Tevatür zannediyordum, meğerse Cübbeli’nin Cennet terliği pazarlama işi gerçekmiş, videosunu da izledim.

Olabilir mi böyle bir şey? Hele ki Anayasa ve yasalar orada dururken bir cemaat veya lideri insanları ‘cennete götüren terlik’ ile kandırabilir mi? Kandırırsa bunun bir yaptırımı olmaz mı?

Maalesef olmuyor.

15 Temmuz’dan hiç ders almamışız ki ülkede yine tarikatlar ve cemaatler cirit atıyor, bürokrasiye hakim olmaları da cabası…

Bugün Cuma hutbesi niyetine eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu'nun 15 Temmuz Meclis Araştırma Komisyonundaki görüşlerini aktaracağım;

Emin olun bu 15 Temmuz olayından en fazla zarar gören dini değerler oldu, İslam dininin yüce değerlerinin böyle sorumsuzca, hunharca, hoyratça istismar edilerek darbeye adeta araç kılınması oldu. Öyle sanıyorum ki çocuklarımızın, torunlarımızın zihninde İslam dininin değerleri konusunda, İslam konusunda, din konusunda ciddi soru işaretleri bıraktı.

Dini yapılanmaların bizatihi bir tehlike olduğunu ifade etmiyorum.

Dini cemaatleşmeler, dini yapılanmalar vatan için millet için demokrasi için milletçe birlik bütünlük için bir tehlikedir anlamına gelmez bu ama bu Mehdici, Mesihçi, Allah'la görüşen, peygamberle görüşen, gizemlerle dolu bir dini propagandanın ve telkinin bir enfeksiyon alanı oluşturduğunu ve uygun şartlar oluştuğunda uluslararası ilişkilere ve kanlı veya gizli hesaplara girebileceğini anlatmak istiyorum.

Türkiye, din konusunda bir yol ayrımında.

Mehdici, Mesihci, deccalci, tekfirci, yani insanları kolayca tekfir edebilen, kolayca deccal diye hedefler gösterip kin ve nefreti oralarda yoğunlaştırabilen, Mehdi, Mesih beklentisiyle, kerameti kendinde menkul gizemli bir din anlatımıyla insanların zihinlerini bulandıran, dini değerleri istismar eden bir din yolundan mı yürüyeceğiz yoksa İslam dininin açık, seçik, arı duru, Diyanet İşleri Başkanlığının bugüne kadar koruduğu, Kur'an'a, sünnete ve dinin sahih bilgisine bağlı bir din yolundan mı yürüyeceğiz?

Bu 15 Temmuz öyle zannediyorum ki bizi böyle bir yol ayrımına da getirmiş oldu.

Bu yol ayrımında olmak demek, dini cemaatlerin bir realite olarak var olmasını inkar etmek, onlarla mücadele etmek değil.

Onları kendi alanlarında ve kendi çizgisinde kalmasını sağlamak ve aklımızı din konusunda doğru aydınlatmayı da Diyanet İşleri Başkanlığına, ilahiyat fakültelerine ve İslam dininin arı-duru, aydınlık bilgisine bırakmak gerekiyor.

15 Temmuz'dan bir ilahiyatçı olarak çıkaracağımız bir ders varsa o da din konusunun ciddiye alınması gerektiği; merdiven altında, kapalı kapılar altında verilen dini eğitimin ve dini değer telkininin giderek sorun üretebileceği, bizatihi olmasa bile bir başka ulusal veya uluslararası bir projeyle birleştiği vakit çok kolay manipülasyona uğrayabileceği, evrilebileceği gerçeğidir.

Dinde eleştiri, doğru bilgi, rasyonalite olmadığı vakit dini bağlılıklar insanları hayattan, dünyadan, akıldan, izandan, basiretten koparabiliyor.

1800'lü yıllarda Hindistan'da ortaya çıkan Kadiyaniliğin, Amerika'daki Mormonluğun, FETÖ ile ortak paydaları var.

Kadiyanilik değişerek Mehdici, Mesihci bir harekete dönüştü. Dinde doğru bilgiyi esas almayan, gizem, sır, şifahi inançların peşinden koşulursa insanların din adına bir maceraya sürükleneceğini muhakkaktır.

Din eğitimi devletin gözetiminde, açık ve şeffaf yapılmalıdır. Dini oluşumlar, inanışlar hakkında hem ilahiyat fakültelerinin hem de Diyanet İşleri Başkanlığının daha uyarıcı olması gerekirdi.

Ancak bir devlet kurumu olan başkanlığın cemaatlerle, gruplarla belli bir mesafede olmayı, kavga etmemeyi prensip edindi.

Diyanet, dini cemaatlerin neşriyatıyla ilgili toplumu uyarıcı görevini yapmakta biraz çekimser davrandı.

Uydudan dini yayın yapan 15-20 kanal var, bunların her biri bu anlamda sorumludur.

Televizyonlarda sahte bal satılmasını daha ehven bir durum görürüm.

Ne olur? En fazla sahte baldan şeker hastası olur, sağlığına zarar verir.

Ötekinde adamın zihin dünyası alt üst oluyor.

Gizemli dini cemaatleşme çizgisinin her birinin benzeri riskler taşıyabileceğini ve o ilişki ağına girdiği vakit evrilebileceği gibi bir kaygıya sahibim.

Diyanet İşleri Başkanlığı bu çizgilerin hep dışında kalmıştır ama konu sadece Fetullahçı Terör Örgütü sebebiyle bir konu değildir.

Türkiye'deki dini cemaatleşmelerin dikkatle izlenmesi ve kendi alanında kalması gerekir. Cemaatleşmeler siyaset, ticaret ve eğitim alanına kaydığı sürece zihinlerde benzeri sapmaların yaşanabileceğini ve bunun da ileride bir başka boyuta doğru evrilebileceğini düşünürüm.

14 asırlık İslam tarihi boyunca, ne zaman sahanın dışına çıkılmış ise hep orada başka oluşumlara zemin hazırlandı ve kaymalar oldu. Bu bakımdan da konu sadece Diyaneti değil, toplumun geleceğiyle ilgilenen her kurumu ilgilendiriyor.

Diyor Ali Bardakoğlu ama başka iktidar olmak üzere kimsenin umurunda değil…