Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in “Eurofighter Typhoon" tedariki için çalışıyoruz. Bu uçaklar İngiltere, Almanya ve İspanya ile ilgili. Hem İngiltere hem İspanya 'evet' diyor, şimdi Almanya'yı razı etmek için onlar çalışıyorlar” sözlerinden anlaşılacağı gibi Cumhurbaşkanımızın Almanya ziyaretinin önemli bir sebebi de buydu.

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle, Şansölye Eurofighter konusuna hiç girmedi…

Mevzu silah olunca, bu konuda Yılmaz Özdil’in efsane F35 yazısını hatırladım.

Geçmişten günümüze silah maceramızı anlatıp günümüzü de ışık tutan bu yazısını iki bölüm halinde aktarayım.

F35'lerimizi vermiyorlar. F35'lerin yerine F16 vermiyorlar.

F35'ler için ödediğimiz 1.5 milyar dolarımızı da geri vermiyorlar.

Çünkü… Tee 160 yıl önceydi. Ruslarla kapışmak üzereydik, savaşın eli kulağındaydı.

Tüfek lazımdı. Padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri “tez haber edin, Bulak bey huzuruma gelsin” dedi.

Bulak bey, Washington büyükelçimizdi.

Asıl ismi, Edward Blacque'tı. Fransızdı, eşi Amerikalıydı.

Gavur'dan huylanan sayın ahalimiz “bu ne biçim müslüman” demesin diye, “Edward bey” dememişler, kulağa hoş gelsin diye “Bulak bey” şeklinde tercüme etmişlerdi.

Doğma büyüme Edward'ı, sayın ahalimize Bulak bey diye kakalamışlardı.

Neyse, Bulak bey geldi. Fevkalade bir öneri getirdi. “Martini Henry marka tüfeklerden alalım, en iyisi bu” dedi.

Hani şu “at Martini debreli hasan” diyoruz ya… Veya “aynalı Martin yaptırdım da narinim.”

İşte o Martini Henry.

Drama Köprüsü ve Hekimoğlu türküleriyle Anadolu kültürünün parçası haline gelen Martini Henry, tek kurşun atıyordu, kara barutluydu, çok şiddetli patlama sesi çıkarıyordu.

Padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretlerinin aklına yattı, “fevkalade olur” dedi.

Bulak bey baktı ki, padişahımız efendimiz helva gibi… Daha fevkalade bir öneri getirdi.

“ABD devletinden almayalım, pahalıya gelir, Providence Tool Company'den alalım, özel bir şirket, daha ucuz olur” dedi.

Buna da “fevkalade olur” denildi. Tanesi 15 dolardan 300 bin Martini aldık. Süngüsü 1 dolar 25 sent'ti. 16 dolar 25 sent'e geliyordu.

Ama, ödemeyi ABD dolarıyla değil, İngiliz şiliniyle yapacaktık.

O niye? Çünkü, şirket Amerikan'dı ama, tüfek İngiliz malıydı. Kendisi Fransız, eşi Amerikalı olan, güya Türk büyükelçimiz, Amerikan şirketi üzerinden İngiliz malı tüfek ayarlamıştı!

Hayırlara vesile olmuştu!

Kabzasına da padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretlerinin tuğrası işlenmişti, pek fiyakalıydı, pek beğenildi.

Gel gör ki… Tool şirketi durup dururken “ödemeyi geciktirdiniz” diye mazeret uydurdu, gecikme filan olmadığı halde, hepsini vaktinde tıkır tıkır ödediğimiz halde, 48 bin Martini ve dört milyon mermiyi teslim etmedi. Üstelik “beni zarara uğrattınız” diyerek, tazminat davası açtı!

N'ooluyor azizim demeye kalmadı… “50 bin Martini daha sipariş ederseniz, hem vermediğimiz Martinileri veririz, hem de tazminat davasını geri çekeriz” dediler.

Padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri düşündü taşındı, “peki” dedi iyi mi… 50 bin Martini daha sipariş etti.

Tool şirketi -ki bu kadar enayilik üzerine ben de olsam aynı şeyi yapardım- parasını ödediğimiz tüfekleri gene vermedi!

Elini verip kolunu kaptıran padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri, hukuk yoluna başvurdu, ABD mahkemelerinde karşı dava açmaya karar verdi. Ama küçük bir pürüz vardı…

“Burada öyle kafana göre dava açamazsın, teminat göstermen lazım” dediler.

Padişahımız efendimiz naapsın, Konya, Kastamonu ve Adana vilayetlerinden gelecek vergileri teminat olarak gösterdi.

Dava nihayet açıldı. Tam duruşmalar başlıyordu ki… Tool şirketi iflas ettiğini açıkladı!

Böylece, hem ödediğimiz paraları kaptırdık, hem de 48 bin tüfek ve dört milyon mermi yerine babayı aldık. Üstüne bir bardak soğuk su içtik.

Gel zaman git zaman…

Gene savaş çanları çalıyordu. E tabii memlekete yönelik tehdit sadece karadan gelmiyordu, denizden de geliyordu, donanma lazımdı.

İngilizler fevkalade bir öneri getirdi. “Şahane savaş gemilerimiz var, isterseniz size satalım” dediler.

Osmanlı tahtında başka bir padişahımız efendimiz zat-ı şahane hazretleri oturuyordu ama, kafa aynı kafaydı, “fevkalade olur” dedi.

Vickers şirketine zırhlı sipariş ettik.

Parasını İngiliz bankasına tiko ödedik.

İsmi “Reşadiye” olacaktı.

Arkası yarın…