‘Bana damdan düşeni getirin’ demişti Nasrettin Hoca, beni en iyi o anlar anlamında…
Öğretmenleri de en iyi kendisi de öğretmen olan, mesleğin çilesini çeken meral Akşener anlar.
Önceki gün İstanbul Miniatürk’te “Emekli, Çalışan ve Atanamayan Öğretmenler Buluşması”nda konuştu.
“Sözleşmeli öğretmen olamaz, böyle bir şey var mı? Ücretli öğretmen olamaz. Kadrolu öğretmen, şu öğretmen, bu öğretmen. Bu kadar öğretmen yetiştiren üniversite açmayacaksın. Yok muydu aklın?” diyerek iktidarın eğitim politikasını eleştirdi.
Söz verdi; Cumhuriyetimizin 100. yılında, 100 bin öğretmenimizin atamasını biz yapacağız!”
Konuşmasından özet aktarayım;
“Öğretmenlik çok özel bir meslektir. O duyguyu, o ruh halini verebilmek sadece ders öğretmekle olmaz. Başka şeylerde vardır. Eğitim aynı zamanda davranış kazandırmaktır. Öğretmek başka bir şeydir, eğitmek başka bir şeydir.
Askerlik yapmak milletleşmeyi sağlayacak en önemli unsurlardan biridir, öğretmen okullarında da o ortaklaşma duygusunu sağlayan Türkiye’nin her yerinden gelen her ekonomik ve sosyal kesimi temsil eden kızlar vardı.
X şehrinin bir dağ köyünden gelmiş bir kız çocuğu da vardı, benim gibi ortalama ekonomik durumu olan bir ailenin kızı da vardı, albay, binbaşı kızları da vardı, yetiştirme yurtlarında yetişmiş arkadaşlarımız da vardı.
Aynı askeriyede olduğu gibi biz birbirimizle kardeş olurduk. Okuldaki tüm kıyafetleri devlet verirdi ayakkabısından ceketine kadar, o eşitliği sağlardı.
Bir ay doğum stajı yapardınız. Gittiniz bir dağ köyüne aşağı inemiyorsunuz, zorunda kaldığınız takdirde o doğumu yaptırabileceğiniz bilgiye sahip olurdunuz.
Çocuklara dair reçetesiz yazılabilir ilaçlar vardı. Onları nasıl ve nerede kullanılacağını öğreten doktor dersinize girerdi. Ve en önemlisi de birinci sınıftan son sınıfa kadar devam eden pedagoji dersleri vardı. Bütün bunların neticesinde kalkınan bir Türkiye...
Biz o zor şartların, imkansızlıkların içinde böyle bir eğitimi, o fırsat eşitliğini başaran Cumhuriyet’in köy kızlarıyız.
Köyde büyüdüm ama o köyden yola çıkıp bugün karşınızdayım. Benim köyüm şehre çok yakın bir köydür. O köyde bugün doğan kız çocuklarının şansları benim doğduğum yıllardaki imkansızlıklara rağmen benim kadar yüksek değil.
Cumhuriyet bir şeyi başardı. O başarılan da eğitimdir. Önce öğretmeni yetiştirdi. En zor şartlar altında bile öğretmeni yetiştirmekten vazgeçmedi.
Yatılı öğretmen okullarında kız veya erkek bu çocukları Türkiye’nin her tarafından gelmiş diğer çocuklarla bir araya koydu. Kardeş etti ve birbirleriyle olan iletişimini ömür boyu sağlamalarını sağladı. ‘Biz, eğitim ordusuyuz, bu ülkeyi kalkındıracağız’ diyerek bizleri mezun etti, kardeş etti, dost etti, bu ülke için nefer etti.
Bu tür okullar kapatılarak, arkasından köy okulları kapatılarak, arkasından öğretmenlik mesleği ki hiçbir zaman çok yüksek maaş alan bir meslek olmamıştı ama dünyanın her yerinde ve Türkiye’de herkesin saygı duyduğu bir meslekti ve öyle olmalıdır.
Sözleşmeli öğretmen olamaz, böyle bir şey var mı? Ücretli öğretmen olamaz. Kadrolu öğretmen, şu öğretmen, bu öğretmen. Bu kadar öğretmen yetiştiren üniversite açmayacaksın. Yok muydu aklın?
O beğenmediğin yöneticilerin, o beğenmediğin Cumhuriyet’i kuranların aklı yok muydu? Gerektiği kadar öğretmen yetiştirip her birini birinci derecede eğitip, öğretip ondan sonra da kökten başlayan kalkınmanın neferi haline getiren Cumhuriyet’in bu başarısını ille de ortadan kaldırmak mı lazımdı kardeşim?
Diğer okulları yaydınız, tamam. Hiçbir hesap kitap yok tamam. Ama öğretmenlik mesleği ve öğretmenlik konusunda bunları yapmamak gerekiyordu.
İster 30, ister 40 öğrencisi olsun bu köy okulları kapatılmamalıydı, öğretmen okulları kapatılmamalıydı ve eğitimdeki bu keşmekeş, karmaşa asla olmamalıydı.
Sadece ve sadece öğretmen okulu mezunu olup 15 yıl üniversitede, 2 yıl lisede öğretmenlik yapmış meslektaşınız olarak ilkokul öğretmeni olmuşum, üzerine üniversite bitirmişim sonra lise öğretmenliği yapmışım sonra bir sınav açılmış o sınava girmişim üniversite de asistanlık kazanmışım sonra hoca olmuşum. Bütün bunları sağlayan o köyden çıkıp Bursa Öğretmenlik Okulu’nun sınavına girmek olmuş. Bir şey değişmiş hayatımda her şey değişmiş. Meral Akşener üzerinden anlattığım şey Türkiye’nin halidir.
Bir şey daha öğretilirdi; başkasının çocukları sınıfın içine girdiğinden itibaren senin çocuğundur. Çoğumuz ailemizin dışında bir şehirde görev yapmışsak çocuklarımıza bakıcı bakardı. Çocuğunuz hasta olur ilacını verirsiniz bakıcıya teslim edersiniz ve okula gidersiniz. Öğretmenler izin almayı bilmezdi. O kapıdan girene kadar kafanızda çocuğunuzun ateşi vardır. O kapıdan içeri girersiniz, çocuğunuzun görüntüsü, endişesi kapının dışında kalır, içeri girince her bir öğrenci sizin evladınızdır ve orada bulunduğunuz süre boyunca onların hayatından çalmamak için kendi hayatınızdaki her şeyi unutursunuz. Bu eğitim verilirdi ama günlük hayatınızda da sizin kafanızın rahat olduğu bir ortam da sağlanırdı. Biz saygı görürdük. Herhangi bir topluluğa girdiğimiz zaman herkes ayağa kalkar yer verirdi. Bazı köylerde, köylü yemek götürürdü. Burada paradan hiç söz etmedim ama inanılmaz bir saygı vardı. İnsanlar da bilirdi ki evladının geleceğini öğretmene teslim etmiştir.
İddia ediyorum bir öğretmen kendi çocuğuna veremediği, imkan bulamadığı emeği, ‘başkalarının çocuğuna’ vermiştir. Onun için öğretmenlerin kalbinin, kafasının rahat olması gerekir. Yarının endişeyle karşılanır bir yarın olmaması gerekir. 5 çeşit 6 çeşit öğretmen tanımının olmaması gerekir.”