Adalet çöktü… Dünya Hukuk Endeksi’nde 113 ülke arasında 99’uncuyuz. Şu Myanmar bile bizden önde…
Ekonomi çöktü… Altı sıfır atıldığında 1 dolar 1.3 liraydı, şimdi Rabia…
Yolun sonuna geldiğimizi bizzat başbakan yardımcımız Mehmet Şimşek “iki seçeneğimiz var, ya borçlanacağız, ya vergileri arttıracağız” diye izah ediyor ama dinleyen kim?
2002’de 130 milyar dolar olan dış borç, neyimiz varsa satmamıza rağmen bugün 421 milyar dolar.
İşsizli aldı başını gidiyor.
Eğitim çöktü… Altı defa milli eğitim bakanı değiştirdiler, 66 defa sınav sistemi değiştirdiler, eğitimi yapboz’a döndürdüler, sonuç; UNICEF “eğitim kalitesi” üzerine dünyada 41 ülkenin çocukları üzerinde araştırma yaptı, sonuncuyuz.
Kurtuluşumuz dedikleri ve her mahalleye bir tane açtıkları imam hatiplere gelince, katsayı engeli kalkmasına rağmen mezunlarının yüzde 82’sini üniversiteli olamıyor.
Uluslararası Yükseköğretim Derecelendirme Kuruluşu’na göre, ilk 500’de bir tane Türk Üniversitesi yok.
Küresel Barış Endeksi’nde Avrupa sonuncu, Dünyada 163 ülke arasında ise 145’inciyiz.
Basın Özgürlüğü’nde dünyanın kara listesindeyiz ki Kuzey Kore ve Çin’le yarışıyoruz.
Yaşam Memnuniyeti’nde Avrupa sonuncusu, kadın cinayetlerinde Avrupa şampiyonu, kadına şiddette dünya ikincisi, tecavüzde dünya üçüncüsüyüz.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’ne göre, yolsuzlukta ve Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre işçi sömürüsünde Avrupa şampiyonuyuz.
İnsani gelişmişlik sıralamasında her yıl düzenli olarak gerileyen tek ülkeyiz, OECD sonuncusuyuz.
Sağlık çöktü… Devlet hastanelerindeki ölüm oranı yüzde 40 arttı.
Hükümet hastanelere ameliyat karşılığı para ödüyor, ameliyat patladı, 2002’de iki milyon kişi ameliyat olmuştu, şimdi 15 milyon kişi… Katkı payı, katılım payı, reçete parası gibi çeşitli yollarla fark ücreti alarak, hasta vatandaşlar müşteri konumuna getirildi. Anne-bebek ölümlerinde ciddi artış var.
Sağlık çalışanlarının özlük hakları verilmiyor, fazla mesaiye zorlanıyor, altı bin doktor istifa etti, her dört sağlık çalışanından biri taşeron.
Tarım çöktü… Kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydik, kendimizi doyurmaktan vazgeçtik, artık hayvanlarımızı bile doyuramıyoruz, saman ithal ediyoruz. Dünyanın gıpta ettiği ülkeydik, şimdi 104 ülkeden tarım ithalatı yapıyoruz, Eritre, Kongo gibi zavallı ülkeler dahil, bize tarım ürünü satmayan ülke kalmadı.
Turizm çöktü… Avrupa turizminin en ucuz ülkesi olmamıza rağmen, doluluk oranı yüzde 40’ta kaldı. Son iki yılda 20 milyon turist kaybettik. Tarihte ilk kez Turizm Fuarı’nda ‘boykot yedik.
Durum bu, batıyoruz ama önemsemiyoruz.
Peki neden tepki yok?
TEPKİSİZ TOPLUM SENDROMU
Toplumsal tepkisizliğimizi genellikle Haşlanan Kurbağa Sendromu ile anlatırdım.
Hani bir kurbağayı kaynar suyun içine atarsanız kendini hemen dışarı atar da aynı kurbağayı ılık suyun içine koyarsanız ve korkutmazsanız öylece kımıldamadan durur, suyu alttan yavaş yavaş ısıtırsanız sıcaklık yükselirken kurbağa hiçbir şey yapmaz tersine keyif de alır ve artık haşlanma noktasına geldiğinde de bütün reflekslerini yitirdiği için ölür kalır ya, işte o sendrom...
Bunun sebebi kurbağanın sinir sisteminin ani değişikliklere göre programlanmış olmasıdır ki, yavaş değişimlere tepki vermez ve bunun içindir ki toplumu değiştirmek ve dönüştürmek isteyenler, toplumsal dirençle karşılaşacaklarını bildikleri durumlarda, Haşlanan Kurbağa sendromundan medet umarlar.
Dolayısıyla alıştıra alıştıra yapılan değişimleri hissedemeyen toplumlar kurbağanın kaderinden kaçamazlar.
Benzeri sendromlardan bir tanesi de benim yeni duyduğum Estonya Feribotu Sendromu.
O da şuymuş;
Estonya Feribotu 28 Eylül 1994 yılında Baltık Denizi’nde batmış, 852 yolcu ölürken 137 kişi kurtulmuş.
Kıyıya yakın bir mesafede su alması nedeniyle yatarak batan feribot, sadece gemi mühendisleri tarafından değil aynı zamanda kazada ölümlerin nedeni açısından davranış psikolojisi uzmanlarınca da bu kazada ölen 852 yolcunun neden kurtulamadıklarını yıllarca incelenmiş.
Araştırmaların ortaya koyduğu gerçeklere göre, ölenlerin yüzde 98’i çok iyi yüzme biliyormuş.
Feribot su almaya ve yar yatmaya başladığında tahliye uyarısı yapılmış ancak
987 yolcudan sadece 137’si su almaya başlar başlamaz hemen feribotu terk etti.
Geri kalan 852 yolcu, kaptanın “panik yapmayın dünyanın en güçlü feribotundasınız” sözlerine kanan 852 yolcu izlemeye devam etmişler.
Saatler 01.50’yi gösterirken gemi tamamen yan yatarak sulara gömülen gemiden kurtulamamışlar.
Son ana kadar rahat rahat batışı izleyenlerin durumu, psikoloji ders kitaplarında “Estonya Feribotu Sendromu” olarak yer almış…
Halen o insanların davranış şekillerine psikoloji ilmi mantıklı bir izah getirememiş.
Bugün ülkemizde yaşadıklarımıza karşılık tepkisizliğimizin Haşlanan Kurbağa Sendromu kadar Estonya Feribotu Sendromu ile de yakından bağlantısı var desek yanılmış olur muyuz?