Sevgili okurlar,
Temmuz ayı başında başlayan sağlık sorunları nedeni ile hastane köşelerinde, “derman aramaya, koşuşturmaya alışık olmadığımız için, bu durum”, inanın zor geldi..
“Kontroller, kan tahlilleri, incelemeler ve sonuç beklemeler” sürdü gitti..
Belli bir yaşa kadar,”sağlık sorunu” yaşamamış biri olarak, bu durum, nasıl, insanın zoruna gitmesin?
Küçük yaştan itibaren top peşinde koşturan, koşmaya, zıplamaya, yüzmeye ve sporun her türlüsüne meraklı olan biri için, “sağlık sorunu”, nasıl izah edilir ki?
Hele de, akranlar ile yarışta olmanın zevki nasıl anlatılır?
Belli yaşa kadar, “iyi beslendiğimizi” söyleyemem!
Aç kalmışlığımız da olmamıştır ya?
Bugünlerde sözü çok edilen,” çocuklar yatağa aç girmesin” naralarını da, o yıllarda duymadık biline!
“Askıda ekmek, askıda fatura” dayanışma çağrıları, bugünlerin gerçekleri..
Hani şairin dediği gibi, “zeytin deyip, geçme.. Ufacık, karacık ama, ömrümce yemek listem!” tanımında olduğu gibi, bizim de en çok soframızda olan “kara lahana çorbası, mısır ekmeği, yoğurt, helalinden tereyağı ve yumurta” belli yemek listemizi oluştururdu..
Öyle ballı, kaymak sofralar nerede?
Bu listeyi, bugünlerde  öğrenenleriniz, “eh, fana değil hani” diyesiyedir!?
İnsanoğlu bu ya,”doyumsuzluk, tamahkarlık” biter mi?
Hele, “zengin sofralarına” imrenmek?
“Şükret gitsin” ne olacak?

LALE DEVRİ ÇOCUKLARI?
Devrin yöneticileri, bunu istiyor, dayatmıyor mu?
Sonracığıma, “cennetin kapısını”, fakirler açacakmış ya?
Bir de bu işin, “hurileri “ var?
Cübbeli’den, sıra gelir mi?
Şöyle saraylarda koşturmayı, büyümeyi, top sektirmeyi, balonlar uçurtmaya, lalalar elinde geleceğe yürümeyi, kim heveslenmez ki?
Bu devir, bizim devir değil?
Gel de, “Sadabaat yıllarını” özleme?!
Ah ulan, “Lala devri çocukları!”
“Fırın ekmeği”, ya da “beyaz buğday ekmeğinin” soframızda olmadığı yıllarda, kınalı elleri ile annemin hazırladığı, ev ekmeklerinin kokusu, lezzeti unutulur mu?
Hele de, bir kazan lahana çorbası!
Kokusu, karşı mahalleden hissedilirdi..
Bahçemizden domates, biber, patlıcan, salatalık, bezelye, fasulye, mısır toplama yılları..
Akıllardan çıkar mı?
Uzatmyalım, kalp ağrılarımıza neşter vurdurduk..
“Kine tedavileri” için gidip, gelmeler, Eylül ayına kadar sarktı..

NEDEN ANTALYA?
Ve nihayet, kızlarım biletlerimizi aldı ve Brüksel’den, ver elini Antalya!
Öyle ya, niye Antalya’da, Sakarya değil?
Antalya’da, bir yakınımızın oğlu evleniyor..
Sevgili Özgül-Hamdi Ulupınar’ın oğulları Orhan ile Şükriye-Arif Sezek’in kızları  Sinem Sezek’in düğünleri için, Antalya elbette..
SunExpress uçağı, ful dolu..
Birkaç Türk aile dışında, yolcuların çoğunluğu Belçikalı..
Belli ki, tatil için Antalya’yı seçmişler..
Bu ilgi bizleri de, sevindirmiyor değil..
Brüksel’den, uçağımız zamanında kalktı..
Bilet işlemlerimizi, bir Türk kızı İrem Ünver yaptı..
Türkçe konuşuk, dertleştik..
Hal, hatır sorduk..
Tanıdık, bir aile Ünver Ailesi..
Sonra, rahat ve keyifli bir yolculuk..
Memlekete gidiyoruz ya, ne heyecan, ne?

BU KADAR BEKLENİR Mİ?
Antalya  Havaalanı’na rahat bir iniş, alkışlar pilot ve ekibe..
21.25 Gibi uçağımız inmesine rağmen, saat 24.00 gibi havaalanından ayrıldık..
Bizim gibi  bavulunu, eşyalarını bekleyenler sıkılmadı değil..
Bu kadar, uzun zaman beklenir mi?
Ama bekledik!
Neyse, bizi sevgili damat  Orhan ile İstanbul’dan yakınımız Öznur karşıladı..
Buluşmak, ne güzel..
Vatana kavuşmak, daha güzel!..
Dilerseniz, Antalya izlenimlerimizi bir sonraki güne bırakalım..
Yusuf Cinal yazıyor, 26 Eylül 2024 Perşembe