Bugün lüzumsuz bilgilerle kafanızı şişireyim, hayatta hiçbir işinize yaramayacak(!) ama size ilginç gelecek bir bilgi; “Cadı Avı”

1480-1750 yılları arasında zamanın yöneticileri ve kiliseleri tarafından, kendilerinden olmayanları, kendileri gibi düşünmeyenleri yok etmek üzere bir ‘bahane’ olarak kullanıldı.

Eşcinsel, üfürükçü, büyücü, cadı yaftası ve içine şeytan girmiş bahanesi ile tek suçları mahalle baskısına direnmek olan, zamanın muktedirlerine biat ve itaat etmeyen binlerce muhalif öldürüldü, onbinlercesi de işkenceler sonucu sakat bırakıldı.

Tarih ve siyaset bilimcilerin ifadesiyle; “Şeytanla ilgili bunalım, o toplumun hâkim kesiminin kendi mutlak doğrularıyla ilgili yaşadığı büyük sarsıntının tezahürüydü.

Cadı avı, bu sarsıntının yarattığı endişenin giderilmesi çabasıydı.

Ne kadar çok cadı ortaya çıkarılır ve cezalandırılırsa, hem toplumun kendisiyle ilgili endişesi bir o kadar büyüyor hem de şeytanın defedildiğine olan inanç pekişiyordu. Cadı avı enerjisini işte bu çelişkiden alıyordu.

Cadı avında, ortada somut olarak bir suç yoktu ve cadı avının hedefi potansiyel olarak herkesti. Çünkü kötülüğün/şeytanın elinin toplumda herkese değmiş olabileceği endişesinin dışavurumuydu; Cadı Avı…

Cadı avı başladığında, rakibini, kendisine ayak bağı olanı, varlığından huzursuzluk duyulanı tasfiye etmek amacıyla yapılan tanıklıklar, itiraflar, suçlamalar kartopu gibi büyüyordu.

Cadı avı olgusunu belirleyen etken sayı değil, suçlayan gücün taşıdığı şüphenin veya kanaatin suçun ispatlanması ve suçlunun tespit edilmesi açısından yeterli addedilmesiydi.

Ve hâkim güç ve çevrenin kendilerini rahatsız edenleri, amaçlarına engel olduğunu veya sadece kendilerine gölge ettiklerine inandıklarını yıldırmak, pıstırmak, ortadan kaldırmak için bunu kullanmasıydı.”

Cadı Avı uygulamasının başarılı olabilmesi için elde edilen rant veya gücü birileriyle paylaşmak gerekiyordu. Bu sebeple, cadı olarak suçlanan kişilerin malı 2/3 oranında devlete, geri kalanı onu ihbar eden muhbirlere, sorgulayan hakim ve yargıçlara dağıtma uyguması başlattılar.

Böylece cadı avı hem devlet hem de yargıç ve hakimler ve muhbirler için kolay bir rant haline geldi. Diktatörler bu yolla muhaliflerini temizlerken, halktan birileri de istemedikleri karılarından, sevmedikleri komşularından kurtulma ve bunun içinde para kazanma imkanı elde ettiler.

Günümüzde cadı avı kavramı daha çok, "fikirleri topluma tehdit olarak görülen kimselere karşı düzenlenen kampanya" anlamında “metafor” olarak kullanılıyor.

Cadı Avı utancı, belki de tarihten yeterli ibret/ders alınmadığı için olsa gerek farklı zamanlarda farklı ülkelerde denendi. Pek çok potansiyel diktatör veya bizzat diktatör tarafından, muhalifleri sindirmek ve gücünü kabul ettirmek amaçlı cadı avı stratejisi bizzat uygulandı.

En yakın örnek Hitler Almanya’sıdır.

Hitler’e, ülkesinde cadı avı başlatabilmesi için gereken gerekçe Parlamento binasının yanmasıyla sunuldu. Yakıldı demiyorum, pek çok tarihçinin ifadesiyle bu yangın bir komplodan ibaretti.

Parlamento binasını yakan Komünistleri cezalandırmak bahanesiyle büyük bir cadı avı başlatıldı.

Olağanüstü hal ilan edildi.

Halkı ve Devleti Koruma Kararnamesi” sayesinde anayasadaki hak ve özgürlükler askıya alındı. , Hitler, bir yetki yasası ile Meclis’i devreden çıkarıp muhaliflerin tasfiyesine girişti.

Ayrıntılarını aktarayım;

“Hitler, bu baskı koşullarında 5 Mart 1933’te yapılan seçimde oyların yüzde 44’ünü aldı.

Nazi çoğunluklu parlamento 23 Mart’ta Hitler’e ülkeyi kararnameyle yönetme yetkisi verdi.

Ağustos 1933’te Hitler, tek partili sisteme geçiş ilan etti. 28 Şubat’ta Alman Komünist Partisi’nin, 22 Haziran’da da Sosyal Demokrat Parti’nin faaliyetleri yasaklandı. Tüm sağ partiler de dağıldı.

1934’te Hindenburg ‘un ölümünün ardından cumhurbaşkanlığı makamını da devralan Hitler, Führer (lider) adında bir devlet başkanlığı makamı yarattı; devlet ve hükümet başkanlıklarını bir arada yürüttü.”

Bu gereksiz bilgi ile başınızı ağrıttıysam af ola… diyemiyorum çünkü belki bir sonraki yazıda da “McCarthizm” üzerinden ABD’nin yaptığı cadı avından söz edeceğim.