Üniversite sözcüğü Latince bütün, hepsi, genel anlamındaki universitas sözcüğünden gelmektedir. Günümüzde üniversiteler, fakülte, yüksekokul, enstitü ve araştırma merkezleri olan, bilim üreten, bilim yayan, gerçekleri arayan, eleştiren, araştırma ve eğitim yaparak diploma veren kurumlardır.

Türkiye’de Üniversite reformu Alman Nazi zulmünden kaçan bilim insanlarına kucak açılmasıyla birlikte başlamıştır. 1933 yılında yapılan üniversite reformu ile köklü bir yenileşme getirilmiştir. Tutucu çevrelerin etkisiyle kullanılmayan Üniversite sözcüğü ilk defa kullanılırken, “Emin” yerine Rektör, “Fakülte Reisi” yerine Dekan, “Müderris” yerine Ordinaryüs, Öğretmenlere Profesör, Müderris muavinlerine de Doçent denilmiştir. İstanbul Üniversitesi ardından İTÜ, Ankara Üniversitesi ile Dil ve Tarih-Coğrafya, Hukuk ve Fen Fakültelerinin kurulması pozitif bilimler açısından dönemin en önemli gelişmeleridir.

1946 yılında çıkarılan Üniversiteler Kanunu Türk üniversitelerindeki köklü bir reformu gerçekleştirmiştir. Bu yasa ile Üniversiteler özerklik ve tüzel kişilik kazanmış, Üniversitelerin öğretim kadar araştırmaya da ağırlık vermesini ve ülke sorunlarına yönelmesini sağlamıştır.

1961 Anayasası üniversitelere yönetsel ve bilimsel yönden tam bir özerklik getirmiştir. Üniversitelerin kendi organları eli ile yönetileceği, öğretim üye ve yardımcılarının üniversite dışındaki makamlarca görevlerinden uzaklaştırılamayacağı hükmüyle akademik güvence sağlanmıştır.

Türkiye Üniversite ve yükseköğretimi 12 Eylül 1980 darbesinin ardından gerileme dönemine girmiştir. 1981 tarihli ve 2547 sayılı yükseköğretim yasası YÖK adıyla ara bir kurum oluşturmuş, rektör ve dekanlara atama yolu getirmiş, vakıf üniversitelerinin kurulmasıyla yükseköğretimi özel sektöre açma olanağı ile parasız üniversite dönemini bir anlamda kapatırken üniversite özerkliğini de ortadan kaldırmıştır.

Bugün her ile açılan üniversiteler, bilim insanı yetiştirme programlarının yetersizliği, yükseköğretimin YÖK eliyle merkezileşmesi, bilimsel yayın ve atıf yapılması konusunda yetersizlik, mali ve idari özerkliğin yok edilmesi ile bilim üretemez, topluma önderlik yapamaz noktaya gelmektedir. 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL KHK’leriyle geleneği ve ekolü bulunan üniversiteler de dahil kamu eliyle niteliksiz bir yapıya dönüşmüştür. Binlerce akademik personel ile barış imzacısı yüzlerce akademisyen KHK ile üniversitelerden uzaklaştırılmıştır. Son olarak yardımcı doçentlik kadrosu kaldırılarak kadrolaşmanın önü açılacak, üniversitelerin niteliği zayıflayacak ve iktidara bağımlı bir yükseköğretim kurumlaşmış olacaktır.

Son yıllarda dünya üniversiteleri nitelik ve başarı sıralamasında ilk 500’ün içinde olan üniversitelerimizin milli ve manevi değerlerden yoksun olduğu ifade edilmektedir. Bu yaklaşım ideolojik olduğu kadar toplumu dönüştürücü özelliğinden ve Atatürk Cumhuriyetinin üniversitelere verdiği ülke sorunlarına yönelme misyonundan rahatsız olunduğunun ifadesidir.

Milli ve manevi değerlerden yoksun olduğu eleştirisi yapılan Boğaziçi Üniversitesi ülkenin en iyi, en başarılı öğrencileri bünyesine almakta, ülkemiz üniversiteleri içinde en üst sıralarda gelmektedir.

2012 yılında ilk 500’de sekizi kamu ikisi vakıf üniversitesi olmak üzere 10 üniversite (İstanbul, Ankara, ODTÜ, Hacettepe, Gazi, Ege, İ.D. Bilkent, İTÜ, Boğaziçi ve Sabancı) yer almıştır. 2017 yılında ilk 500’de ancak 5 üniversitemiz yer alabilmiştir. Bunlardan sadece Boğaziçi Üniversitesi kamu üniversitesidir.

Öyle anlaşılıyor ki askeri darbe dönemlerinde çıkarılan ve üniversiteleri geriye götüren yasalar yetmemiş olacak ki üniversitelerin muhalif duruşu, akademisyenlerin özgürce düşüncelerini ifade etmeleri istenmemekte ve tek kişiye bağımlı bir hale dönüştürme çabalarının devam edeceği anlaşılmaktadır. Milli manevi değerlerle bütünleştiğini düşünen üniversiteler dünya üniversite başarı sıralamasındaki yerini sorgulamalıdır.

Birkaç ay sonra üniversite sınavına girecek gençlerimizin tercihleri inanıyorum ki bilim üreten, ülke ve toplumsal sorunlara duyarlı ve demokratik kamu üniversiteleri olacaktır.