“Bir bakan, devlete ait mobil cihazdan oğlu maç seyrettiği için gelen yüksek internet faturası nedeniyle suçlanınca istifa etti” haberini okuyunca, siz de benim gibi hangi Müslüman ülkenin bakanı bu diye merak etmişsinizdir kesin. Öyle ya ‘tam bir Müslüman tavrı bu.

Müslüman dediğin yönetici, tıpkı ‘devletin mumu yanarken selam dahi almayan, işi bitince kendi mumunu yakarak gelen vatandaşla muhatap olan’ Hz. Ömer gibi davranır değil mi?

Değil…

Kaldı ki o istifa eden bakan da Müslüman değil, İskoçya sağlık bakanı…

Adamların Hz. Ömer’den haberi bile yok ama onu şiar edinmişler, bizimkiler Hz. Ömer kıssalarıyla iktidara gelmiş ama Hz. Ömer’i defterden silmişler sizin anlayacağınız…

Hatırlarsınız, seçim propagandalarını Hz. Ömer’in devlet adamlığı ve adaleti üzerine oturttular.

Hz. Ömer kıssaları üzerinden, devleti adil yöneteceklerini, adaletsizliğe meydan vermeyeceklerini, herkese hakkını vereceklerini, insanlara eşit davranacaklarını, partizanlık, soyluluk, zenginlik, akrabalık üzerinden hareket etmeyeceklerini, emanete riayet ve işi ehline verme anlayışını yerleştireceklerini iddia ettiler.

Hz. Ömer gibi, devlet idaresinde danışma ve işbirliğine önem vereceklerini, devleti tek adamla değil, ortak akıl ve istişare ile yöneteceklerini, yanında hısım akraba değil bilgili, deneyimli ve uzman kişiler bulunduracaklarının sözünü verdiler.

Bizi seçerseniz, Hz. Ömer gibi davranacağız demeye getirdiler yani.

Biz de maalesef “Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcı(lar) da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın (Fatır/5)” ikazına rağmen, inandık ve başımıza getirdik.

Bugün bu sözlerin yerine gelmediğini hepimiz biliyoruz.

Hz. Ömer’in sakalının bir teli dahi olmadıklarını da…

Görüyor, biliyor ama hala seçiyor ve hala savunuyoruz üstelik…

Demek ki sadece aldatıcıların değil, aldananların da Hz. Ömer ile bir alakası yokmuş!

Burada din kullanılmış da kullanan da kullanılan da memnunmuş yani…

Dostoyevski’nin dediği gibi; “İlk yapılan yanlışa kaza, İkincisine hata, Üçüncüsüne ise tercih denir.

Artık bu sizin tercihinizdir ve bu bilinçli tercihinizi din ve dindarlık ile örtmeyin.

Ama yok, içinizde zerre miktar Allah korkusu kaldıysa da Yüce Mevla’nın “Ve diyecekler ki: Ey Rabbimiz! Gerçekten biz ’Sadat’ımıza (bazı tarikat ve maneviyat rehberlerimize ve hoca efendilerimize) ve ’Kübera’mıza (devlet, siyaset ve servet büyüklerimize aldanıp haksız ve ahlâksız işlerine) itaat ettik. (Bu iki sınıfın vaazlarına ve vaatlerine inanıp peşlerinden gittik. Onlar ise bizim iyi niyetimizi ve teslimiyetimizi istismar edip, bizleri kâfir ve zalim sistemlere peşkeş çektiler.) Böylece onlar bizi Hakk yoldan saptırmışlardı” uyarısını kulak ardı etmeyin.

Sabah sosyal medyada gördüm ilk kez. Hz. Ömer’e atfedilmiş; “Yanlış yaptığımızda uyarmazsanız sizde hayır yoktur. Uyardığınızda yanlıştan vazgeçmezsek bizde hayır yoktur.”

Duymamıştım. Belki söylememiştir. Belki yakıştırmadır ama doğrusu şu ki Hz. Ömer’in tavrına son derece uygundur.

İşte örnek;

Halife seçildiğinde, tıpkı Hz. Ebubekir gibi, hutbede cemaate; “Ben haktan ayrılırsam, hata yaparsam ne yaparsınız” diye soran ve cemaat içinden birilerinin ayağa kalkıp “Seni kılıcımızla düzeltiriz ya Ömer” sözlerini duyunca da ellerini açıp “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki ben gaflete düşersem, senin adaletinden ayrılırsam, beni kılıcıyla doğrultacak cemaate sahibim” diye şükreden bir zata, bu söz de yakışır.

O devirde dalkavukluk ve soytarılık hem ayıp hem de büyük günah sayılırdı çünkü…

Ve O Ömer ki en çok korktuğu şeylerin başında yalakalık ve dalkavukluk gelirdi.

Tayin ettiği valilerden biri, Cuma hutbesinde Ömer’i aşırı övünce, bir Sahabe valiye müdahale eder suçlu muamelesi görüp Hz. Ömer’in huzuruna getirilir.

Hz. Ömer, hiddetinden Sahabenin selamına mukabelede bile bulunmaz ve azarlar…

Bunun üzerine Sahabe; Ey Ömer! Ben bir suç işlediysem, sen iki suç işledin, deyince hiddeti birden kaybolan Hz. Ömer sorar; Nedir benim o iki suçum?
“Allah’ın selamını verdim de çok hiddetlendiğin için mukabelede bulunmadın. Vacibi terk ettin. Bu bir… Suçluyu dinlemeden tek taraflı hüküm verdin, bu da iki…

Ve olup biteni anlatır; “Tayin ettiğin vali, hutbede seni öyle övdü, öyle övdü ki bu söz, cemaatin üzerinde sanki fazilet yönünden senin Hz. Ebubekir’den daha üstün olduğun izlenimini bıraktı. İşte bu yanlış düşünceyi zihinlerden silmek için müdahale ettim.”

Hz. Ömer, o zattan özür dileyip dua istedi ve kendisini öven valiyi hemen görevden azletti.

O Ömer ki, danışmanlarını dalkavuklardan değil, gerekirse kendini eleştirecek ve düzeltecek olanlardan seçti.

Bu örnekleri günümüzün sözde İslam’ı referans alan siyasetçileriyle kıyaslayın lütfen!

Ben kıyasladım, bugünün siyasetçilerini yüceltmek için o şirk dolu sözler, mesela (genel başkanımız bizim peygamberimiz gibidir) sözü Hz. Ömer için söylenmiş olsa ve bugünkü yalakalıklar ona yapılmış olsaydı ne olurdu biliyor musunuz?

Ben söyleyeyim; İlah ya da peygamber yerine konulan Hz. Ömer önce bu sözleri söyleyen yalakaların kellesini alır sonra da ‘ben nerede hata yaptım’ diye sabahlara kadar tövbe istiğfar eder ve kendini sorgulardı.

Anladınız siz onu…