Can Atalay oturumu, TBMM’nin bağımsızlığının, hukuktan ne anladığının ve hukuka bağlı olup olmadığının önemli bir göstergesi olacaktı.
Ama ben daha ziyade Ülkücü olduğunu iddia edenlerin nasıl bir tavır koyacağına yoğunlaştım.
Ülkücüleri temsil iddiasında olan hatta kendisine biat ve itaat etmeyenlerin Ülkücü sıfatını kullanamayacaklarını iddia eden MHP, oturuma katılmaya tenezzül dahi etmedi.
Haliyle biz de İYİ Parti ve Müsavat Dervişoğlu’na odaklandık.
Sağ olsun o da konuşması ve tavrıyla Başbuğ’un Ülkücülerini mahcup etmedi.
Dolayısıyla bize de paylaşmak düştü ki gelecekte Ülkücü hafızaya bir katkımız bulunsun. Bizden sonraki Ülkücülerin ‘o gün siz ne yaptınız’ sorusuna verebilecekleri onurlu bir cevapları olsun.
Dervişoğlu konuşmasının ilk bölümünde ‘adalet’ dersi verdi;
“Adalet, var olanın ait olduğu yerde bulunmasıdır. Adalet, doğruluk temelinde bir düzenin kurulmasıdır, kurulan düzenin sürdürülmesi, hakkın gözetilmesi ve ona saygılı olunmasıdır.
Adalet, devletin dini, ekonominin besmelesidir. Adalet, ayrılmış erklerin birbirini denetleyebilmesidir.
Adalet, yüce dinimizin en önemli emridir. Adalet, üç bin yıllık devlet geleneğimizin temelidir.
Türk’e göre adalet göğün direğidir; adaleti var eden yasal düzen şayet bozulursa gök yıkılır. Töre, adalettir, kanundur ama törenin bir anlamı daha vardır; o da usuldür. Görevini yerine getirirken usul, erkan bilmek gerekir; bilmeyene teslim edilen görev ve makam, gücü değil, beraberinde utancı getirir.
Bugün de burada bir utancın anatomisini görüşmek üzere toplanmış bulunuyoruz.
Bugün cebelleştiğimiz sorunların ilk sebebi adalet yoksunluğudur. Adalet yoksunluğunun sebebi ise iktidarın adalet duygusundan yoksun olmasıdır.
Sonucu ise memleketin yoksunluğu ve yoksulluğudur.”
Müsavat Dervişoğlu, adalet dersinin ardından konuyu Can Atalay’a getirdi;
Yasaklarla, yolsuzluklarla, yoksullukla mücadele taahhüdünden her üçünün de faili olmaya evrilen iktidar yolculuğunun en kritik duraklarından biri de bugün görüştüğümüz ve üzerinde tartışmaya devam edeceğimiz Can Atalay vakasıdır.
Mart 2014'te Gezi olaylarıyla ilgili hakkında örgüt kurmak ve yönetmekten iddianame düzenlendi, 2015’te beraat etti. 2019’da Gezi olaylarına ilişkin yeni bir iddianame tanzim edildi, tanzim eden de hâlen firari FETÖ savcısı Muammer Aktaş. Can Atalay bu davadan da beraat etti.
İstinaf dosyayı bozdu, 2 defa beraat eden Can Atalay hakkında bu sefer devreye giren eller, kulaklara fısıldanan talimatlar, havada uçuşan “Unutmayınız.” kartları marifetiyle on sekiz yıl hapis cezası verildi. Keyfi yerine gelen istinaf bu cezayı hemen onadı.
2023 Genel Seçimlerinde Can Atalay aday oldu. Yüksek Seçim Kurulu adaylığını kabul etti ve Can Atalay milletvekili seçildi.
Son on beş aydır yaşananlar ise usul, erkân bilmemenin, hukuk tanımazlığın, adaletsizliğin, devlet aklı ve ahlakından yoksunluğun, siyasetin yargıyı teslim almasının, yargıç değil, personel istihdamının Türk hukuk tarihinin ve yakın siyasi tarihimizin en büyük kepazeliği olarak hafızalarda silinmemek üzere yer etti.
Anayasa 83'üncü madde “Milletvekillerinin dokunulmazlığı var, milletvekili tutulamaz, gözaltına alınamaz, sorgulanamaz, tutuklanamaz, yargılanamaz.” diyor. Kaldırma usulünü de istisnai durumlarda düzenliyor. Bu kurala dayanarak Sayın Can Atalay bir başvuru yaptı, dosya Yargıtayda olduğu için Yargıtay “Bu durum istisnai hâllerdendir dolayısıyla bahse konu kişi dokunulmazlıktan faydalanamaz.” dedi.
Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru sonucunda “Tutukluluğun devamı Anayasa’nın 83'üncü maddesiyle bağdaşmıyor.” denilerek hak ihlali kararı verildi.
Şimdi, böyle bir durumda ne beklersiniz? Yerel mahkeme kararı uygulayacak, Can Atalay tahliye edilecek, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip yeminini edecek, milletvekilliği sona erince de yargılama devam edecek -hukuk bunu gerektiriyor- ya da bu arada bir fezleke düzenlenecek, Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilip görüşülüp oylanacak, dokunulmazlık kaldırılacak, ancak bu süreçlerden sonra da yeniden yargılama yapılacak ama bunların hiçbiri olmadı.
Usul erkan bilmeyenler, talimatla hukuku eğip bükenler, adalet duygusundan, millete karşı olan sorumluluktan yoksunlar göğün yıkılmasına sebebiyet verdiler; kul hakkına girdiler, millî iradeyi, hukuku ve adaleti yok saydılar.
Önce Anayasa Mahkemesinin kararını uygulaması gereken yerel mahkeme “Dosya Yargıtayda, kararı o versin.” dedi.
Anayasa’nın amir hükmü olan “Anayasa Mahkemesi kararları herkesi bağlar.” maddesi ağırlarına gitmiş olacak ki Yargıtay 3. Ceza Dairesi “Ben, herkes miyim!” diyerek dünya da eşi benzeri görülmemiş bir karara imza attı, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmamasına, hatta kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında da suç duyurusunda bulunulmasına hükmetti.
Atalay, bu durumda senaryoya itiraz etti ve yeniden Anayasa Mahkemesine başvurdu. Anayasa Mahkemesi bu sefer de ilk kararı uygulamayarak “Bireysel başvuru hakkını da ihlal ettiniz.” dedi. Aynı döngü bir kez daha yaşandı, bu sefer Yargıtay 3. Ceza Dairesi Anayasa Mahkemesi kararının hukuki değerinin olmadığını söyleyip karara uymama kararı verdi. Yetmedi, bir de milletin iradesinin tecessüm ettiği ve duvarında “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazan Gazi Meclisimize sopa gösterdi, Anayasal zorunluluk gereği takdir ve ifası için yeniden Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderilmesine karar verdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş, bu kararı -kendisi beni bağışlasın ama- emir telakki etmiş olsa gerektir ki yurt dışında olduğu bir oturumda gündeme aldırıp okuttu. Can Atalay, yeniden Anayasa Mahkemesine başvurdu, Anayasa Mahkemesi bu sefer de “Türkiye Büyük Millet Meclisinde okuduğunuz karar mahkûmiyet kararı değil, Yargıtay ilgili dairesinin Anayasa Mahkemesi kararına ilişkin değerlendirmesidir.” yorumunda bulundu.
Arkası yarın…