Narin olayı, bir kez daha ‘Bir ülkenin nasıl yönetildiğini görmek için, insanların nasıl öldüğüne bakın’ sözünün haklılığını teyit etti.

Narin’in ölümü, bu ülkede çocukların dahi can güvenliğinin olmadığını teyit etti.

Ölümünden sonra yaşananlar, bu ülkenin çağdaş, laik ve demokratik bir ülke olmadığını teyit etti.

Sözde arama çalışmaları, cesedinin iş işten geçtikten sonra ‘a buradaymış’ diyerek bulunuvermesi güvenlik güçlerinin zaafını teyit etti.

Köylünün, her şeyi bildiği halde susması, bu coğrafyada hukuktan ziyade törenin hakim olduğunu teyit etti. Nitekim Yılmaz Özdil’in ‘törerizm’ tanımı çok uygundu.

Demokrasinin nimetlerinden sülale boyu yararlanan o sözde milletvekilinin o korkunç açıklaması, o milletvekilinin demokrasiden beslendiğini ama feodal yapıyı koruduğunun teyit etti.

Narin çocuktu henüz…

O milletvekili, çocuklar sadece uyurken susması gereken o milletvekili, çocuklar ölürken susmayı tercih ederken, ‘gel bakalım sen ne demek istiyorsun’ diyemeyen hukuk sisteminin feodal yapının emri altında olduğunu teyit etti.

Mustafa Balbay, dinsiz, donsuz, ateist ilan edilen ama her söylediği çıkan Aziz Nesin’in çok çok önemli ve ta o günlerden bugünlere ışık tutan; “Çocuklara daha iyi bir dünya bırakmak yerine, dünyaya daha iyi çocuklar bıraksak...” sözlerini hatırlattı.

Narin olayı bize, büyüklerin köküne kadar kirlettiği bir dünyayı çocuklara bıraktığımızı teyit etti.

Bu acı olayla gündeme yine kapatılan köy enstitüleri ve özellikle kız çocuklarının karanlıktan, bağnazlıktan, feodal yapıdan, töreden, geleneklerden kurtarılıp okutulmaları için çırpınan Türkan Saylan geldi.

O Köy Enstitüleri de o muhteşem kadın Türkan Saylan da çocukları öldürmeden, yaşatarak, eğiterek, daha iyi çocuklarla geleceği inşa etmek fikrinin yaşanarak teyit edilmiş halleriydi.

Köy Enstitüleri gündeme düşünce Yılmaz Özdil, kapatanları ve kapatılış sebeplerini gayet güzel anlattı, müdavimi olduğum o YouTube programında…

Ardından Doğru Parti Genel Başkanı Rıfat Serdaroğlu’ndan açıklama geldi.

Benim için, farklı düşündükleri noktada kimin haklı olduğundan ziyade, Demokrat Parti’nin devamı olduğu iddiasındaki bir partinin, parti programına ‘köy enstitülerinin tekrar açılmasını koyması önemliydi.

Narin ve benzeri cinayetlerin faili Köy Enstitülerini kapatanlardır, buna yürekten inanıyorum.

O katiller kimmiş, Serdaroğlu’nun aktardıklarından bakalım;

1936 yılında Atatürk’ün talimatıyla, Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, Köy Halkına pratik bilgi vermek amacıyla “Köy Eğitmeni Projesi” başlattı.

1940’ta Köy Enstitüleri Kanunu kabul edildi.

1943’te 2’nci Milli Eğitim Şura’sında, Köy Enstitüleri aleyhine yaygın bir kulis faaliyeti yapıldı ve Köy Enstitüleri “İptidailiğe Dönüş” olarak kabul edildi!

1946 yılında, Köy Enstitülerinin Mimarları, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Köy Enstitüleri Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç görevlerinden alındılar.

Milli Eğitim Bakanlığına (Köy Enstitülerine karşı olan) Refik Şemsettin Sirer getirildi.

Bu kararların altında Başbakan Recep PEKER, Cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü imzaları vardı!

1947’de 5117 ve 5129 sayılı Kanunlarla, Öğretmene toprak verilmesi güçleştirildi. Öğretmenlere ücretsiz olarak dağıtılan kitaplar-tarım aletleri-hayvanlar ve malzemeler geri alındı.

Öğretmen yeni Türk Köyünün yapıcısı değil, sadece okuma yazma öğreten bir memur haline getirildi. 1947’de 5012 ve 5210 sayılı kanunlar ile, köylünün kendi köyüne okul yapma zorunluluğu kaldırıldı.

1947’de Köy Enstitülerinin beyni sayılan ve Öğretmen yetiştiren Yüksek Köy Enstitüleri kapatıldı.

1947’de kabul edilen bir yönetmelik ile öğrencilerin okul yönetimine etkin olarak katılmaları kaldırıldı.

09.05,1947 tarihli genelge ile kız ve erkek öğrenciler birbirinden ayrıldı.

20.051947 tarihli genelge ile dünya klasiklerinden yapılmış çeviriler, toplattırılıp yakıldı!

1948’de Öğretim Programı değiştirildi. İş Eğitimi kaldırıldı ve Köy Enstitüleri klasik okullara dönüştürüldü.

Klasik okullar haline getirilen Köy Enstitüleri 1954’te, Demokrat Parti tarafından kapatıldı.

Rıfat Serdaroğlu, çoğumuzun unuttuğu bir olayı da gündeme getirdi;

Türkiye 1947 yılında, “Türkiye-ABD Kültürel Mübadele Anlaşması” (Fulbright Anlaşması) imzalandı.

Bu komisyonda 4 Türk Eğitimci, 4 ABD’li Eğitimci vardı. Komisyon Başkanı ABD Ankara Büyükelçisi idi. Milli Eğitim Planlanması ABD’ye bırakıldı.

Bu Komisyon hala görevde!

Türkiye, ilk kez MARSHALL Yardımına Kasım 1948’de başvurdu ve 30 Milyon Dolar karşılığında Avrupa’nın tahıl ambarı olmayı ve Ağır Sanayiden vazgeçmeyi kabul etti.

Türkiye, NATO’YA ilk kez 11 Mayıs 1950’de (Seçimden 3 gün önce) üye olmak için müracaat etti. Nuri Demirağ’ın kurduğu Uçak Fabrikamız 1944, Kayseri Uçak Fabrikası 1948 yılında kapatıldı… Şimdi birlikte düşünelim. Türkiye’yi kimler ABD’nin kucağına oturtmuş?

Ya da Narin Cinayetinin asıl failleri kim?