Son yazımda ‘Şurası muhakkak ki dezenformasyon yani bilgi kirliliği, fitnedir.

Toplumsal bir rahatsızlıktır. Ara bozmak, toplumu birbirine düşürmek isteyenler için önemli bir silahtır. Siyasette ki karşılığı ise, rakibi aşağılamak, gözden düşürmek, karışıklığa sebep olarak kaleyi içten çökertmek amacıyla kullanılır. Parti tabanını ve seçmeni tahkim ve konsolide (birleştirme, diri tutma) etmek için mükemmel bir silahtır.

Dolayısıyla fitneden beslenir, özellikle dezenformasyon fitnesini çok iyi kullanır, bilgi kirliliği ile toplumun kafasını karıştırır, oluşan kaostan medet umarlar’ demiştim.

Evet, ülkemizde bir dezenformasyon yasası var, sözde bilgi kirliliği ile mücadele etmek için çıkarıldı.

Ama dediğim gibi, bu bir dezenformasyon değil, sansür yasasıydı. Maksadı iktidarın propaganda aygıtlarının yalanlarını koruma yasasıydı. İktidarın yürüttüğü dezenformasyonu eleştiriden muaf tutma, kendine yönelik eleştiriyi yasaklama ve cezalandırma, hasılı muhalefetin ve milletin sesini kesme yasasıydı.

İktidar, pek çok konuda, inanmayanları inandırmak, zihin karışıklığını gidermek yani halkı doğru bilgilendirmek için çaba sarfetmiyor.

Mesela enflasyon. TÜİK’in açıkladığı enflasyon doğru olmadığına inananları ikna etmenin tek bir yolu var; Enflasyon sepetini ve hangi ürünlere göre belirlediklerini, eskiden olduğu gibi kalem kalem açıklamak…

Açıklamıyorlar. Biz ne dersek ona inanacaksınız diyorlar.

Şu Gezi Olayları mesela. ‘Baş örtülü bacımın üzerine işediler, camide bira içtiler, görüntüleri bu Cuma açıklayacağız’ denildi. Aradan yüzlerce Cuma geçti…

Biz ne diyorsak ona inanacaksınız denildi, inanmayan vatan haini ilan edildi.

Muhalefetin Gezi Olaylarının incelenmesi için araştırma komisyonu kurulması talebi bile reddedildi.

İktidarın, dezenformasyon yani bilgi kirliliğinin önüne geçmek, kamuoyunu aydınlatmak, fitnenin önüne geçmek gibi derdi yok.

İşte bunun son örneği de Kobani Olayları var, malumunuz…

Kobani olayları da yıllardır dezenformasyona uğruyor, kirli bilgiler havada uçuşuyor, muhalefet dizayn ediliyor, resmi görüşe itibar etmeyenler adeta linçe tabi tutuluyor.

Geçtiğimiz hafta muhalefet, iktidara ve ortaklarına, gelin şu olayları araştıralım, komisyon kuralım, bilgi kirliliğinin önüne geçelim teklifinde bulundu.

Teklif onuncu kez reddedildi.

Tekrar ediyorum onuncu kez reddedildi.

Bir iktidar, böylesine önemli bir olayın araştırılmasını neden istemez?

İşte bu sorunun cevabı önemli…

Kobani Davası geçtiğimiz hafta sonuçlandı malumunuz.

Öyle iddianamede iddia edildiği gibi ağırlaştırılmış müebbetlerle, yüzlerce yıl hapis cezalarıyla sonuçlanmadı.

Hatta attıkları taş ürküttükleri kurbağaya değmedi bile diyebiliriz ama zaten istenen de buydu.

Çünkü o iddianame olayları abartmak, kamuoyu üzerinde ‘vay hainler neler neler yapmışlar, asmak lazım bunları’ dedirtmek üzerine yazılmıştı.

Bu davada 38 kez ağırlaştırılmış müebbet talebiyle yargılanan sırrı Süreyya Önder beraat etti yahu! Daha nasıl anlatayım?

Karar açıklandığı sırada 38 kez ağırlaştırılmış müebbetle (idam) yargılanan Sırrı Süreyya Önder TBMM Genel Kurulu’nu yönetiyordu.

Ben de televizyondan izliyordum.

Kararı duyunca TBMM kürsüsünden şunları söyledi;

“Kobani Davasında yağdırılan cezalar bu cezaya muhatap olan arkadaşlarımın hiçbiri tarafından hak edilmiş bir şey değil. Olan memleketin barış ve birlikte yaşam umuduna yöneliktir. Birincisi bu.

İkincisi, maalesef bütün uyarılarımıza rağmen AK Parti cenahı bunun farkına varmadı ama günbegün ortaya çıkan şeylerle görüyoruz. Bu da AK Parti'nin ilerideki yargılanmasının ön iddianamesidir. Çünkü çözüm sürecine ait tüm şeyler kriminalize edilmiştir, cezanın konusu yapılmıştır."

Dedi ve birleşimi kapattı.

“Bu da AK Parti’nin ilerideki yargılanmasının ön iddianamesidir” cümlesi çok önemliydi.

Eğer ortada bir suç varsa, AKP de bu suça ortaktır. Ne yaptıysak beraber yaptık ama sadece biz suçlandık itirafı ve serzenişiydi.

Şimdi diyeceksiniz ki ‘yahu sen nasıl Ülkücüsün? Ülkücü Kobani Olaylarını savunur mu?

Ban olayları savunmuyorum. Olayları masum veya meşru göstermeye de çalışmıyorum.

Ben sürecin hukuk garabeti olduğunu, sürecin muhalefeti dizayn etme, oyları kanalize etme ve iktidar ve ortaklarının dezenformasyon yasasına rağmen oluşturulan bilgi kirliliğinden istifade etmesine isyan ediyorum.

Şimdi vicdan veya iman sahibi olup, gerçekten aydınlanmak ve doğru hüküm vermek isteyen herkes şu soruları sorsun kendine sorsun ve cevabını bulsun;

Kobani Olayları denilen kalkışma 6-7 Ekim 2014 tarihinde meydana geldi. Böylesine önemli, hayati ve beka sorunuydu madem, dava neden 6 yıl sonra açıldı?

Ve 6 yıl boyunca, olayın sorumlularıyla Açılım süreci yönetenlerin, Dolmabahçe Mutabakatı imzalayanların aklına 6 yıl sonra mı geldi o arkadaşların bölücü, hain oldukları?