Büyük Taarruz diyoruz...
Aslında gerçek adı “Sad Harekatı”ydı.
Arap alfabesinin sad harfiydi; kozmik gizliliğe sahip taarruz planlarının üzerine “ص” işareti konuluyordu.
Mustafa Kemal zekasının ürünüydü.
Türk ordusunun savaş sahasına dizilişi “ص” şekliydi!
Büyük İskender, Attila, Hannibal gibi askeri dehaları incelemişti, analiz etmişti, Sad Harekatı’nın planlarını hazırlarken, Hannibal’ın Roma ordusunu darmadağın ettiği Cannae Muharebesi’nden esinlenmişti.
Hannibal’den farklı olarak, düşmanı dört bir yandan çevirmeyi tercih etmemiş, kaçmasına fırsat tanımıştı, İzmir’den denize dökmek üzere, hızlı ve amansız takip için, süvari gücü oluşturmuştu.
Sad Harekatı’nın asla tahmin edilemeyen sürpriz hamlesi, süvarilerimizdi.
“ص” harfinin kuyruk kısmına süvari kolordusu yerleştirilmişti.
Çengel gibi saplanıyorlardı.
550 subay, 9 bin 900 er, 9 bin 480 at, 6 bin 450 tüfek, 4 bin 800 kılıç’tan oluşuyordu.
Veteriner hekimleri vardı. Nalbant birlikleri vardı.
Süvari kolordumuzun Büyük Taarruz hazırlıkları ve eğitimi, tümen tümen Denizli’de sürdürülmüştü, organize hareket edebilmek için defalarca tatbikat yapılmıştı, neticede Konya Ilgın’a konuşlanmıştı.
Mustafa Kemal sık sık Ilgın’a geliyor, bizzat denetliyordu.
Süvari denetlemeleri sırasında beline kılıç takıyordu.
Başkomutan’ı kılıçlı gören süvariler, psikolojik olarak coşuyordu.
Süvari kolordusu komutanı, Fahrettin paşa’ydı.
Balkan Harbi’nde Çanakkale’de Filistin’de vuruşmuştu, Mustafa Kemal’le Çanakkale’den tanışıyorlardı.
Süvarilerimizin farkında bile olmayan Yunan karargahı, Türk ordusunun Afyon’dan, sıklet merkezinden taarruz edeceğini zannediyordu, hesaplarını buna göre yapmışlardı, savunma hatlarını bu tahmine göre oluşturmuşlardı.
Tren hatları ellerindeydi, ayrıca dört bin kamyonla ikmal sağlıyorlardı, açık araziden ve karşıdan gelecek taarruzu rahatlıkla defedebileceklerini düşünüyorlardı.
Oysa vaziyet hiç de hesapladıkları gibi değildi.
Süvarilerimiz tıpkı sad harfinin çengeli gibi, sarp kayalık bölge olduğu için Yunanların savunmaya gerek görmediği Ahır Dağı üzerinden arkaya sızmışlardı, işgal ordusunun cephe gerisini adeta salam gibi dilimlemeye başlamışlardı.
Hayalet misali bir oradan bir buradan çıkıyor, birliklerin arasına dalıyor, blok halinde hareket etmesi gereken Yunan ordusunu dilim dilim bölüyorlardı.
Birbirleriyle irtibatları kesilen, önünü arkasını kaybeden Yunan tümenleri çil yavrusu gibi dağılıyordu.
Korku gözlerinden okunuyordu.
Çok hızlı ve amansız takip vardı.
Kaçıyorlardı. Ecel peşlerindeydi.
Süvarilerimize “kılıca kuvvet” emri verildi!
Dağlardan tepelerden dörtnala boşalıyorduk.
Türk kılıçları havada parlayıp sönüyor, biçiyordu.
İnanması gerçekten çok güç ama, kovaladıkları Yunan askerlerinden bile önce İzmir’e giren süvarilerimiz olacaktı.
225 bin kişilik devasa Yunan ordusunu kağıt gibi yırtıp gelmişlerdi, dayanamayıp, gözü karartıp şehre dalmışlardı.
(Amerika Birleşik Devletleri ordusu, 1990 yılında Birinci Körfez Savaşı’nda Mustafa Kemal’in bu taktiğini uygulayacaktı.
Amerikan medyasında yayınlanan “çöl fırtınası” belgeselinde “general Norman Schwarzkopf, Mustafa Kemal Atatürk’ün süvariyle yaptığını tankla yaptı” denilecekti.)
Büyük Taarruz’un sürpriz silahı olan “süvari” kavramı, yıllar içinde değişen teknolojik imkanlar sayesinde, zırhlı birliklere dönüştü.
Tank oldu.
Halk arasında tankçı tabir edilen sınıf, günümüzün süvarileri oldu.
Mustafa Kemal tarafından öylesine önemseniyordu ki, 1921’den itibaren Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı, süvarilerden oluşuyordu.
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı, aynı silsileyle, ikinci dünya savaşından sonra da tankçılardan oluşuyordu.
Bilahare, muhafız alayının yapısı değiştirildi ama, Cumhurbaşkanlığı Atlı Merasim Birliği, süvarilerimizin onursal yerini korudu.
Süvari eşittir tank, tank eşittir süvariydi.
Bu nedenle... Milli tank projemize efsane süvarimiz Fahrettin Altay’ın soyadı verildi.
Fahrettin Altay’a da Altay soyadını bizzat Atatürk vermişti.
Dolayısıyla, milli tankımızın adını aslında bizzat Atatürk koydu.
26 Ağustos 2022.
Yüz yıl sonra bugün bakıyoruz.
Milli tankımız Altay’ın yarısı Katar’ın.
50 milyon dolarımız yok diye, Arap’a verdiler.
Allah’tan Kuvayı Milliye parayı bulup buluşturmuş yani...
Bunlara kalsa, sad harekatı “sat” harekatı olacaktı demek ki!