Eskiden Roma’da da Osmanlı’da da yargı gücü, yürütme gücünden bağımsızdı.

Yani Berlin’de de İstanbul’da da hakimler vardı.

Yani yargı kral/padişah/reis/lider ünvanlı kişilerin iki dudağı arasında ve baskısı altında değildi.

İki örnek vereyim;

Hızır Çelebi, İstanbul Kadısı ve Belediye Başkanıydı.

Bir Hıristiyan mimar, haksız yere elinin kesildiği gerekçesiyle Fatih Sultan Mehmet’ten şikayetçi oldu.

Hızır Çelebi olayı inceledi ve şahitlerle birlikte Fatih Sultan Mehmet’e celp kararı verdi.

Fatih mahkemede padişah değil sanık muamelesi görerek hasmıyla yüz üze ayakta bekletildi.

Mahkeme sonunda Hıristiyan Mimar haklı bulundu ve kısas hükmü gereği Fatih’in elinin kesilmesine karar verildi.

Hıristiyan mimar bu adil karar karşısında hem davasını geri çekti hem de Müslüman oldu.

Fatih Sultan Mehmet Han da ölünceye kadar mimarın iki çocuğu ve hanımıyla birlikte bütün maişetini şahsi servetinden vererek rahat yaşamalarını sağladı.

Bitmedi...

Sultan Abdülhamit için Namık Kemal davası önemliydi, davayı yakından takip ediyordu.

Peki bu ilgi ve takip hakim üzerinde etkili oldu mu? Hayır…

Namık Kemal, padişahı tahttan indirmek suçuyla yargılandığı davadan beraat etti.

Yargıç Suphi Paşaya, bu kararı verirken korkup korkmadığı sorulduğunda şu cevabıyla unutulmaz bir ders verdi; “Yarın Hünkarın da benim de huzuruna çıkacağımız bir hakim vardır ki, ben yalnız ondan korkarım.”

‘Berlin’de hakimler var’ olayına gelince;

Yıl 1750… Kral Büyük II. Frederick, içinde bir değirmenin bulunduğu yeri çok beğenir.

Yeri alın, değirmeni yıkın, yerine saray yapın diye emreder.

Değirmenci malını satmak istemeyince kral değirmenciyi huzuruna çağırtır, niye satmadığını sorar.

Değirmenci, değirmenim satılık değil, der.

Sinirlenen Kral Frederick ayağa fırlar ve gürler; Madem benim kim olduğumu biliyorsun, o halde zorla alabileceğimi de biliyor olmalısın. Bakalım o zaman ne yapacaksın?

Değirmenci hiç telaşa düşmez ve tarihe geçecek ve dünyanın her yerinde Adalet’in sloganı olacak ünlü sözünü söyler; Sen kralsın ama Berlin’de de hakimler var!

Kral, kendi ıslah ettiği adalet sistemine ve o düzenin yargıçlarına halkın nasıl güvendiğini ve mahkemelere kralın bile laf geçiremeyeceğine inandığını anlar ve adamlarına, ayni tarihe geçen sözünü söyler; “Hiçbir güç, hiçbir siyaset, hiçbir iktidar, kral bile olsa adaletten üstün değildir!

Hiç kimse adaletin üstüne çıkamaz.”

Evet, dün Berlin’de de İstanbul’da da hakimler vardı.

Bugün Berlin’de halen hakimlerin olduğunu biliyoruz.

Peki halen İstanbul’da veya Ankara’da var mı?

Bunu bize, 1 Temmuz’da başlayacak olan Sinan Ateş cinayeti davası gösterecek.

Malumunuz 2010’daki anayasa referandumuyla özellikle HSYK’nın ve belirli yüksek yargı organlarının yapılarında ciddi değişiklikler gerçekleştirilerek yargıdaki ideolojik kadrolaşmanın önü açıldı.

Bir süre sonra ‘FETÖ’cüler HSYK’yı ele geçirdi’ gerekçesiyle, yargıyı mevcut iktidarın ve ortaklarının kucağına oturttular.

Haliyle, İstanbul/Ankara’da hakimlerin varlığı, özellikle siyasi davalar söz konusu olunca şüpheli!

Bunun böyle olup olmadığını bize 1 Temmuz’da başlayacak olan Sinan Ateş cinayeti davası gösterecek elbet.

Lakin şu ana kadar davanın alt yapısı ve hazırlık aşamasına bakınca pek umudum yok.

Şu ana kadar olanları özetliyeyim;

Maktulün attığı her adımı takip edip cinayet şebekesine bilgi aktaran bir polis…

Sabıkalı ve araması bulunan tetikçi yolda belde yakalanmasın diye ona eskortluk yapan polis…

Cinayetin muhaberat yani haberleşme kısmında bir sözde eski MİT mensubu…

Elbette ki cinayeti organize ettiği bir iddiadan ibaret ama yönetici ve mensuplarının Sinan Ateş’i tehdit edilmesinden katledilmesine kadar her aşama işin içinde olan bir parti ve onun yan kuruluşu…

Ve bu kuruluşların cinayetten sonra da katili kaçırmak ve cinayetin üstünü örtmek için çabaları…

O kuruluşa zeval gelmesin diye devletin savcılarının ortaya komik ötesi bir iddianame çıkarmaları…

O iddianamede maktul yakınlarının ifadelerine yer verilmemesi, şahitliklerin görmezde gelinmesi hepsini geçtim yahu katili taşıyan aracın plakasının ve kime ait oluşunun bile gizlenerek bir siyah araç şeklinde sunulması…

Azmettiricileri yok sayarak bu cinayetin bir parti ve yan kuruluşuyla irtibatının özenle gizlenmeye çalışılması…

Bir siyasi ve organize cinayetin, sokak kavgası şeklinde sunulmak istenmesi…

Ve en önemlisi de bu davanın iktidar ortağı iki parti arasında birtakım pazarlıklara kurban edildiği şüpheleri…

İnşallah ben yanılırım.

İnşallah Ankara’da hakimler vardır…