belediye ekipleri, çöpçülere kadar herkes söndürmeye geldi. İnanılmaz mücadele verdiler.
Fakat ne yazık ki sanki bu kadar mücadele etmemişiz gibi akşam da haksız bir saldırıya uğradık.
Yangından çıkınca Halk TV'de yayına davet edildim. Biz yayındayken 5 kişilik bir grup arkamızdan gelip "bir saniye, bir saniye bunu yapamazsınız durdurun" dediler.
"Burası Halk TV değil mi bizim de söz hakkımız var" deyince Gökmen Karadağ da "Tamam ne ise iletmek istediğiniz, itirazınız, not alayım yayında okuyayım" dedi.
Ama illa canlı yayına katılmak istediler.
İsmail Saymaz, "içinizden bir kişi gelsin canlı yayına katılsın. Yanlış söylediğimiz bir şey varsa itirazını iletin" dedi.
Onlar "eğer canlı yayına başlar da aynı şekilde yayın yaparsanız canlı yayına müdahale ederiz" deyince tartışma kavgaya döndü. Bir tanesi soda şişesini alıp bütün görüntüleri ben çekiyorum diye üzerime saldırdı.
Polisler geldi. Sabaha kadar ifade işlemleriyle uğraştık. Bağımsız gazetecilik ve memleket adına bu kadar uğraşırken halen iktidar yalakası isimlerin oturdukları yerden ahkam kesmelerini ise sizin takdirinize bırakıyorum.”
Görüyorsunuz; hem gönüllü yangın söndürücüsü ol hem de kamu adına kamuyu doğru bilgilendirme görevini yerine getir ama kışkırtılan bir grubun saldırısına uğra!
Yetmezmiş gibi bir de hainlikle suçlan…
Bakıyorum da bunlar daha iyi günlerimiz sanki…
Her melaneti, ‘Oyun büyük, yedi düvel bize saldırıyor’ algısıyla hayali düşmanlara bağlayıp sorumluluktan kaçan bir iktidar, “Bu yangınların arkasında üst akıl var. Yangınlar, Türkiye’nin ekonomisine ve Erdoğan hükümetinin algısına yöneltilmiş bir terör saldırısından ibarettir” diye halkı galeyana getiren yandaşlar, şimdilik tabanın bir kısmını harekete geçiriyorlar ama bu daha da artacak ve korkarım toplum karpuz gibi ortadan ayrılıp birbirine girecek diye korkuyorum.
Yapmayın! Aklınızı başınıza alın!
Bütün bunlar komplo dahi olsa eninde sonunda iktidarın nasıl yönettiği ile alakalıdır.
Devlet güçlüyse, zaten önlem almıştır, felaket olduğunda da hızla kontrol eder, “arkasında üst akıl var” gibi komplolara sığınmaz.
Devlet güçlüyse, karşılaştığı felaketin gerçek failinin kim olduğunu zaten saptar ve öyle “üst akıl” gibi soyut özneye gönderme yapmadan somut faile işaret eder.
İşaret etmekle kalmaz, hesap sorar.
Bunu yapamayan ve yapmayanlar da ‘komplo teorilerine’ sığınır.
Olup biten budur…