Sanal alemde rastladım. Kuvvetler ayrılığı meselesini, net ve en anlaşılır biçimde anlatan bir yazı. Müellifi Avukat İrfan Sönmez…

Hikaye şöyle;

Eskiden insanlar mahrumiyet içerisinde yaşamışlar, en temel ihtiyaçlarına ulaşmak için bile büyük emek sarfetmek zorunda kalmışlar.

Teknoloji geliştikçe hayat da kolaylaştı. Ateş, insan hayatının en önemli ihtiyaçlarından biri, geçmişte ya tutuşmaya elverişli ağaç dallarını sürterek veya kıvılcım çıkarmaya müsait taşları çakıştırarak ateş elde etmişler. Ateşi yakmak ne kadar zorsa, onu muhafaza etmek de o kadar zordu, yakın geçmişe kadar köz parçalarının üzeri küllerle örtülerek ateş muhafaza edilir, ihtiyaç olduğunda közler çıkarılıp ateş yakılırdı.

Günün birinde çakmak bulununca işler de kolaylaşmış, artık emek çekmeden ateş yakmak mümkün hale gelmiş.

Köyün birine de bir çakmak getirmişler, çakmak o kadar kıymetli ki sağı-solu yakmaması, yanlış işlerde kullanmaması için güvenilir birine teslim etmek gerekiyormuş.

Köylüleri toplayıp bu ateş aletini kime verelim diye sormuşlar, köylüler de muhtarı salık vermiş, ihtiyaç duydukça alır, ateşimizi yakarız, demişler.

Muhtar çakmağı alınca -ateşin sahibi- olarak giderek saygınlığı artmış, etrafında dalkavuklar, yağcılar toplanmaya başlamış. Saygı arttıkça muhtarın kibri de büyümüş. Etrafından daha çok saygı, daha çok korku beklemeye başlamış. Ateşi kendine verenin köylüler olduğunu unutmuş. Dalkavukların da tahrikleri ile ateşi baskı ve korkutmak için kullanmaya başlamış, kiminin evini, kiminin tarlasını yakmış. Tarlalar sürülemez, evler yaşanamaz hale gelmiş.

Muhtarın baskısından köylüler yavaş yavaş köyden ayrılmaya başlamışlar. Ticaret durmuş, köye gelen çerçilerin ayağı kesilmiş, çevre köyler gelişirken muhtarın köyü giderek gerilemiş.

Muhtarın köylülerinden biri kendileri gerilerken, çevre köylerin niçin geliştiğini merak edip çevre köylerden birine gitmiş. Oradaki zenginliği, bağı bahçeyi görünce sormuş; -Sizde çakmak yok mu? -Köylüler; var, demişler, -Peki sizin köy böyle nasıl gelişti, bağınız, bahçeniz yanmadan nasıl böyle kaldı, bizim köyde her şey tarumar oldu?

-Köylüler; yoksa siz çakmağı bir kişiye mi verdiniz? -Evet, muhtara verdik, -Eyvah! büyük yanlış yapmışsınız, hiç çakmak bir kişiye verilir mi?

-Siz öyle yapmadınız mı? -Hayır, biz öyle yapmadık, biz çakmağı bir kişiye verdik, çakmak taşını başka bir kişiye, benzinini başkasına verdik. Ateş yakmak için üçünün bir araya gelmesi gerekiyor. Biri yanlış bir şey yapmaya kalksa, ötekiler izin vermiyor.

-Desenize biz hepsini bir kişiye vermekle kendi kendimizi yakmışız!!!

Biz de kendimizi 16 Nisan Referandumu ile yaktık maalesef…

Çok anlattık, uyardık ama dinletemedik.

Gerçi şaibeli bir sonuçtu ama neticede ‘evet’ diyenlerin oranı yüzde 50’nin altında bile olsa bu ülkenin ve toplumun ayıbıydı bence.

O zaman da söyledik.

Bu sistem ABD ve CIA dayatmasıydı. Onların arzusuydu.

Bizi teyit eden, doğrulayan olay, eski CIA Türkiye şefi Paul Bernard Henze’nin 2006'da Beyaz Saray'a sunduğu rapordu.

Rapor mealen şöyleydi;

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar nasıl kurmuş? Başbakanı ikna ediyoruz, parlamento ayağa kalkıyor. Cumhurbaşkanı'nı ikna ediyoruz, bakanlar ayağa kalıyor. Öbürünü ikna ediyoruz yargı ayağa kalkıyor. Dolayısıyla birbirini kontrol eden bir sürü mekanizma var. Bu cumhuriyette biz bir türlü Amerika’nın çıkarlarını harekete geçirmekte zorlanıyoruz. Onun için Türkiye tek adam rejimine gitmelidir. Bir kişinin her gücü elinde topladığı rejimi desteklemeliyiz. Bir kişiyi ikna etmek, bu kadar grubu ikna etmekten daha kolay ve daha masrafsız...”

Öyle de oldu. Türkiye parlamenter sistemi terk etti,  o denge ve kontrol mekanizmasını ve bir ülkenin kaderini tek bir kişinin iki dudağı arasına bıraktık.

ABD ve AB’ye de o tek adamı bir şekilde ikna etmek kaldı.

Sayın Erdoğan ve AKP’nin çok istediği ama dile getirmekte zorlandığı tek adam sistemini üstelik onların bile artık unuttuğu bir anda MHP Lideri Devlet Bahçeli dile getirdi ve önlerini açtı.

Kısa bir süre önce Başkanlık sistemine en çok karşı çıkanlardan olup, konuyla ilgili “Erdoğan, yasama organı Meclis’in kendi kontrolüne sokulduğu, denge, denetim ve fren sistemi olmayan, tek adam diktatörlüğü, tahtsız ve taçsız sultanlık peşinde koşmaktadır” diyen Bahçeli, fikir değiştirdi.

Bir sabah kalktı;

“Cumhurbaşkanı yasalara ve anayasaya uymak zorundadır. Türkiye Cumhuriyeti'nin beka mücadelesi verdiği bugünlerde, siyasi iktidarın ve devletin en tepesinde bulunan Cumhurbaşkanının hukuka ters düşmesi geleceğimiz açısından çok mahsurlu, çok tehlikelidir. Bu açık tehlikenin bertaraf edilebilmesi için karşımızda iki alternatif yol bulunmaktadır:
Bunlardan birincisi ve bizim açımızdan da en doğru, en sağlıklı olanı, Sayın Cumhurbaşkanı'nın fiili başkanlık zorlamasından vazgeçmesi, yasa ve anayasal sınırlarına çekilmesidir. Şayet bu olmayacaksa, ikinci olarak, fiili durumun hukuki boyut kazanabilmesinin süratle yol ve yöntemlerinin aranmasıdır”
dedi.

Sonuç; Baktık ki yasalara uymuyor, başkan gibi davranıyor, madem öyle biz de yasaları ona uyduralım dedik ve bu ucube sistemi başımıza bela ettik.

Allah sonumuzu hayreylesin!!!