İşsizlik, iki işsiz evlat sahibi olarak benim için özel, ülke geneli itibariyle de genel bir sorun haline geldi.

Maalesef, bu ülkede milyonlarca diplomalı genç, işsizliğin pençesinde kıvranıyor.

İş bulamamanın kahrı ve ailesine yük olmanın ağırlığı altında eziliyor, hem harçlıkları olmadığı hem de utandıkları için sokağa dahi çıkamıyor, hayatlarından bezmiş, geleceğe dair umutlarını yitirmiş, Meral Akşener’in tabiri ile adeta birer ‘ev genci’ olarak hayatlarını sürdürüyorlar.

Olay resmi istatistikler ve anketlerle de sabit…

Mesela, İstanbul Planlama Ajansı'na bağlı İstatistik Ofisi, ‘Üniversite Mezunu Ev Gençleri' araştırması kapsamında yaşları 25-34 arasında değişen 402 gençle telefon destekli bir anket gerçekleştirdi.

Ankete katılanlar, 4 yıl önce mezun olmuş, yüzde 55'i kadın ve yüzde 45'i erkeklerden oluşuyor.

Aralarında yüksek lisans ve doktora eğitimi alanlar da var.

Gençlerin yüzde 76’sı önümüzdeki beş yıl içerisinde hedefini gerçekleştiremeyeceğini düşünüyor.

Yüzde 73’ü çalışmadığı için kendisini ailesine karşı mahcup hissediyor.

Ve işin püf noktası; Yüzde 87’si işsiz olmasını önemli mevkide tanıdıklarının bulunmamasına yani torpillerinin olmamasına bağlıyor.

Haksız da değiller çünkü bu ülkede diplomanın, mesleki donanımın, ehliyet ve liyakatin iş bulma konusunda bir anlamı kalmadı.

Ama bazı gençler çok şanslı…

Bizim çocuklar işsizlikten kırılırken, onlar birkaç yerden maaş bile alabiliyorlar!

Onların ehliyetine, liyakatine, diplomasına ve iş deneyimine hiç bakılmıyor.

Onlar, iktidar elit kesiminden olan ebeveynleri vasıtasıyla çok rahat iş bulabiliyor ve bırakın iş bilmezliği yolsuzluk dahil ne yaparlarsa yapsınlar kolay kolay işten de atılmıyorlar.

Kamuda bir yanlışlık yapan, eğer iktidar yanlısı değilse adli ve idari hukuk devreye giriyor ipi çekiliyor malumunuz ki örnekleri çok…

Ama yanlış yapan iktidar yanlısı ve iktidar partisi mensubu ise adli ve idari hukuk devre dışı bırakılıyor, “biz kendi içimizde hallederiz” deniliyor.

Kamu, bir partinin babasının malı değildir dediğimde abarttığımı düşünenler, AKP Grup Başkan Vekili Bülent Turhan’ın şu demecine baksınlar lütfen…

“Yanlış yapan varsa bunu ayıklamak, temizlemek partimizin görevidir. Ülkenin gündemini bunlarla meşgul etmeyin” sözünden başka bir anlam çıkıyorsa, anlatın ben de bileyim.

Bu Ülkenin İşsiz Gençleri Tembel Değil Nepotizm Kurbanı!

OECD ülkeleri içinde gençleri en çok ‘boşta gezen' ülkeyiz…

Ve dünyada birincisiyiz. Bizi İtalya, Kolombiya, Meksika ve Kosta Rika izliyor.

Genç işsizliğin en düşük olduğu ülkeler ise, şu bizi yönetenlerin bizi kıskandığını iddia ettikleri; Lüksemburg, İzlanda, Hollanda, İsviçre, İsveç, Norveç, Almanya gibi ülkeler.

Ülkemizde, ilk Meral Akşener dillendirdi ama Dünya ‘NEET’ diye tanımlanan ‘evde oturan gençler’ sorunu tartışıyor ve çözüm arıyor.

Biz, -elbette ki utancından- evde oturan gençler oranında Avrupa’da birincisiyiz.

Bu oran Avrupa Birliği’nde yüzde 13, Türkiye’de ise yüzde 30...

Bütün bunların sebebi artan nüfus olabilir mi sizce?

Bence değil ki bu ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı sürekli en az 3 çocuk önerisi yapıyor.

Demek ki Türkiye nüfusun üç katını daha rahatlıkla besleyebilecek, istihdam yaratabilecek seviyede ki ‘üç çocuk” tavsiyesi yapılıyor.

Peki, bırakın üç katını, Türkiye mevcuduna niye bakamıyor, neden istihdam yaratamıyor ve neden genç işsizlik bu kadar yüksek?

Bazı iktidar yanlılarının dediği gibi ‘iş mi beğenmiyorlar” da evde oturuyorlar?

Tembel oldukları için mi evde oturup ebeveynlerine muhtaç bir halde yaşıyorlar?

Elbette ki değil.

Biz, önce imkan ve fırsat sonra da liyakat konusunda eksiğiz…

Bunu, sair ülkelerde yaşayan Türk gençlerinin, kendilerine fırsat verildiğinde ne büyük işler başardıklarından anlıyoruz.

İmkan ve fırsat denilince, geçmişte müthiş örneklerimiz ve başarı hikayelerimiz var bizim…

Bu ülkeyi, bilmem kaçıncı padişahın bilmem kaçıncı oğlu değil, Selanikli yetim Mustafa kurdu mesela…

Ve kendinden sonra gelenlere de o fırsatı ve o imkanı sağlayacak bu sistem sayesinde Isparta İslamköylü Çoban Sülü Cumhurbaşkanı oldu.

Recep Tayyip Erdoğan bir balıkçı babanın oğluydu…

Abdullah Gül bir kundura tamircisinin…

Hiçbirisi padişah, paşa, bey çocuğu değildi…

Bunun siyasette ve bürokraside, mühendislik, tıp, temel bilimler, spor, iş dünyası gibi her alanda binlerce örneği var.

Ve fırsat verildiğinde neleri başarabileceğini tüm dünyaya gösteren, Mardin Savurlu, 8 çocuklu bir ailede eğitimsiz anne babanın büyütüp okuttuğu Aziz Sancar…

Dediğim gibi, Türkiye Cumhuriyeti’ni de padişah çocukları değil, Osmanlı coğrafyasında değişik yerlerden gelip, askeri okullarda buluşan, subay olup, kurmay olup cepheden cepheye koşan idealist gençler kurdu.

Ve onların kurdukları Türkiye’de, ülkenin en ücra köşesindeki bir çocuk bile, okuyup büyüyünce, “Cumhurbaşkanı olacağım, Genelkurmay Başkanı olacağım, profesör olacağım” hayalleri kurabiliyordu.

Bu hayaller, bütün eksik gediklerine rağmen eğitim ve liyakat sistemimiz sayesinde kurulabiliyordu…

Bugün ise diplomalı gençlerimiz, asgari ücretle de olsa bir iş bulabiliyorlarsa kendilerini şanslı hissediyorlar.

Bütün bunların sebebi, gençlerimizin tembelliği falan değil, eğitim ve liyakat sistemiyle oynanmasıdır.