Dünden devam;

“Anayasa mahkemesi “Anayasa Mahkemesi olarak biz hak ihlali kararı verdikten sonra kesinleşmiş bir hükmün varlığından söz etmek mümkün değildir. Kararlarımız tavsiye değildir, bağlayıcıdır, gereğinin yapılması konusunda ilgili otoritelere takdir hakkı ve yetkisi bırakmayan kararlardır.” ifadesinde bulundu.

“İhlale yol açan karar, hak ihlali kararımla ortadan kalkmıştır, Yasama organı yönünden de bu bağlayıcıdır. Yargıtayın, Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaması kararı da hukuki bir değere sahip değildir, dolayısıyla kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı falan yoktur” dedi.

Yani mealen “Türk hukukunda Anayasa Mahkemesinin hak ihlali kararına uyulmaması gibi bir uygulama yoktur” tespitinde bulundu. Yani buna göre yine, verilmesi mümkün olmayan ve hukuki dayanaktan yoksun bir karara yaslanarak “Yargıtay ilgili dairesinin yazısının Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda okutulması suretiyle Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi esasen ve hukuken yok hükmündedir” ifadesine yer verildi.

İşte, bu kararın ışığında bizler buradayız. 3 bin yıllık devletimizin, asırlık cumhuriyetimizin tarihinde yapılmış en karanlık tablolardan biri, bugün önümüzde ve karşımızdadır. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi bu utanç tablosunu ya paramparça edip yok edecek ya da bu tablonun tarihte yer etmesinin mimarı olarak sorumluluğu üstlenecektir. Yok hükmünde olan bir karar ya kötü bir anı olarak hatırlanacak ya da hukukun artık bu ülkeyi terk ettiği cümle âleme ilan edilmiş olacaktır.

Goethe “İsimler birer kuru gürültüden ibarettir” diyor. Mevzu, Can Atalay ya da onun milletvekilliğinin devamı asla değildir. Mevzu, hukukun emrettiğine uymak için gereğini ifa etmektir. Mevzu, hukuk devletinin hem maddi hem de biçimsel özelliklerini savunmaktır.

Nasyonal sosyalistler Almanya'da işbaşına geldiklerinde evvela hukukun biçimsel güvencelerini tahrip etmişlerdi, sonrasında hukuk devletinin maddi özünü ortadan kaldırmak onlar için çok kolay bir işe dönüşmüştü. Hukuk devletinin maddi özünde insan vardır, insanın onuru vardır, insanın hakları vardır. Biçimsel ilkeler ise bu özü korumak için getirilmiştir.

Bunu tahrip etmeye başladığınız andan itibaren özü de ortadan kaldırmanın yolunu açmış olursunuz. İtiraz ettiğimiz, karşı durduğumuz, bu ülkeyi her geçen gün daha kötüye götüren tek adam rejiminin, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin bugün bizi getirdiği hâldir.

Bu devletin gelenekleri vardı; o gelenekleri yok ettiniz. Bu devletin bir aklı vardı; o akla ihanet ettiniz. Bu devletin bir ahlakı vardı; ahlak yoksunluğunu tıpkı bir kanser hücresi gibi devlete metastaz ettirdiniz.

Geldiğimiz yer, işte tam burasıdır. Kurduğunuzu zannettiğiniz düzen, aslında düzen değil, düzenektir; hukuktan, adaletten arındırılmış, ahlaktan yoksun, akıldan uzaklaşmış kurnaz bir düzenektir.

Toylardan, kurultaylardan bugüne gelen bir geleneği ve bir tecrübesi var bu Meclisin; yüzyıldır süregelen teamülleri var. Beyefendiye hürmetsizlik etmekten korkan, buna karşı hukuku hiçe saymayı umursamayan bir Meclis yönetimi olunca ne o teamüller ne de tecrübe ve birikim hiçbir işe yaramadı, yaramıyor; böyle devam ederseniz de yaramayacak.

Küçük siyasi hesaplar ve kendi partisindeki ikbal uğruna bu Gazi Meclis zor durumda bırakılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yanlış bir kararın okutulduğu konusunda hemen tüm hukukçular hemfikirdirler. Kendisi yurt dışındayken bu kararı Başkan Vekilline okutturan Sayın Meclis Başkanına sesleniyorum: Sayın Başkan, siz bu kararı kendiniz mi okumak istemediniz de başkasına okutturdunuz? Baskı altında mıydınız? Bu çetrefilli durumun oluşmasını sağlayarak kendinize farklı bir parantez mi açmaktı niyetiniz? “Bakın, ben iyiyim ama ne yapayım, sonuçta emir kuluyum, okumamız lazımdı.” mı demek istediniz?

Yöneticilik sorumluluktan kaçmak değil, onu layıkıyla üstlenmekten geçer. Aksi, maalesef ve maatteessüf ucuz siyasettir ve işgal edilen koltuğa asla ve kata yakışmaz.

Yanlışların iç içe geçtiği sürecin sonucunda şimdi buradayız. Ama bu yanlışlıklar sürecinin en önemli halkası Mecliste yanlış kararın okunması olmuştur. Yanlış karar okunduktan sonra diğer tartışmaların da hiçbir önemi kalmamıştır. Böylesi bir hatanın Meclis tarihinde hiç olmamış olduğu da dikkate alındığında, Meclis Başkanının niyeti ve yeterliliği konuşulması gereken en önemli mesele olarak şimdi önümüzdedir.

Öyleyse ne yapacaksınız? Anayasa Mahkemesine göre “Yüksek mahkeme hak ihlali kararı verdikten ve bu ihlalin düzeltilmesi için hüküm kurduktan sonra artık o karara dayanarak işlem tesis edilemez.” diyor. Yani karar yok hükmünde. “Bu yok hükmündeki karar hukuk âleminde hiç var olmadı.” deniliyor. Yani aslında bu karar “Sayın Can Atalay'ın milletvekilliği hiç düşmedi.” diyor.

Bugün yapılması gereken Anayasa Mahkemesi kararının gereğini yerine getirmek, Can Atalay'ın milletvekilliğine dayalı her türlü sonucun gerçekleştirilmesini de temin etmektir.

Can Atalay Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden yemin etmeli ve milletvekili olarak çalışmasına başlamalıdır. Can Atalay'ın hukuki bir problemi varsa şayet işte o zaman hukuk da işletilmelidir.

Anayasa Mahkemesi kararlarını eleştirebilirsiniz, beğenmeyebilirsiniz ama bu kararlara uymamak, hele hele bu kararları yok saymak gibi bir lüksünüz olamaz.”

Teşekkürler Dervişoğlu… Gerçek Ülkücülerin hak, hukuk ve adaletten yanan tavır koyduklarını, saray uşağı olmadıklarını gösterdiğin için teşekkürler…