Türkiye; Üç tarafı denizlerle çevrili, mevsimleri son derece düzenli, tarıma elverişli bereketli toprakları ve o toprakları sulayabilen onca akarsuları ve göllere sahip, daha düne kadar açlık ve kıtlık tehlikesi olmadığı gibi başta Rusya olmak üzere komşu ülkeleri besleyen bir ülke…
Sudan; Arazisinin sadece yüzde 3’lük bölümü ekebilen, bir Afrika ülkesi…
Bugün gelinen noktada, yukarıda ki ülke yani Türkiye, aşağıdaki ülke yani Sudan’dan tarım ve hayvancılık ürünleri ithal ediyorsa, bu işte bir gariplik yok mu?
Yahu gerçekten de üç tarafı denizlerle çevrili, bünyesinde atardamar misali ırmaklar bulunduran, iklimi düzenli, toprakları bereketli bir ülkenin, bugün Sudan’a muhtaç hale getirilmesi, zorunuza gitmiyor mu?
Geçen hafta Sudan’la sıfır gümrüklü ticaret anlaşması imzalandı.
Buna göre ilk etapta Sudan’dan 2 milyon yumurta ile 50 bin büyükbaş, 2 bin küçükbaş hayvan, 8 bin ton et, 2 bin ton tereyağı, 500 ton bal, bin ton sarımsak, 2 bin ton üzüm, 5’er bin ton patates, domates, buğday, arpa, yulaf, mısır ithal edeceğiz.
Ve bir başka rezalet!
2015 yılında Sudan’da tarımsal üretim yapmak üzere 99 yıllığına tarım arazisi kiralanması ve bu arazide tarım yapılması amacıyla ortak şirket kuruldu.
7 milyon 805 bin dönüm tarım arazisi kiralandı.
Yıllarca maaşlar, huzur hakkı, ikramiyeler, kira giderleri, git-gel masrafları ödendi.
Kısa bir süre önce, Resmi Gazete’de yayınlanan karar ile Türk Sudan Uluslararası Tarım ve Hayvancılık Anonim Şirketi tasfiye edildi.
Dönemin gıda, tarım ve hayvancılık bakanı Faruk Çelik, bunun “vizyon meselesi” olduğunu söylerken, eleştirenleri de vizyonsuz olmakla suçluyordu.
Gördük vizyonunuzu…
Çökmedi. Bile isteye çökertildi aslında…
Türk tarımı çökertilirken de yabancılar ihya edildi.
Fındık konusunda uyarmıştık.
Alivreciler eliyle fındığımız ucuza kapatılıyor, üreticinin desteklenmesi ve alivrecilere muhtaç bırakılmaması gerekiyor demiştik.
Bizi anladı iktidar ama yanlış anladı ki uluslararası alivreci ve yabancı fındık tüccarlarının komisyoncusu Cüneyt Zapsu’ya Türk fındığının kaderini teslim etti.
Bu iktidarın Tarım Bakanlarının da alivreci Zapsu’dan farkı yoktu.
Sürekli yabancı ülke ve firmaları memnun etmek için çaba sarfettiler.
Mesela Mehdi Eker, bile isteye üreticimize mağdur edip ilk kez canlı hayvan ithal etmemize sebep oldu.
Emeklerinin karşılığında Fransa devleti tarafından “şövalye liyakat madalyası” ile ödüllendirildi.
Bakan Faruk Çelik, bizim ekilip biçilemeyen binlerce dekar alanımız bomboş dururken, Afrika’nın göbeğindeki Sudan’ da tarım yapacağız diye tutturdu ve karşılığında Sudan Cumhurbaşkanı El Beşir’in elinden teşekkür plaketi aldı.
Bu büyük başarıyı sürdüren sonraki Tarım Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba da Sudan Cumhurbaşkanı elinden Sudan devlet madalyası aldı.
Sonra, yine uluslararası patates tüccarlarının alivrecisi olduğu bilinen Tarım Bakanı Pakdemirli dönemi başladı.
Pakdemirli olaya stratejik bir boyutta kattı; Kendi çiftçimiz intihar ederken Sudanlı mutlu çiftçilerle kameralara poz verip “insanlar burada sayın cumhurbaşkanımızın adını haykırıyor, Sudanlı çiftçilerin gözlerindeki sevgi selini bizzat gördüm, Sudan'daki tarım hayvancılık yatırımlarımızı arttıracağız” dedi.
Yine o Pakdemirli, literatüre ‘Paramız var ki alıyoruz kardeşim’ deyimini kazandırdı malumunuz. Üretmek yerine paramızla almamızın bir ‘itibar’ meselesi olduğunu ondan öğrendik.
Ukrayna Savaşı ile başlayan ayçiçeği yağı ve tahıl krizi, paramız varken bile alamadığımızı gösterdi bize ama yine ders almadık.
Bugün pazarda meyve sebze fiyatlarını görünce çıldırıyorsun ya değerli kardeşim!
Artık önünden bile geçemediğin kasaptaki fiyatları duyunca dudaklarında uçuk çıkıyor ya!
İşte bunun sebebi bu iktidarın vizyonudur!
Paramız var ki alıyoruz kardeşim vizyonudur bu…
Biz bugün o vizyoner iktidarın, kendi çiftçisini ihmal pahasına bu ülkeyi ithalata mahkum etmesinin bedelini ödüyoruz.
Hep birlikte ödüyoruz…
Hep birlikte derken küçük bir azınlık hariç.
Çünkü, biz bedelini öderken birileri ve onların vizyoner ortakları ithalattan malı götürüyor.
Zaten onlar malı götürsün diye bütün bunlar…
Bilmem anlatabildim mi?