Büyük önder Atatürk, Maarif yani eğitim kongresi topladığında henüz kurtuluş Savaşı bitmemiş, Yunan denize dökülmemişti.
Dahası Eskişehir, Afyon, Kütahya Yunan işgalindeydi.
Bir lider savaşın göbeğinde Maarif Kongresi topluyorsa, bu onun müthiş öngörüsü kadar, cehaleti düşman işgalinden daha büyük tehdit ve tehlike olarak gördüğünün göstergesiydi.
Nitekim ‘bu savaş kazanılır, asıl ve önemli savaş cehaletle yapılandır, zafer bu orduyla kazanılır ama zaferin kalıcı olması eğitim ordusuna bağlıdır’ türü söylemleri bu düşüncenin delilidir.
Evet Atatürk için en büyük tehlike, düşman, tehdit cehaletti.
Hele bu cehaletin, sözde din adamları tarafından istismar edilmesi, insanların kandırılması ve en güzel duygularının sömürülmesi, Atatürk’ün tahammül sınırlarını aşan olayların başında geliyordu.
Cehaletin yok edilmesi de halkın bu cehaletinden beslenen kişi ve kurumları rahatsız etti elbette…
İşte bu rahatsızlık günümüze kadar sirayet etti. Lakin biraz Demokrat Parti ama en çok da AKP iktidarı devrinde icraata bile geçebildi.
İnönü’nün asker kaçağı olduğuna bile inandırılan bu toplumu, Atatürk’ün din düşmanı olduğuna inandırmak elbette zor değildi.
Maalesef zamanla yaygınlaşan okullar ve okur-yazar oranın artması bile bu fitneyi tamamen bitirmeye yetmedi.
Nasıl yetsin ki? Bu ülkede bırakın mektep medrese görmemişleri, profesör seviyesinde Atatürk düşmanları bile var.
Atatürk düşmanların ortak özelliğinin din ya da ırk özürlü ya da ikisi birden olması tesadüf değildir.
Onlar atalarının intikamını alıyorlar, belli…
Bir de nesebi belli olmayan ya da belli ama belli etmek istemeyenlerin bu özürlerini gizlemek için kullandıkları Osmanlı torunu olma iddiası var malumunuz.
İşte topunu topladığınız da Atatürk’e düşmanlık etmelerinin sebebi de ortaya dökülüyor.
Atatürk’ün bir ulus devlet oluşturması ırk özürlülere, laik toplum oluşturma arzusu da din tüccarlarına batınca, meydana gelen rahatsızlıkları deşme ve kaşıma işi de ırk ve din özürlülere kaldı.
Sıkıntılar hilafetin kaldırılması aşamasında da kaşındı ve kullanıldı.
Biraz tarih okursanız, hilafetin kaldırılması konusunda en çok tepinenlerin İngilizler olduğunu da görürsünüz.
Ve yakın tarihe de göz atarsanız, ılımlı İslam projesinin, parlamenter sistemi terk edip bu ucube sisteme geçişimizin de bizzat ABD tavsiyesi olduğunu öğrenirsiniz.
Bu bize ‘siyasal İslam’ diye yutturulanın da CİAsal İslam olduğunu anlarsınız.
Neyse mevzumuz Atatürk ve din anlayışı…
“Din, gerekli bir kurumdur. Dinsiz ulusların devamına olanak yoktur. Yalnız şurası var ki din, Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. Din vicdan sorunudur. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir, özgürdür. Biz dine saygı gösteririz. Tanrı birdir ve büyüktür. Ulusa dinini, imanını, tüm insani gereksinmelerini vermek için bir yer vardır ki ona okul derler. Nasıl ki doktor, mühendis yetiştiriyor, yüksek meslek erbabı yetiştiriyorsak, dinimizin bütün gereklerini ve felsefesini hakkıyla bilen insanlara ihtiyacımız var” diyen birini din düşmanı olarak göstermek şerefsizliğin daniskasıdır.
Bu düşmanlığın arkasında da Atatürk’ün din simsarlarını engellemesi yatmaktadır.
Bugün, okullarımızda verilen din eğitimi tartışılabilir, eksik ya da yetersiz görülebilir ama buradan bir Atatürk düşmanlığı çıkarmak neyin nesidir?
Ben söyleyeyim; Bu bahane ile din tüccarlarını tekrar okullarımıza bulaştırmak ve din eğitimini yine tarikat cemaat cahil atmosferine terk etmenin yolunu açmak…
Nitekim uygulanan bu projeler ve iş birliği protokolleri ile Milli Eğitim Bakanlığının üstlendiği eğitim-öğretim faaliyetini tekrar din simsarlarına devretmek istiyorlar.
Dolayısıyla “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi İş Birliği Protokolü” bu anlamda çağdaş eğitim sistemimize sokulan Truva atından ibarettir.
Neymiş de, öğrencilerimizin ‘milli, ahlaki, insani manevi ve kültürel değerlerimizi benimseyen, koruyan geliştiren’ fertler olmalarına, ayrıca çağın ve geleceğin becerileriyle donanmış, bu donanımı insanlık hayrına sarf edebilen bilime sevdalı, kültüre meraklı ve duyarlı, milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerimizi kendi yaşantılarında inşa etmiş, aklı selim, kalb-i selim ve zevki selim sahibi, bedensel ve sosyal bakımdan dengeli bireyler olarak yetiştirilmesine katkı sağlayacaklarmış!
Size mi kalmış?
Ve bana bu özelliklere haiz bir tane ama bir tane şeyh, mürit vesaire gösterebilir misiniz?
Yahu siz bu özellikleri aktaracak olsanız, elinizi eteğinizi öpecek tek bir kul bulabilir misiniz?
Bir de şunları soralım;
Milli Eğitim Bakanlığı, protokolde yapılması düşünülen etkinlikleri kendisi yapamıyor mu?
Tespit edilen manevi değer eksiklerini gidermenin yolu değerler eğitiminden geçiyorsa, bunu Milli Eğitim Bakanlığı kendi bünyesinde karşılayamıyor mu?
Atanamayan ve pedagojik formasyon sahibi bunca öğretmen inşaatlarda amelelik yaparken, bu değerleri vermek imam hatiplere, kuran kursu öğreticilerine, vaiz ve din hizmetleri uzmanlarına mı kaldı?
Bir derdiniz de yandaşlarınızı istihdam kapıları açmak belli ki…
Demek ki boş ver ODTÜ’yü, Boğaziçi’ni, çocuğunu kartal İmam lisesine yazdır, hayatta boş kalmaz, derhal atanır’ diyenler haklı…