Hazır AKP’li Metin Külünk bile eleştirmeye başlamışken uzaktan seyretmek olmaz. Biz de biraz Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgilenelim, Cuma hutbesi niyetine…
Partilerini, kurumlarını, oluşumlarını din zanneden ve öyle zannettiren Siyasal İslamcıların en önemli argümanları ‘Din elden gidiyor’ savunmasıdır. Kendileri bütün pislikleriyle ‘din’ kisvesine büründükleri için her türlü itham ve iddiayı ‘İmdat, dinimize saldırıyorlar’ diye çürütürler.
Şurası muhakkak ki AKP iktidarında bütün kurum ve kuruluşlar laçkalaşırken, çürüme en fazla Diyanet kurumunda yaşandı.
Milyonlarca insan devri iktidarlarında dinden, camiden ve cemaatten soğudu.
Bildiğimiz şeylerdi ama içeriden birinin, bir Diyanet personelinin olup bitenleri, dönen dolapları ifşa etmesi çok daha etkili oldu.
Halk TV'den genç kardeşimiz Sorel Dağıstanlı, şu ana kadar yapılamayanı yaptı ve 13 yıldır Diyanet'te çalışan din görevlisi Yunus Emirhan Kılıç’a Diyanet'teki çürümeyi ifşa ettirdi.
Konuşturana da konuşana da helal olsun.
Haber ışığında, 7 bakanlığın bütçesini aşan geliriyle Diyanet İşleri Başkanlığı'ndaki çürümeyi, ibreti alem olsun niyetiyle paylaşalım;
“Diyanet İşleri Başkanlığı, Ali Baba’nın çiftliğine döndü. Açık ve net konuşuyorum kimse kusura bakmasın. Maalesef öyle hale getirdiler ki, artık insanlar bunu söylemek zorunda kalacak yani. Ben 13 yıllık devlet memurluğumu yakma pahasına büyük bir risk alarak çıkıp bu gerçekleri Türk milletine anlatıyorum. Beyefendinin (Ali Erbaş) kızı vaize, damadı müftü, kuzeni müşavir, yeğeni müezzin vs… İslam ahlakında böyle bir kadrolaşma söz konusu olamaz. Kuzeni Neşet Bodur, şu anda bir balkan ülkesinde yüksek maaşla müşavirlik yapmaktadır. Bunlar kamuoyuna çıktı, yansıdı. Neşet bey diyor ki, “Ben tırnaklarımla geldim” yahu beyefendi siz tırnaklarınızla geldiniz de biz uçarak mı geldik. Doktor olduğunu söylüyor, uzmanlık alanı olduğunu söylüyor, gitsin üniversitede hocalık yapsın efendim. Yani 8 bin euro, 10 bin euro aylık maaş alacaksınız, Türk parasına çevirdiğiniz zaman devasa bir rakam… Bu ahlaki değil, bu yüzden kurum içeresinde çok büyük sıkıntılar var.
“Ali Erbaş’ın eşi Seher Erbaş, Antalya’da, beş yıldızlı otellerdeki kurum içi eğitimlere katılıyor. Bundan evvel hiçbir Diyanet İşleri Başkanı'nın eşinden böyle bir şey duyulmadı, görülmedi. Akla hayale gelmezdi. Yani eski başkanlar, merhum Rıfat Börekçi, merhum Ahmet Hamdi Akseki, Lütfü Doğan hocalar Ömer Nasuhi Bilmenler… Bunlar Diyanet'in o zor günlerde, zor şartlarda cefasını çekti bugünküler maalesef kaymağını yiyor. Yani bedelini birileri ödedi, sefasını bugün birileri sürüyor. Hem de etik olmayacak, İslam ahlakına uygun düşmeyecek şekilde bunu yapıyorlar. Yani başkan beyin eşini ben tanımam etmem. Tahsili nedir? Ama bir resmi görevi olmadığını biliyorum.
Resmi görevi olmayan birisinin sırf diyanet işleri başkanının eşi olduğu için Diyanet görevlileri ile devamlı dolaşması, boy göstermesi, efendim çantasını polise taşıtması, Diyanetin bir vaizesinin, bir vaize hanımın kendisine özel kalem olarak tayin edilmesi… Bunlar hiç hoş şeyler değil.
Ben anlayamıyorum acaba devleti yöneten büyüklerimiz bunları görmüyor mu? Bu kuruma ihanettir, bu kabul edilebilecek bir şey değildir. Bakıyorsunuz oranın müezzini, Ali Erbaş’ın akrabası, Ankara’da müezzinken hakkında soruşturma açılıyor, Sinop’a sürülüyor ama ne hikmet ise İstanbul’a, Sultanahmet gibi büyük bir camiye alınıyor. Ali Erbaş’ın eşi de din görevlileri ile birlikte dolaşırlarken o müezzinle görüşmek istiyor ve orada yumruklaşma, itişme oluyor. Bunlar maalesef diyaneti toplum nezdinde çok küçük duruma düşürdüler ve hala istifa etme erdemini de göstermiyorlar.
“Kurb-i sultan ateş-i suzan yani Sultan’a yakın olanın ateşi çetin olur. Bizim tasavvuf anlayışımızda, bizim İslam anlayışımızda devlet adamlarında yakın durmak hoş görülmez. Siyasetin elini Diyanet’in üzerinden çekmesi lazım çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı partiler üstü bir kurumdur. Yani Diyanet İşleri Başkanlığı herhangi bir siyasi görüşün arka bahçesi konumuna getirilemez. Siyasete feda edilemez. Ama maalesef bunun son yıllarda artış göstermesinin sebebini ben kurum içerisindeki bir görevli olarak, personel olarak yine bu kurum içinde yetişmemiş, üniversitelerden transfer edilen akademisyenlere bağlıyorum. Çünkü bu beyefendiler, üniversitelerde öğrenci yetiştirmesi gereken beyefendiler, kendilerine Diyanet İşleri Başkanlığı’nı adeta bir rant kapısı olarak görmüşlerdir.
Bu profesörler öyle zulümlere imza attılar ki İstanbul’un zengin semtlerindeki lojmanı güzel, nezih mahallelerdeki camiler sınav ilanına konmuyor. Prosedürü aşıyorlar. Her şeyi kılıfına uyduruyorlar. Teklif usulü atama diye bir rezalet var Diyanet İşleri Başkanlığı içerisinde. Bu şekilde hiç sınava çıkartılmadan, sınav ilanına konmadan Kadıköy’de en güzel camiler, en önemli camiler birilerine peşkeş çekildi.”
Kılıç, yaşanan sorunların en temel nedeni olarak, siyaset ile diyanetin iç içe olmasını gösterdi:
“Siyaset öyle ima filan değil, direkt müdahale ediyor Diyanet İşleri Başkanlığı’na. Atamalardan tutun kurum içinde yapılan soruşturmaların üstünün örtülmesine kadar… Bir mahalle camisinin imamının, müezzininin atanmasına kadar siyaset maalesef Diyanet’e müdahale içerisindedir. Bir siyasi, bir camiye geleceği zaman ezanı 10 dakika geç okutur bunlar. Bir siyasi bir camiye geleceği zaman dışarıda çıkar el pençe dururlar.”